Ülkü Tamer şiirinde “Çok canım sıkılıyor, kuş vuralım istersen” diyor ya, düşündüm de ben hiç kuş vurmadım, yuvasını bile bozmaya korkarım bir örümceğin.
Sapanım olmadı hiç, canımın çok sıkıldığı zamanlar da bilmem. Yani ne yapacağım diye düşündüğüm pek olmaz, hangisini yapayım derim sadece.
Ama her daim şiir okurum hele de sıkıldığım da. Ülkü Tamer canı sıkılınca şiir yazmış.
Sanatın zirvesi bence şiirdir. Birkaç manzuma yakın denemem var lakin şiir demeye gerçek şairleri düşünerek dilim varmaz. Ama yine de melodisi var yazdıklarımın. Şiirde melodiyi yakalamak önemli. Müzik de şiirin içinde, söz de, sanat da. İşte bu sebeple şiir her türün üstünde.
Bu arada bilinenin aksine şairler sadece ilhamla yazmazlar. Ama ilham bir esintidir, sadece şairlerin hissettiği. O esintiden yakalarlar kelimeleri. Bazen uykuda bazen uyanık, sonra onlarla çalışırlar. Gece gündüz zihinlerindedir ve aylarca içlerinde gezdirdikleri kelimeler vakti gelince akar gider kağıdın üzerine.
Akan her şey güzeldir. Takılan, duran, biriken her şeyse ağırlaşır, ağlatır, aratır.
Aramakla bulunmaz ama bulanlar arayanlardır.
Bir kuş neyi arar, bir çocuk neden bir kuşun peşinden gider. Anne çocuğun peşinden koşarsa aslında kuşun izinde midir? Kuşun, kanadın, özgürlüğün ya da bile isteye seçtiği bu tutsaklığın, sevdanın...
“Sevda kuşun kanadında, ürkütürsen tutamazsın.
Ökse ile sapanla vurursun da saramazsın” mı diyordu Cem Karaca.
Sapanla kuş vurmadım hiç, vurmayacağım, kimseye zarar vermeden yaşadım öyle devam etmek muradım.
Sebahattin Ali "Ruhumun dalgaları" şiirinde nasıl da güzel anlatmış kalbi kuşlar gibi insanları:
“Ruhumun dalgaları koşup kabarmayınız” diye seslenmiş içine, dışına, göğe, bize.
Hayat bazen bir vurgunla kıyıya atar insanı. Belayla, sevdayla, ölümle, ayrılıkla...
O vakit yorulur insan ve der:
“Bilmediğim yeni bir masala başlasanız
Çekilse kulağımdan hatıraların dili
Eski günler artık bana yaklaşmayınız”
İnsanın bunları yazması için istiab haddinin dolması gerek. Oysa Sabahattin Ali kırk bir yaşında iken öldürüldü. Şair yüreği işte, ruhunun dalgaları koşup koşup kabardığında kendini hizaya çekmek istemiş olmalı.
“Ey hayaller vurmayın kalbimin sert taşına
Bütün bir hayat bile değmez bir gözyaşına
Ruhumun dalgaları köpürüp taşmayınız”
Taşarsa dökülür insan, dökülürse dilinden kelimeler bir kere, bağlar yüreğini.
Ya susmak çare midir?
Peki yürek susmayı bilir mi, dil gibi, dudak gibi?
Bir yola girdiysen dönmek her zaman mümkündür. Yanlış kararlar verip bedelini ödesen de seçtiğim der katlanırsın ama bir de seçmediklerin var: Kuşun kanadında bir sevda, ürkütüp tutamadığın mesela.
Canım çok sıkılıyor diyerek kuş vurmak istetecek bir deli ruh hali uğradığında “Ruhumun dalgaları koşup kabarmayınız” demeli insan tıpkı şair gibi.
Köpükler geçene kadar beklemeli. Geçmiyorsa köpük değildir, fark etmeli.
