Olan Olmuştur
Ne olacağını bilmeden çıktığımız sahnede doğaçlama ile oyunculuk yeteneğimizi sergiliyoruz. Bölüm sonlarında neler yaptık diye bakarken zihnimizden geçiriyoruz yaşadıklarımızı.
Senaryoda beğenmediğimiz yerleri değiştirme şansımız olmuyor bir daha aynı şeyle karşılaşırsak, bu olan çıkarsa karşımıza böyle yaparız diye karar alıp tecrübe adı altında bir dosyaya topluyoruz fikirlerimizi.
Ama bir türlü aynı olaylarla karşılaşmıyoruz. Tek kullanımlık karton bardaklarla yarışan kağıt kuklalar gibiyiz.
Zaman içinde dosyalar kabardıkça ve onları yeniden kullanma şansını yakalayamadığımızdan bari geriden gelenler faydalansın diye düşünerek dosyamızı sık sık açıp akıl veriyoruz:
“Şöyle şöyle olursa şöyle şöyle yaparsın. Bir kapı böyle bu tonda çalarsa açma, bak bu tınılar güzelmiş, renklere, işaretlere dikkat et”
Karşımızdaki, sana ne diye dinliyor söylediklerimizi, sen kendine bak, kelin merhemi olsaydı başına sürerdi diye sıralarken içinden kaçırıyor süzme ibretliklerimizi.
Biz de aynı yollardan geçmedik mi ? Bize anlatılanları dinlerken kendimizi onlardan daha akıllı, daha yetenekli, daha şanslı hissetmedik mi?
Ama değildik, dinlemeyenler de değiller.
Senaryonun formülü belli: O yüzden olacak olan da biliniyor çoğu zaman ama engellenemiyor.
Çünkü oyuncular değişiyor bir değirmen misali dünya, sahneden indirdiğini öğütüyor.
Yeniden başlamak hep mümkündür demek bu yüzden züğürt tesellisidir. Sahneye yeniden çıkılmaz ama çıkmayan candan umut kesilmediğine göre hangi evresindeysek senaryonun, devam etmeli oyuna, oyunculuğa.
Başrolleri kaptırdıklarımız da inip sahneden, gelince yanımıza haklıymışsın demeyecekler ama sessiz bir kabul verecekler adımlarımıza.
Duracaklar usulca: “ Yol bir yere gitmez o bir durma biçimidir” der ya şair. Çıkarılana kadar kendimizce duracağız oyunda.
Handan Kılıç
Başkalarının Hayatı
SİNEMA GÜNLÜĞÜ 284. FİLM
Başkalarının Hayatı Filmine dair film inceleme yazım
yeni sayısı yayına giren Yazı-yorum Dergide
PDF olarak indirmek için tıklayınız.
Bir de benden yeni haftaya bir şarkı gelsin
Yeşil Ojeli Kız
Yemyeşil gözleri var onun,
benim de yeşil ojelerim işte. Biraz yıprandı belki ama yine sürerim. Elim sudan
çıkmıyor ki; beş kardeşin çamaşırı, bulaşığı hep bana bakıyor. Annemle babam
tekstil atölyesinde çalışıyor.
Durun durun en iyisi her
şeyi baştan anlatayım; biz şanslıyız. Ailecek geldik buraya. İlk kez denizi
gördüm, gökyüzü kadar genişti. Daracık karanlık bir mağaradan çıkmış gibiydim. Yıkıntılar
arasından da sağ salim çıkabildik. Ama babam hapis bile yattı yıllarca. Sonra
olaylar iyice karıştı tabi hapishaneler de. Tam bırakmışlardı ki, tekrar
alacaklarını öğrenmiş babam, “Gidiyoruz” dedi. İki katlı bahçeli bir evimiz
vardı. Annem en küçük kardeşime hamileydi. Ben de ilkokula gidiyordum. Hiçbir
şey alamadık yanımıza. Sevdiğim defterlerim, renkli kalemlerim, kıyafetlerim hep
Suriye’de kaldı. Cebime bir oyuncak bari alayım diye avucumun içine sığacak bir
şey arıyordum ki halamın bizde unuttuğu o küçük cam şişeyi gördüm. Hemen alıp
cebime koydum. Bir kere bana sürmüştü. Öğretmendi halam. Ben süslenmeyi
severdim, annem de hiç sevmez, takıları, süsleri hiç yoktur, erkek gibidir
annem. “Kız halaya çekermiş” diyerek burun kıvırırdı ojelerime ama ben halamın
küpelerini, yüzüklerini de merakla süzerdim. Ne güzeldi! Halam da yeşil
gözlüydü. Onun gibi. Şimdi öldü halam, bizimle gelmedi. Sevdiği vardı. Sonra
dediler, siz gidin biz geleceğiz, gelemediler. Saldırının olduğu gece nişan
varmış, Hiç ayrılmamaya söz verip yüzükleri takmışlar. Sonra büyük bir gürültü, kargaşa. Her yeri
saran toz duman dağıldıktan sonra bir de bakmışlar ki halam ve sevdiği el ele
göçmüşler. İşte o zaman evden getirdiğim o oje kıymete bindi, gıdım gıdım
sürüyordum, halamı çok özlüyordum.
