İşte
daha başında okuru yakalayan bu cümlelerle açıldı Hayat Hanım’ın dünyası. Şahane
bir girişti.
Kitap
bittiğinde gönül rahatlığı ile şunu söyledim: İyi bir eserde olması gerekenler
ne derseniz bu kitabı gösterir, analiz ederek okuyun derim.
Muazzamlığını
sadeliğinden alan bir hikâye, “Kahramanın sonsuz yolculuğuna” örnek bir
anlatım. Çemberi tamamlayıp yeniden evine/kendine vardığında değişen dünyası
ile yeni bir insana dönüşen kahraman. Adeta yaratıcı yazarlık derslerinde örnek
metin olarak okutulabilecek bir kitap yazmış usta romancı Ahmet Altan.
“2021
Femina Yabancı Roman Ödülü” ile “2021 Transfuge En iyi Avrupa Romanı Ödülü”nü
alan kitap birçok dilde yayınlandıktan sonra yazıldığı dilin okuyucuyla 15
Kasım’da buluştu. Yazarın diğer kitapları gibi Everest Yayınlarından çıktı.
Hayat
Hanım romanının bir editörü yok. Çünkü yazım süreci cezaevi koşullarında
gerçekleşti. El yazısıyla kaleme alındı, her sayfası “Görülmüştür” damgası ile
dışarı çıktı. Dolayısıyla temize çekenlerin zorlanmaması, yazılanları rahat
okuyabilmeleri için kısa cümlelerle yazıldığı Ahmet Altan’ca belirtildi. Böylece
ekonomik bir dil kullanıldığını görüyoruz. Dijital dünyanın dikkatini azalttığı
okur için kısa bir metnin çıkması avantajdı. Yazarı için ince sayılabilecek bu
kitap metnin arasından ruha sızan hislerle öyle kuvvetliydi ki toplamda iki yüz
on sekiz sayfa okusanız da etkisinin günlerce süreceği belliydi. Benim için de öyle
oldu.
İyi
kitaplarda olan o akıcılık, eline alıp bırakamadan devam etme isteğini epeydir
bir kitapta bu kadar güçlü duymamıştım. Hem bir çırpıda okumak hem de
bitmesinden korkarak yavaşlamak. Bir noktada durdum, kitabı kapatıp kaldırdım.
Hissettirdiği duyguların içinde biraz daha uzun kalmak istedim, birkaç gün
ruhumda demlenmesi için süre tanıdım kendime.
İki
edebiyat öğrencisinin yarenliği üzerinden devam eden romanda diyaloglar bolca
kullanılmış. Mitoloji kahramanları ve dünya edebiyatının seçkin romanlarından
alıntılarla yapılan tartışmalar da yazı/okuma ile ilgilenenler için rehber
niteliğinde. Tabi ki asla didaktik tarzda değil. Kaynak sıkıntısı yaşanan zaman
ve mekânda yazı işleri ile ilgilenmeyen okuru da yormayacak şekilde metne
yedirilmiş olması tam bir ustalık göstergesi.
Hayatları
bir günde değişen iki tecrübesiz gencin yaşamı öğrenirken birbirine tutunması,
acıların yakınlığı arttırması ve romana adını veren aslında çok ayrı dünyaların
insanı olan Hayat Hanımla yollarının kesişmesi. Bunca farklı karakteri aynı hikâyede
buluşturan ortam, çevre şartları hepsi öyle güzel, öyle düzenli yerleştirilmiş ki
kaleme hayran olmamak elde değil.
Mekanların
usul usul metne girişi, sonuna kadar yaşayışı ve Çehov’un klasik söyleminde “Duvarda
asılı tüfeğin ileriki bölümlerde patlaması” kuralına riayet. Yani, bir hikâyede
kullanılan her ögenin zorunlu olması gerektiğini ve ilgisiz unsurların
kaldırılmasını belirten bu dramatik ilkenin kusursuz uygulanışı. Gereksiz
tasvir, betimleme gibi unsurların, metnin içine hiçbir şekilde girmeyerek
"Hatalı vââtler" vermemesi gerçekten önemlidir malum.
Metne
bir şekilde dahil olan karakter ve tiplerin hepsinin hikayesinin ana
karakterleri güçlendirecek şekilde akması, çember tamamlanırken de usulca
toparlanıp insan, mekân, atmosfer bütünlüğü ile değişimin görünürlüğüne katkı
sunulmasını çok başarılı buldum.