Taşmıyorsa içte tortu bırakır, bilmeli.
Ruhun dalgalarının sükuna ereceği vakitler de gelecek, üzülmemeli.
"Bütün bir hayat bile değmez bir gözyaşına" diyen Sebahattin Ali’yi hatırlamalı.
Çok da üzerine gitmemeli hayatın, kalbin, kuşların ve çocukların...
Odanın yerini süpürürken içeriye heyecanla giren iki çocuk “Anne, bugün doğum günün ya sana yeni bir elbise aldık." diyerek paketi uzattılar.
Çoktan unutmuştu. Hatırlanmasa umursamazdı ama bu günü atlamamaları mutlu etti. Hevesle açtı hediyesini. “Ay, şarabi pembe mi bu hem de saten ne masraf ettiniz yavrum” diye çıkışsa da sevinci yüzünden okunuyordu.
“Dinle bir dakika bugün vesikalık fotoğraf çektirecektik ya biz seni de götürelim istedik hem hatıra olur.”
Kadın elbisesini incelerken gözleri parladı. İyi ki uyumuşum bu akşam, gözlerimin altı şiş çıkmaz fotoğrafta” diye düşünürken yanaklarını ovuşturdu. Ama giderek uzayan çenesini hissedince aynaya bakma hevesi kaçtı.
Kızıyla oğlu hadi hazırlan diye sıkıştırıyordu. Heveslerini kırmak istemedi, saçlarını taramaya başladı, her zamanki gibi sola ayırdı. Eskiden uzun saçları vardı ama artık kısacık kestiriyordu. Odanın kapısını kapattı üzerindekileri çıkardı, aynaya sırtını dönmüştü elbiseye girebildiğine sevindi.
Çocukların neşesini görünce “Her şeye rağmen hayat güzel” diye mırıldandı. Beraberce fotoğraf çektirecekleri o eski dükkana geldiler. Adam, maskesini indirdiğinde önce ürktü kadından, geri çekildi. Epey zamandır dışarı çıkmayan kadın birden kendini hatırladı. Yüzüne kara bir bulut çöktü. Kızı biz fotoğraf çekilecektik önce annem geçsin dedi.
Fotoğrafçı çenesinde duran maskeyi ağzına doğru çekerken içinden “Elbisesi olmasa baban sanırdım” diye söylenerek arka fonu hazırladı.
Gülümseyin dese de kadın duymadı bir daha söylemek de içinden gelmedi. Tamamdır diyerek hızlıca işini bitirip kıza geçti.
Genç kız çıtı pıtı haliyle çok sevimliydi. "Bu anneden bu kız" diye şaşkınlıkla bakarken o bütün dişlerinin göründüğü bir gülümsemeyle poz verdi. Aynı neşeli halle hemen annesinin yanına geçti. Oğlanın fotoğrafı çekilirken beraber seyrettiler, fotoğrafçı en çok onun için uğraştı. "Erkek adamsın, yakışıklı ol, haşin bak" gibi cümlelerle pozunu yönlendirince kız rahatsız oldu. “Çok can yakacak maşallah” diyerek oğlan üzerinden iltifat etmeye çalıştı ama az önce bir yavru kedi kadar sevimli olan kız birden kaplana dönüştü ve “İnsan olsun, sevsin, sevilsin, kimsenin canını da yakmasın” dedi.
Lafı ağzına tıkılan adam perdenin ön tarafına geçen müşterilerine dalaşmadan “Bir hafta sonra alabilirsiniz” diyerek uğurladı. Dışarı çıktıklarında hala arkalarından bakıyordu. “Ne güzel çocuklar, Allah çirkin şansı versin diye boşa demiyorlar, demek adam yakışıklı, güzel müzel de kızın dil pabuç kadar, tam dayaklık” diye mırıldanarak dükkanın önüne iki maşrapa su döktü.