Onunla ilk karşılaştığımız da “Ojelerin ne güzel” demişti ben de nasıl cesaret ettim bilmiyorum ama “Senin de gözlerin” deyivermiştim. Sadece abisi var burada, ailesinden geri kalan herkes ölmüş. Çok zor günler geçirmiş. Babamla aynı tekstil atölyesinde çalışıyormuş. Bir gün babam telefonunu düşürmüş, benimki görmüş almış. Peşinden koşmuş babamın ama dolmuşa binince yetişememiş. Sormuş soruşturmuş, evi öğrenmiş. O akşam annemle babam bir akrabaya gitmişti. Kapıyı onlar geldi diye sormadan açtım, karşımdaydı: Halamın su yeşili gözleri. Daha görür görmez içime ateş düştü. Sonraki gün bu sokaktan geçti defalarca. Demek o da yandı bana. Çocukları hazırlayıp çıkardım hemen parka. Çekirdek alıp yanımıza geldi, çitledik. Çocuklara da şeker getirmiş. “Çiğdem” diyorlarmış burada dedi. “Çiçekmiş çiğdem, ince, narin. Sen de çiçek gibisin, ellerin gövden, parmakların yaprakların. Çiğ damlası gibi yeşil ojelerin.” Kırık parmağımı saklarken tutuverdi elimi, titredim. “Çok güzelsin” dedi ya sabahı zor ettim. Çocuklara birkaç lokma yedirip “Gelirim” dediği öğle saatinde yine gittim parka. Bu sefer halamın küpeleri ve bir yüzüğü de vardı elimde. Annem evde olmayınca süslenmiştim kendimce. Görür görmez fark etti. “İncecik bedenin gibi sallanıyor küpelerin” deyince “Şair misin sen, kitap gibi konuşuyorsun” diye sordum. “Şair yaptı güzelliğin beni” deyince sırtımdan kanatlar çıkmış da gökte süzülüyorum gibi hissettim. Gülerken kapadım ağzımı.
Madem şair, göz dili bilir değil mi?
Handan Kılıç
Medıum.com dan okumak için tıklayınız.
"Hayat sende durmam diyor"
diyor, her nefeste son geliyor."
Ne kadar doğru bir cümle!
Duyunca yine seni hatırladım.
Kırılgandım, hayır güçlüsün dedin.
Dayanamıyorum dedim, sen en dayanıklısısın dedin.
Sende tanıdım ben, yoklukta varlığı görmeyi.
Ah be yalancıların vicdanlarına kaldın şimdi.
Sahtekarların adaleti ile tartıyorlar seni, beni.
Kendi ellerinle büyüttüklerin bile adalete perde.
Sen yine de bir mucize gibi ayaktasın.
Yaşadıklarını seyretmek beni yatağa düşürüyor bazen.
Kimler geldi kimler geçti kimler yitirildi daha kim bilir neler yaşanacak?
Çünkü hayattayız, yaşamak böyle bir şey, belanın içinden mucizelerle geçmek.
Muhteşem sandıklarının belanın diğer adı olduğunu, karanlık benliklerinin tünelinden çıkınca keşfetmek.
"Kimse kimsenin her şeyi olamazmış" en güzel yazın olmuş demiştin.
Ondan önce ve sonra binlerce satır yazdım okumadığın, okuyamayacağın.
Her şey olmaya gerek yok ama çok şey olabilir insan, insana.
İçim nasıl yaralı, senin canına batan camların kırıklarıyla.
Vicdansızların elinden ne zaman kurtulacaksın bilmiyorum.
Seni çok özlüyorum.
Senin gibi üç tane insan tanısaydım muhteşem bir hayatım olurdu.
Sen sevinciyle sevinirdin insanın.
Severdin ve söylerdin.
Hiç fesatlığını görmedim.
Sen ki cennetliktin, belki ondan bunca çektiğin.
Hep daha iyi olsunlar diye uğraştığın insanlar seni görmezden geliyor şimdi.
Görmesinler, dökülsün hepsi üzerinden ki, hafifle.
Geleceğin günü bekliyorum özlemle.