Edebiyatın
hayatı etkileme gücünün de tartışıldığı kitapta bu kadar sade biçimde hüznün,
çaresizliğin anlatılması da etkileyiciydi. Tabi şartlar ne kadar kötü olursa
olsun insanın dayanacak donanımda olduğunu göstererek umudu taze tuttuğunu da
söylemek gerek.
Arka
kapakta da giriş cümlesinden ilhamla aktarıldığı gibi bu kitap “Herkesin
lunaparklardaki atış poligonlarında duran kukla hedefler gibi bir vuruşla
devrilip kaybolma ihtimali ile yaşadığı günlerde aşkın dönüştürücü gücüne” yeniden
inandırıyor insanı.
Kitap
Türkiye’de basılmadan önce yazarı ile yapılan bir YouTube söyleşisinde Ahmet
Altan içeride üç kitap yazdığını söylüyor. Bu romanı kaleme aldığı vakitlerse
sık sık henüz kapanmamış olan eski FlashTV’yi izlediğinden bahsedince dikkatimi
çekti. Çok seyrettiğim bir kanal değildi ama ara sıra parmaklıklar ardında
çekilen bir programa rastlamış Dilberay adlı bir sanatçının içli şarkılar
söylediğini görmüştüm. Yazar da cezaevinde olunca romanın parmaklıklar ardında
geçeceğini düşünmüştüm. Televizyonda bu konsepte programlar yapılırken hatta cezaevi
temalı diziler yurtiçi ve yurtdışında çok revaçtayken kitapta da konu bu
olabilirdi. Ama okuyunca gördüm ki cezaevi kelimesi bile neredeyse hiç
geçmiyordu. Birkaç yerde tutuklananlardan bahsedilmişti o kadar.
İşte
o zaman yazmanın özgürleştirici gücünün gerçek bir yazarı mekândan,
yaşanılanların sarsıcılığından koruduğunu, soğuğun, sıcağın korkutmadığı gibi bir
şekilde beslediğini gördüm. O, içeride iken dışarıyı, dışarıdakilerden daha iyi
yazacak kadar hayal gücü, kalem ustalığı ve entelektüel birikime sahip kırk
yılı aşkın süredir yazan bir romancıydı ne de olsa. Dil gücüne, şartlara göre
değişmeyen tavrına şapka çıkardım.
Kadını,
aşkı kadınlardan iyi anlatan en başarılı romancılardan olduğu zaten kendisini
seven, sevmeyen herkesin kabulü iken ustalığı sayesinde edebiyatla hayatı,
yazmakla yaşamayı, aşkla sevgiyi belli bir ritimde dans ettirdiği satırları
hayranlıkla okudum. Aşka yeniden inandım. Geçtiğimiz yerlerde ruhuna
dokunduğumuz insanlarda hep yaşadığımızı bir kez daha hatırladım.
Roman
yazmak üzerine yoğunlaştığım bu vakitlerde kitabı sadece okur gözüyle değil
yazım tarzına dikkat ederek okuduğumdan duygularımdan ziyade teknik
sayılabilecek başlıklar üzerinden değerlendirmelerde bulundum. Henüz kitabı okumayanları
düşünerek konuya dair fazla bir şey yazmadım.
Kalemin
cesaretle birleştiğinde bir romancıya, yazının ruhunda olmazsa olmaz o
özgürleştirici gücü verdiğini gördüm.
Edebiyat,
hayatı bir çırpıda değiştirmiyordu elbette ama hepimizin yaşarken bir başkasına
dönüştüğü bu yolda beraber yürüdüğümüzü anımsatıp yalnız değilsin diyordu.
İnsanın kalabalıkta ya da bir başına, sosyal medyada binlerce takipçili ya da
değilken hiç fark etmez, yalnızlığın pençesinde can çekiştiği zamanımızda bu da
az bir kazanım değildi. Hem roman dediğimiz sanat insan ruhuna tuttuğu
projektörle, aydınlık ve karanlık yanlarını gösterirdi. Böylece kendiyle yüzleşme
cesareti bulan insan, daha çıkması gereken çok basamak olduğunu hatırlar,
edebiyattan aldığı güçle harekete geçerdi.
Kalemini
özlediğimiz yazarın, nice eserini daha, keyifle okuyacağımız güzel günlerde
beraber olmayı dilerken nerde olursa olsun özgür olan kalemini hep “Dışarda”
oynatmasını temenni ediyorum.
Handan
Kılıç
Not: Bu yazı ilk kez Medıum Türkçe Yayın adresinde, ikinci olarak da Edebiyatblog sayfasında yayınlanmıştır.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder