Önceki günkü yazıda yolumuz
yol değil demiştik. Şimdi devam edelim.
Sosyal medyada geçen sürede
aslında kafa dağıtmak isterken dikkatimizi dağıtıyor, yer yer sinirlenip
kıskanıyoruz. Evde kapalı isek, dışarıda gezenler gözümüze batıyor, diyette
isek, yiyip yiyip kilo almayanlar canımızı sıkıyor.
İnsan özünde her şeyin iyisi
kendisinde olsun isteyen bencil bir varlık. Zaten bu yönlerimizi fark edip
yontmak, kendimizden kendimizi doğurmak için okuyup gelişmek zorunda değil
miyiz?
Ama öne çıkan insanlar öyle
çukurlaştı, dikkatleri öyle dağıttı ki artık herkes kendini onlara bakıp ermiş
falan sanıyor. Hangi çileyi çektin diye sorsan on saniye açılmayan siteyi
bekledim diyecek insanlar var. Sabır da, sevgi de, emek de, başarı da
başarısızlık da her şey ama her şey internetimiz kadar hızlı anlam değiştirdi.
Mesela sosyal medya hesaplarımda
sürekli takipçi isteği alıyorum. Kimmiş, neymiş diye bakıyorum, ya bir ürünü
satan insanlar oluyor ya da parodi hesaplarla takipçi kasanlar. Gezdiği yerleri
anlatan, yediklerini paylaşanlar da çok revaçta. Doğal olmak adına nezaketsiz, inceliksiz
odunluklarını sunanlar da beğeniliyor.
Her şey görmek ve görünmek olunca
çoluk çocuk herkes kamerayı açıp canlı yayın yapıyor, kendince bir şeyler
söylüyor. İşin ilginç yanı dinleyici de buluyor.
Kitap okumayı sevip o alanda var
olmak isteyen çocuklar da, internetin hızına yetişmek için daha okumadan,
özümsemeden o kitabı tanıtma sevdasıyla bu alemde kendine bir mecra açmaya
çalışıyor. Ama sonra Sait Faik'in Abasıyanık kitabı diyerek yaptığı yanlışla
acımasız, üretmeden tüketmenin peşinde bir linç ekibinin hazır beklediği sosyal
medyanın diline düşüyor.
Yaptığı hataya gülenler acaba kaç
kitabını okudu yazarın bilinmez ama herkes sadece gülmeyi ve para kazanmayı
düşündüğü, kendinden kötülerin varlığını görüp vicdanını rahatlattığı için
toplum olarak her gün daha aşağı çekiliyoruz.
Bir de toplum içinde, gözünün
önünde yaşanan her hadisede susmayı seçip buradan farklı isimler altında her
şeye itiraz edenler var ki, "Aman sende"ci bu toplumda ölmemiş
vicdanlarını susturmanın yolunu bu şekilde buluyorlar. Bir nevi nefes almaya
çalışıyorlar ama üretime kötülüğe dur demeye pek de faydaları olmuyor.
Sonra, duyduğumuz haberler
tüylerimizi ürpertiyor. Ama içi boş ağaçlar çabuk devrilir. Kurtların kemirdiği
hangi bitki yeşil kalıp çiçek açmayı başarabilmiştir, düşünmüyoruz.
Çoluk çocuğun suçu yok. Herkes bu
hastalığa tutulunca, kültürü video çekmek, canlı yayın yapmak sanmaları çok
doğal. Onlar bu hayatın içine doğdular.
Yayınevleri de ticari düşünmekte
haklı. Sosyal medya fenomenlerinin popülerliklerinden faydalanmakta
gecikmiyorlar.
Kapağını açmadıkları kitapları
tanıtanlarla doldu ortalık. O takipçi sayılarına nasıl ulaştığını
kestiremediğim, "-de" yi ayrı yazamayan ama her gün başka, hatta bir
kaç kitap tanıtan insanlar var. Ne vakit okudun, özümsedin, üzerine düşündün ve
kendine yeni cümleler edindin de, diğer kitaba geçtin. Madem o kadar çok
okuyorsun neden bu kadar kötü konuşuyor ve yazıyorsun? diye sormak kimsenin
aklına gelmiyor.
