Yedi


Yedi, kedi eti yedi.

Nasrettin hoca çıkıp geldi karısı bu cevabı verdi.

Uyanık adam yer mi, yediyse kedi, kediyse et nerede deyiverdi.

Karısı aman be hoca yedim işte hepsini diye cevabı yapıştırdı.

Hoca kediye baktı, "Sen de yeseydin biraz Köftehor" deyip karısını "Afiyet olsun hanım, ben de göle maya çalacaktım, ver biraz yoğurtan da yola çıkayım" dedi.

Kadın, yeşil başlı ördek olsam su içmem gölünüzden diye türkü çağırarak çömleği getirdi.

"Sana da ayran aşı edeyim akşama" dedi. Hoca "Cacık yap hıyarı benden olsun, çalkantısı senden hanım" diyerek göz kırptı.

#altıdakikayazıları
#handankilic

 

Yazıldığı gibi okunmaz her cümle!

Deforme ediyoruz zihnimizi, yüksünüyoruz bazen yaşamaya, unutmaya, unutulmaya.

Hayat bir oyun ve eğlenceden ibaret değil mi? Oyun içinde oyundayız aslında.

Sonra bir gün o yazı belirir karşımızda: Game over! Ve her cenazede o günü düşünüp kendimize ağlarız. Ölüm hepimizin hassas karnı. Ama besleniyoruz bu duygudan. Yine de üzülmemek elde değil. Dramı seviyoruz. 


Cenazesi olmuş, sonradan duydum.  Hastalık, ayrılık, uzaklık çok zor. "Arkadaşım eşek" şarkısını birkaç yıl önce duyduğumda öyle ağladım ki herkes şaşkına döndü. Çok özlediğim bir arkadaşımdı aklıma gelen. Eşek olan kimdi, o kendini bilir değil mi? 


Bunca zaman sonra bir kere sesini duydum, başsağlığı diledim. Her zamanki pozitifliğiyle beni teselli etti. Kaybeden ve teselli eden, hastalanan, imkansızlıklara sıkışan o iken ben gözyaşlarımı hissetmesin diye sessizce dinledim söylediklerini. 


Öyledir insan işte, tabi ki eşek olanlar! Ne yaparsa kendi yapar, ne ederse kendine eder. Bazıları, onun gibi insan olmayı becerenler yani, bu vasfı derisi gibi üzerine giyenler, kelimelerden soyunarak halleriyle konuşurlar. Yazıldığı gibi okunmaz ya her cümle, onlar kelimeler arasına kocaman paragraflar sığdırıp hissettirmeden ruhunuza bırakırlar. Hafif yaşar, bir tüy gibi temas etseler de hayatınıza, sizi bir dolu düşünce ile baş başa, kendinizle hesaplaşmanın kucağında bırakırlar. Böyle yüreklerin sayısı çok az, onlara rastlamak hem ödül hem ceza! Ödül, çünkü sizi değiştirirler. Ceza, çünkü artık kimse yerlerini dolduramaz. Gerçek bir insan tanıdıysanız, dublörler kesmez bir daha. Yenisine rastlayacak kadar şanslı olunur mu bu hayatta bilemem. 


Bu rastlaşmaya rağmen değişmediysek "Eşek benim" diyebiliriz sanırım.  Ya da kim bu eşek diye düşünüp dururuz. Sonra gülümseriz; kim değil ki! Herkeslerin arasına karışıp sıradanlıkta buluruz çareyi. Belki sadece öyle insanlar eşek değil, melek der kaçarız kendimizden, olmak için aşmamız gereken eşiklerden...


