BİR UYUSAM

 


Uçağa biner binmez defterini çıkarıp yazmaya başladı:

Kapıyı çarpmışım arkamdan”  Bir ara bu serzenişi çok duyardım. Liseye başladığım zamanlarda çok çarpardım kapıları. Bazen öyle şiddetli olurdu ki kapının kenarından parçalar dökülürdü. Aslında parça parça olan bendim her seferinde ama lafı da ben yerdim. “Kötü örnek olma” diye. 


Ömür boyu "Bir örnek insan" lardan haz etmedim ama örnek evlat, örnek insan, örnek vatandaş, mesleğinde örnek bir mensup olmak için çaba sarf ettiğimi itiraf etmeliyim. Olmadı, ne yapsam, ne kadar kendimi yok sayıp fedakarlık yapsam da yetmedi. Ben de bir gün, hayat canıma tak ettiğinde hepsinden istifa ettim, kendim olmaya, hayat yolunda kendi hızımda ilerlemeye karar verdim. Örnek olmak, örnek almaktansa oyun arkadaşları bulup eşit şartlarda oynamak fikri cazip geldi. Ama kolay bir iş değildi. Oyun oynamayı, oyunbozanlığı, hatta oyunun ne olduğunu unutmuştum. Belki de evcilik oynarken bebeğimi beslemek, minik tencerelerimi yemeklerle doldurmak dışında bir şey öğrenmediğimden, bileğe bağlı topaç geldikçe zıplayıp yanmamaya çalıştığım yakar toplar, istoplar, çin lastiği, düz lastikle bağlanıp düğüm çözmek dışında oyunları bilmediğimden hayat oyununun da dışında kalmıştım.    


"İyi örnek” olma yolunda ilk vazgeçtiğim alışkanlığım kapıları çarpmak olmuştu sanırım. İnsanın ana babasına yaptığı nazı, niyazı, isyanı başka kimseye yapamayacağını erken öğrendim. İlla şehrimden gideceğim diyerek evden ayrıldığım üniversite yıllarında kapıyı çarpıp çıkamaz olmuştum.  


Gidememek, kalamamak, dönememek, varamamak olduğum her yere yabancılaştırdı beni. Kimle, nerede olursam olayım yalnız, yabancı, aidiyetsiz hissettim kendimi. Yabancılık direncimi kıran o kadar az insan oldu ki, onlarla geçirdiğim zamanları altın sırmalı bohçalara sarıp kalbimin en derin odalarında, oymalı sandıklara kaldırdım. Çok ihtiyaç duymadıkça açmadım. Ama bu aralar o kadar yorgunum ki, acil durum çekicini kullanıp o camı kırabilir, çalan alarmlara aldırmadan hazineme koşabilirim. Ne zaman kapağını aralasam naftalin kokusu yayılan bir sandık anıdan daha zengin kılan bir hazine var mı? Özlemden burnumun direklerini sızlatan insanlarım. Bazen o eski kavuşmaları çok arıyorum. Başımı şu uçağın camına dayadığım gibi kucağına koysam benden şefkatini esirgemeyen, kalbinde yer ettiğim samimi bir dostun, bana masal anlatsa ve dinlerken uykuya dalsam... Belki dışarı duyulmasa da içimde gürültü yapan kapıları çarpmama gerek kalmazdı. Yeniden büyürdüm usul usul. Bu sefer kendimi tanıyarak, benimle tanışarak. O vakit örnek olma belasına da düşmezdim, örnek kalacağım diye çırpınırken kırmızı kart yiyip saha dışına atılmazdım. Her şey için çok geç."


Derin bir nefes aldı. "Hem rötar yaptı, hem neden hala kalkmıyor bu uçak? Yanım boş olsa bari" diye mırıldanırken onu gördü. Defteri kapatıp hızla çantasına koyarken söyleniyordu: "Hayır ya, lütfen buraya gelmesin. Of, of... Bende şans olsa zaten..."


“Oooo, dostum ne güzel denk geldik”


“Sen de mi geliyorsun?”


“Geliyorum tabi hemşeriyiz unuttun mu?”


“Sonradan memleketli” 


“Öyle tabi ama ben daha burayı gördüğüm gün yerleşmeye karar verdim, senden önce yazlığı da aldım hatırlasana”


“Unutmuşum, ne zamandır iş, güç, telaş arasında yazları bir haftalık kısa ziyaretler dışında gidemedim ki memlekete” 


“Ben her hafta gittim, uzun yol var demedim atladım arabaya, aldım çocukları, gittim gezdim”


“Vallahi bravo bir şehrin kıymetini sahipleri değil sahiplenenleri bilir zaten”


“Sevmek değil mi o, sahiplenmek sevmektir, seviyorum bu şehri”


“Sevmek özgür bırakmaktır bence”


“Dönerse senindir muhabbetine girme şimdi döner Ankara’nındır”


“Ha, ha, ha, Böyle mi devam edeceksin yol boyu biraz uyumama müsaade eder misin?”


“Daha kalkış bile olmadı ne uykusu bu saatte?” 


“Kış uykusu uzun uzun dinlendirecek bir uyku işte. Rüyama sadece sevdiklerimin, özlediklerimin, sırmalı bohçalarda sandıklara sakladıklarımın gireceği, yağmurların dineceği, çiçeklerin baharla buluşacağı zamana hazırlayacak bir uyku...”


“Yine edebiyat yapıyorsun boş boş ama epey yorgunsun demek, peki sustum, hadi bakalım, iyi uykular, tatlı rüyalar”


Gözlerini kapadı, kulaklığını tıkaç niyetine kullanırken sırmalı bohçayı araladı, anıların kucağına uzandı, bembeyaz bulutlar arasında dolaşırken duyduğu tek ses masallar anlatmaya başlamıştı. 


Handan Kılıç 


2/2/2021

İzmir

2 yorum:

  1. Çok güzel kaleminize sağlık. Sevgiyle kalın.

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. teşekkürler, küçürek öykülerin hem okuması hem yazması keyifli

      Sil

Bırak Dağınık Kalsın sitesinde Çam Ağacının Gölgesinde vardı

  *Çam Ağanının Gölgesinde, Handan Kılıç’ın 2022 yılında çıkan romanı. Yazarın bu ilk roman fakat daha önce yayınlamış öyküleri var. Bir ilk...