Zaten popüler kitapların
okuyucularına bir şey demiyorum. Uyandım, osurdum vs edebimin müsaade
etmeyeceği şeyleri yazıp müthiş yazar diye kendini tanıtan insanları okuyarak
nereye varabilir bir toplum bilmiyorum. Zaten topluca bir digital çılgınlık,
tanımlanamaz bir bıkkınlık, boş bir yorgunluk yaşadığımız şu günler nasıl
bitecek artık kestiremiyorum. Bunu düşünen insanlar da umutsuzlukları
heybelerinde yavaş yavaş kendine çekiliyor.
İnsanı insan yapan asli kurucu
kitaplar vardır. Ancak böylesi nitelikli bir okuma çabası ile, suretinde
yaratıldığı insana yürür. Doğmak, var olmak değildir. Ontolojik olarak
kendinden kendine yol bulmadan hiç bir yolculuğu bitiremez insan. Bu yolculuk meşakkatlidir
ve bu gün de eğlendik hadi uyuyalım mantığı ile yürünmez. İnsanlık, dediğimiz
şey uzun bir yolculuk. Vaktini sosyal medyaya harcamak da ben yoldan gönüllü
çıktım şarkısını söylemenin başka bir şekli.
Tarımın bittiği, dolayısıyla,
kanserin, unutkanlığın, adını yeni duyduğumuz bir çok hastalığın yaygınlaştığı
günümüzde nasıl parası ve imkanı olanlar köylere dönüp organik tarımla
ilgileniyorsa kendini her türlü medyanın beyni felç eden saldırısından korumak
isteyenler de, en azından akşamdan akşama kendince belirleyeceği bir süre bu
mecralardan uzak durarak arınmalı. Kendine dair bir şeyler yaparak, pasif
izleyici koltuğundan kalkıp kendi yolunda yürümeli ki, hayatının amacına doğru
yol alsın.
İşte ben de, blogların devri
kapanalı çok olsa da, hala burada yazma inancımı kaybetmedim ama biraz daha
fazla kendime vakit ayırayım, zaten yazsam da okuyan kaç kişi var, kaç hayata
dokunabiliyorum blogta diye düşünüp uzaklaştım.
Yoksa yazmaya kalksam, her güne
düşen dert sayısında rekor kırdığım bir dönemden geçiyorum. Buraya yazmak
yerine dertlerimi sabır sosu ile içimde dinlendiriyorum. Eğer şansı yaver
giderse, bu günler günü geldiğinde kelimelere bürünüp yeni kitaplardan başını
uzatıp gülümser size.
Şansı yaver giderse diyorum,
çünkü dünya var olduğundan beri kim bilir kaç kişi, nitelikli yazmasına rağmen
hak ettiği değere ulaşamadı, o gün tanınanlar kaç nesil okundu, nasıl yaşadı,
nasıl öldü bilmiyoruz. Aslında sosyal medya fenomeni kadar da merak etmiyoruz.
İşte bunun adına da yaşamak diyoruz.
Kendinize fırsat verin,
elinizdeki telefonları bir kaç saat bari kenara bırakıp aileden, işten, evden,
çocuklardan arta kalan zamanda ki bu çok çok kısıtlı bir vakit oluyor, kendiniz
için bir şeyler yapın.
Hayatımızı israf etmeyecek kadar
dolu yaşayabilmek umuduyla...
Not : Bu yazı ilk kez 1 Mart 2018
tarihinde kaleme alındı. O günden bu güne gerek sosyal medya gerek hayatımdaki
zorluklar itibariyle güncelliğini koruması çok acı olsa da üzerine çok
düşünülmesi gereken bir konu olduğundan yayınlandı.