Vazgeçtim, sıpa değil eşek. Sıpadan korkmazdım sanırım. Anneannemin sokağında eşekli yaşlı bir adam vardı; evinin önünden geçen çocukların kulağını çekerdi, mani söylersen bırakırdı. Kırmızı başlıklı kızın ananesine varması için geçmesi gereken bir orman ve hain kurt varken benim yoluma siyah kıspetini urganla bağlamış, saçları her daim üç numara tıraşlı, ezberden mani okutan "Kulakçı amca" çıkardı. Ananemin evi sığınaktı. Ulaşmak için çok mani ezberledim. Bilmeceler ve manilerden oluşan kitaplarım vardı. Eskiden her şeyin kitabı vardı, okumayan cevaba ulaşamazdı. Kitaplar da sığınaktı, ananemin evi de.  Yıktılar, yerine kara bir mezar taşı diktiler. Balkonsuz, bahçesiz granit ve camla kaplı biçimsiz, ruhsuz bir şey. Ne zaman sığınak ihtiyacım olsa kendimi orada bulurum hala. Ve gerçekle yüzleşirim yeniden. Güzel insanlar yok artık, gittiler, saklanacak, sığınılacak bir yer kalmadı, konum bilgilerin yüklendi, görüntün alındı, her yanın kuşatıldı. Maniler yok artık. Masallar tükendi, kabuslar yüklendi.


Nerden geldi şimdi aklıma bunca karanlık, hah tamam, hiç eşek görmedim diyecektim oysa her yer eşek değil mi? Hiç insan görmedim diyemem, o kadar şanssız değildim. Gördüğünden geri kalmak ne acı. Ben kalbi, vicdanı, sevgisi gerçek insanlar arasında olmayı çok özledim. 


Yalanlar, riyalar, virüsler, maskeler, aşılar, aşılamayanlar, yılanlarla çevrili iken dünya hafif tüy gibi insanlar çekildi içine. Ağırlaştı rota, başkalaştı coğrafya. 


Bir kere bir yılanla göz göze gelmiştim tabi ki rüyamda. Beyazdı, beyaz bir tavandan süzülüp bana bakıyordu. Hiç korkmadım oysa televizyonda görsem bakamam. Bu rüyamı yorumlamıştı. Korkma tamam mı,  sana bir zarar vermeyecek demişti. Korktukça hatırlıyorum. Ama her zaman sakin kalamıyorum. Geçenlerde de rüyamda bir köpeğe sarıldım düşününce ürkütücü geliyor. Çünkü köpek kovucu ile dolaşıyorum. Bütün hayvanlardan korkuyorum derdim eskiden. Şimdi insanlardan da korkuyorum. Benle dalga geçeceksen malzemem budur. 


Vay Eşek diyeceğim çok insan var ama o güzel gözlü canlılara da hakaret etmek istemiyorum.


Kahkahaların örteceği hüzünler biriktirdim. Gizlenmek istiyorum demek ki dramlarımın arkasına. Benim en komik sırrımı bilmenizin zamanı geldi desem de aklıma bundan başka hiç bir şey gelmiyor. Korku işte, hayvandan, topraktan, ölümden, virüsten, insan görünümlü dublörlerden, uydulardan, konum bilgilerinden, aşılardan, aşılanmamaktan, aşamamaktan... 


Ama gerçek dramların tek faydası bu olmalı; üst üste gelince illa ki unutturuyor kişisel felaketlerimizi. Bizi üzenleri, yakıp yıkıp gidenleri, hatta herkesi, her şeyi; ömrün kaymış gitmiş, bir insana, bir olaya neden takılasın ki? 


Buraya tıklayarak dinleyebilirsiniz


Bu şarkı da hep korkutur beni. Anı denk gelir de tutarsa yanar insan, of ne büyük beddua; sevişirken, öpüşürken unutama beni diyor kadın hem de nasıl içten. “Bitmek bilmez karanlık geceler boyunca unutama beni, ayrılık acısını kalbinde duyunca unutama beni!”


Direniş diri tutar unutamazsın zaten. Hangisi dram acaba, unutamamak mı unutacağım diye direnmek mi? Önceleri "Unutacağım işte" diyoruz.  Esmeray unutama beni diyor ya, ona inat bizimki. Melodrama bağlıyoruz. Sonra ardarda ne dramlar yaşanıyor hayatta. Bunları düşününce halimize güldüm, tabi  acı acı. 


Herkesin hayatında illa ki var bu duygu. Yetti gari bu kadar dram. Değiştiremeyeceğin şeyleri kabullenme huzuru, değiştirebileceğimiz şeyleri değiştirme gücü ve ikisi arasındaki farkı anlayabilme yeteneği ver demeli, bunun için dua etmeli.  Sürekli drama yapıyorlar da kime ne faydası var? Olanı olduğu gibi kabul edip yaşa işte. Bir gün bitecek bu oyun, bil, fark et, sev, yaşa yine.