Handan Kılıç
1 Temmuz 2021
İzmir
Renk Kartelası
"Günlerin de renkleri vardır varmış” (Ece Ayhan) o gün öğrendim:
Kıpkırmızı bir gündü; vedalar,
karşılaşmalar, kayboluşlar ve kıyıda kalışlara yenilerinin eklenmesi. Yine bir
sabah sıfıra sıfırı tükettik dedi karşısındaki adama bakarak. Anılar gölgeli
bir bulut gibi üzerlerinde dururken herkes susmuştu.
“İçimizde hala
denizi izleyen tek adam oydu.” Sakince gülümsüyor, kelimelerde ketum
davranıyordu her zamanki gibi. Bir daha dönmemek üzere giderken daha çok
konuşmasını istemiştik oysa…
Son yirmi beş yılı
beraber yaşadığımız şehirlerden geçerken, daha çok kelime duymak hakkımız diye
düşündüğümden sık sık yeni bir şey söylüyor sohbetin akması için gayret sarf
ediyordum ama orada kalmıştı herkes, o cümlede: “Gidiyorum.”
Boşa kürek çektiğimi anlayınca ben de sustum. Şaklabanlığa
gerek yoktu, üzülecek bir şey de değildi. Hayallerime geç kalmıştım ama
çocuklar için daha iyisi hala mümkündü diye sordum cevabı hayata geçirdim demişti.
Gençtik, geçtik beraberce
günlerin gecelerin içinden, çarptığımız kayalar da oldu, üzerine çıkıp
dinlendiğimiz, akışı sadece seyredebildiğimiz zamanlar da… Hepsi geçti gitti
işte.
Nehir akardı, yol gider,
insanlar değişir, bir zamanı beraber geçirir, sonra akış hızına göre herkes
yeni bir yol belirlerdi “Biz” yolda değişirdi bunu o gün anladım.
O kahverengi gözlerini denize
dikmiş uzaklara bakıp gülümserken benim için kıpkırmızı o günün onun için mavi
olduğunu fark ettim; umuttu işte ve elbet her şey unutulurdu.
Mahir için de gün sarıydı,
ayrılık koyardı, ama o her zaman her derdi bir kenara bırakmasını bilirdi,
sadece ben hep kırmızıda dururdum.
O gün ben de arkadaşlarıma
baktım, mavi ve sarı, gülümsedim. Kırmızıyı bırakmanın vaktiydi. Bir miktar
karıştırdım: Yeşil, günün, hayatın rengi yeşil olsun madem dedim.
Olduğu gibi güzeldi her
renk ama yeşil başkaydı, hep istediğim filizlenmiş yeşil dallardan tacı başıma
takmaktı. O gün anladım yeşil takı da ben yapabilirdim, tacı da. Ayrılığa da
takabilirdim, geceye, gündüze, geleceğe de.
Hatta geçmişe bile
yayılırdı, yemyeşil ovalardan geçerek gelmemiş miydik o kırmızı güne. Ve yine yolumuz
derin vadilerden kıvrılıp yemyeşil dağlar arasında ilerleyen trendeki huzurlu
yolculukmuşçasına devam edebilirdi. Hayat bir perspektiften ibaretti.
Pekalâ bir gün ben de
giden olmak neydi, yaşayabilirdim. Hem kalmakla kalınmaz, gitmekle varılmazdı. “Her
şey yolunda gitseydi trenden iner inmez tanımadığım bir adam tarafından
karşılanacaktım” demişti Calvino, elbette her şey her zaman yolunda
gitmezdi. Ama yol illa giderdi. Sonrası meçhul. O yolda, “Biz” mi olacağız,
kendimiz mi kalacağız bilinmezdi. Günün rengi her zaman keyfe göre seçilmezdi
lakin kartela genişti. Alternatifleri bulmak, hayatımızı yepyeni bir renkle
şenlendirmek bizim işimizdi.
Handan Kılıç
1 Haziran 2021/İzmir
#handankılıc
Yazı-Yorum Dergi'nin canlı yayın konuğu oldum
Merhaba, Yazı-yorum Dergide 6 yıl boyunca düzenli yazdım. Bir nevi evimdi. İki yaşından sekiz yaşına gelirken beraberdim. Sinema eleştiril...

-
Ülkü Tamer şiirinde “ Çok canım sıkılıyor, kuş vuralım istersen ” diyor ya, düşündüm de ben hiç kuş vurmadım, yuvasını bile bozmaya korkarım...
-
" Bazen ama bir insanla bir şey olur" der şair. Ne sır dolu bir mısradır. "BİR ŞEY" Her şey olabilir bu ya da hiç b...
-
Hayat güzel anılar biriktirdiğimiz bir yolculuk. Bu blog da benim arşivim. Sosyal medya platformları ve handankılıc.com adresi emaneten biz...