Ne zaman annesiyle bir yere gitse insanların acayip bakışlarına maruz kalan kız neşeli görünmek için fazladan çaba harcıyordu. Yorulsa da bu gün moralini hiç bir şey için bozmadan annesini gezdirmeye kararlıydı. Babasının onları bırakıp gittiği vakitten beri iyice içine kapanmıştı annesi. Bunun için “Biraz yürüyebilirsen sahile gitmek istiyoruz” diye ısrar etti. Başını sallayınca koluna giren kızı ve elinden tutan oğluyla kıyıya kadar geldiler. Kadın bunca zaman sonra dışarı çıkmanın verdiği şaşkınlıkla halini ve hastalığını unuttu. Herkes yüzündeki maskelerden şikayet etse de kadın içten içe sevinçliydi. Her şeyi örtüyor bu maske diye düşündü, güzelliği de, çirkinliği de.
Martıların çığlıkları, koşuşan çocukların cıvıltısı, bisiklet sürenlerin neşesi, kıyıda oturmuş denizi izleyenlerin huzurunu görünce iki çocuğunu omuzlarından sıkıca sarıp göğsüne bastırdı. “İyi ki geldik. Ne güzel bir armağan oldu bugün bana” dedi saçlarından öptü.
Boş buldukları masaya oturdular. İçinden aylar sonra denizi gördüm bazen yakın da uzaktır diye geçirirken kocasını hatırladı. Gözlerini kıpırtısız denize dikti içinde yükselen dalganın altında kaldı bir an. Hali kızının gözünden kaçmadı ama ses çıkarmadan elini tuttu.
“Anne bugün senin doğum günün böyle üzgün olmanı istemiyoruz” diyen oğluna sıkıca sarıldı.
Masaya çaylar geldi. Kadın yudumlarken günlerdir çay bile içmediği hatırladı. Hiç bu kadar özlememiştim diyerek bir dikişte bitirdi. Dünya varmış, gök, deniz, çocuklar, martılar meğer dışarıda hala hayat varmış" diye mırıldandı.
"Eylem insanı başka oluyor severim böyle hareketli adamları, Allah’tan kızım öyle. Kararlı ve inatçı. Düşünür ve uygular, beni buralara sürüklemeyin demiştim ama iyi ki gelmişim" diye düşünürken deniz kokusunu içine çekti.
“Yorulduk ama değdi, diyeceğimiz bu güzel günü bize armağan ettiğin için çok teşekkürler anne iyi ki doğdun iyi ki bizimle geldin, iyi ki annemiz oldun” derlerken çaylar yenilendi. Garsona işaret ederek sürpriz pastayı istedi kız.
Gözlerinde yaşlarla pastasındaki mumları üflerken çocuklarıyla beraber daha uzun yıllar geçirmeyi diledi. Tabağındaki dilimi yerken gülümsemeye zorladı kadın kendini. İstese de gülemez olmuştu bu hastalık yüzünden. Gülmek, ağlamak hatta konuşmak hep eziyetti. İnsanların soruları da yorduğundan nicedir kendini eve kapatmıştı. Ama o gün orada ilk defa insanların ne düşündüklerini umursamadan keyifle oturmayı başarınca karar verdi: Bundan sonra her gün evden çıkıp yürüyecek, maskeli suratlarına bakıp bu sefer o gülümseyecekti.
Bu gün #coronanın ülkemize gelişinin yıldönümü :)) Bunaldık mı, elbette ama sağlık çalışanları kadar değil. Kardeşim misal sekiz aydır boğazı görmedim güya İstanbul'da yaşıyorum dedi. Daha kötü şartlarda çalışanlar da var. Ama bizler de nefeslenmeye hasret kaldık. Ve kendimizi yasakların gevşediği dönemde dışarı attık. Umarım hastalık yayılma hızı ciddi oranda yükselmez ama durum parlak değilmiş.