6 Nisan 2021

Handan Kılıç





Not: Bu çalışma sanal yazı evi derslerinde koyu renkli cümleler Yonca Tokbaş tarafından verilerek, Esmeray' sesi eşliğinde yazılıp tüm cümleler tersten sıralanarak bu hale getirilirken geliştirilmiştir. Bu nedenle adı, yazıldığı gibi okunmaz her cümledir:))

Sevda Kuşun Kanadında



Ülkü Tamer şiirinde “Çok canım sıkılıyor, kuş vuralım istersen” diyor ya, düşündüm de ben hiç kuş vurmadım, yuvasını bile bozmaya korkarım bir örümceğin. 

Sapanım olmadı hiç, canımın çok sıkıldığı zamanlar da bilmem. Yani ne yapacağım diye düşündüğüm pek olmaz, hangisini yapayım derim sadece. 

Ama her daim şiir okurum hele de sıkıldığım da. Ülkü Tamer canı sıkılınca şiir yazmış. 

Sanatın zirvesi bence şiirdir. Birkaç manzuma yakın denemem var lakin şiir demeye gerçek şairleri düşünerek dilim varmaz. Ama yine de melodisi var yazdıklarımın. Şiirde melodiyi yakalamak önemli. Müzik de şiirin içinde, söz de, sanat da. İşte bu sebeple şiir her türün üstünde. 

Bu arada bilinenin aksine şairler sadece ilhamla yazmazlar. Ama ilham bir esintidir, sadece şairlerin hissettiği. O esintiden yakalarlar kelimeleri. Bazen uykuda bazen uyanık, sonra onlarla çalışırlar. Gece gündüz zihinlerindedir ve aylarca içlerinde gezdirdikleri kelimeler vakti gelince akar gider kağıdın üzerine. 

Akan her şey güzeldir. Takılan, duran, biriken her şeyse ağırlaşır, ağlatır, aratır. 

Aramakla bulunmaz ama bulanlar arayanlardır. 

Bir kuş neyi arar, bir çocuk neden bir kuşun peşinden gider. Anne çocuğun peşinden koşarsa aslında kuşun izinde midir? Kuşun, kanadın, özgürlüğün ya da bile isteye seçtiği bu tutsaklığın, sevdanın... 

Sevda kuşun kanadında, ürkütürsen tutamazsın. 
Ökse ile sapanla vurursun da saramazsın” mı diyordu Cem Karaca. 

Sapanla kuş vurmadım hiç, vurmayacağım, kimseye zarar vermeden yaşadım öyle devam etmek muradım.

Sebahattin Ali "Ruhumun dalgaları" şiirinde nasıl da güzel anlatmış kalbi kuşlar gibi insanları:

Ruhumun dalgaları koşup kabarmayınız” diye seslenmiş içine, dışına, göğe, bize.

Hayat bazen bir vurgunla kıyıya atar insanı. Belayla, sevdayla, ölümle, ayrılıkla... 
O vakit yorulur insan ve der:

Bilmediğim yeni bir masala başlasanız

Çekilse kulağımdan hatıraların dili

Eski günler artık bana yaklaşmayınız


İnsanın bunları yazması için istiab haddinin dolması gerek. Oysa Sabahattin Ali kırk bir yaşında iken öldürüldü. Şair yüreği işte, ruhunun dalgaları koşup koşup kabardığında kendini hizaya çekmek istemiş olmalı.

Ey hayaller vurmayın kalbimin sert taşına

Bütün bir hayat bile değmez bir gözyaşına

Ruhumun dalgaları köpürüp taşmayınız


Taşarsa dökülür insan, dökülürse dilinden kelimeler bir kere, bağlar yüreğini. 
Ya susmak çare midir? 
Peki yürek susmayı bilir mi, dil gibi, dudak gibi? 

Bir yola girdiysen dönmek her zaman mümkündür. Yanlış kararlar verip bedelini ödesen de seçtiğim der katlanırsın ama bir de seçmediklerin var: Kuşun kanadında bir sevda, ürkütüp tutamadığın mesela.

Canım çok sıkılıyor diyerek kuş vurmak istetecek bir deli ruh hali uğradığında “Ruhumun dalgaları koşup kabarmayınız” demeli insan tıpkı şair gibi. 

Köpükler geçene kadar beklemeli. Geçmiyorsa köpük değildir, fark etmeli. 

Taşmıyorsa içte tortu bırakır, bilmeli. 

Ruhun dalgalarının sükuna ereceği vakitler de gelecek, üzülmemeli. 

"Bütün bir hayat bile değmez bir gözyaşına" diyen Sebahattin Ali’yi hatırlamalı. 

Çok da üzerine gitmemeli hayatın, kalbin, kuşların ve çocukların... 

Durup dinlenmeli... 

Nefeslenip devam etmeli. 

Hayat ırmağı sürekli akmakta.

Handan Kılıç
5 Nisan 2021




Melankolinin Dikitleri




Uzaktan görmüştüm

Ruhundaki gölgeyi

Sıcaktı hava

Özlemiştim serinliği

Elimde fener

Hevesle daldım

Mağarandan içeri

Karanlıktı her yer

Beraber dolaştık galerilerini

İlerledikçe fark ettik

Gizli kalmış obruk ve düdenleri

Sen, benimle tanıdın

Korktuğun labirentleri

İnsan,

İnsan da görür hallerini



Bir ışık tayfıdır aşk,

Yedi renkli

Ruhun ruhumdaki parıltıyı emdi

Oyuklarında nefeslenip

Yarıklarından yol bulmuştum

Dönemedim geri

Rüzgârın uğultusuna karışan

Damlaların sesi

Ürpertse de içimi

Kaya altı sığlıklarına ulaşmak

Nefes kesici

Biriken yağmur suları

Nasıl da lezzetli

İçtikçe susadık aşkla

Kayaçlar kaygan

Hava nemli

Tek isteğimiz biraz güneşti

O ki, ısıtır, ışıtır

Hayat bayrağını dikince

Kalp kalesi kolay düşerdi



Kırmızı ateşti

Yeşil, cennet bahçesi

Gök, deniz mavi

Karışınca hepsi

Beyazdı ismi

O ki, masumiyet rengi

Saklamaz içinde günahı kiri

Siyah gibi

Ama bir ışık tayfıdır aşk

Kırıp geçirir renkleri

Ateşle cennet

Denizle hasret

Nefretle sevgi

O tayfla yer değiştirirdi



Ruhun ruhumdaki güneşi emdi

Yine de denizim ışıltılı

Gönlüm çiçek çiçekti



Elim eline kenetlenseydi

Hiç kaybetmezdik bizi

Karanlık kuytularda

Topraksız mağaralarda

Güneşsiz ormanlarda

Boy veren mantarlar gibi



Sel oldu sonra,

Galerilerinde mahsur bıraktı seni

Toprak kaydı

Güneş çekildi

Ben karanlıktan korktum

sen ışıktan

Yağmurlar kesildi sonunda

Ormanlarsa alev alevdi

Değirmeni döndürmeyen taşıma sular

kesmeyince kimseyi

Susuzluk baş gösterdi

Denize koştu herkes

Umuttu suyun kaldırma kuvveti

Kıyıda rüzgar yaktı

Susuz tenleri

Şimdi duyulan

Aç martıların çığlık sesleri

Bir de kaçışan balıkların tek sortide

Can verişleri



Güvertesiz vapurların koyu renkli camlarında

Tanıdık bir adam silueti

Sahi kimdi bu fersiz gözlerin sahibi

Yüzünde acının çizgileri

Mağaradaki gölgeleri izler gibi



Rüzgâr çanının ince sedefleri

Notaları karışmış bir şarkı söylüyor sanki

Işık mağaradan çekildiğinden beri

Her gün içinde yükseliyor melankolinin dikitleri

Hiç kesilmeyecek mi bu karanlık rüzgârın nefesi

HANDAN KILIÇ



Yazı-Yorum Dergi'nin canlı yayın konuğu oldum

  Merhaba, Yazı-yorum Dergide 6 yıl boyunca düzenli yazdım. Bir nevi evimdi. İki yaşından sekiz yaşına gelirken beraberdim. Sinema eleştiril...