Dolabı açtım, gözüme ilk turuncular, sarılar çarptı. “Meyveler
dalından” demişti, manav; mandalinaları, limonları Gümüldür’den, kendi
bahçemden getiriyorum, devamı yok.” Gerçekten lezzetliydi.
Sahi dalından kopararak hangi meyveyi yedim en son diye düşündüm; büyük aşkım karaduttu tabi. Teyzemin bahçesinden taşan dallar asfaltı kırmızıya boyamıştı. Merdiven var orada çıkın toplayın deyip balkondan gözlerini ayırmadan bakınca boyumun yetiştiği yerlerden birkaç tane aldım bırak dedim şimdi midemize oturur çok da koparmayalım. Oysa ben karaduta hiç doymazdım. Kilolarca bulsam havalara uçardım. Olmadı dondurmasını alır yine de vazgeçmezdim, karamdan, dutumdan. Ama bazı insanlar tavırlarıyla doyuruyorlar insanı. Ne tat bırakıyorlar ağızda ne bir parça umut yürekte.
Peki dalından ilk ne kopardım diye düşündüm. Tabii ki üzüm geldi
aklıma. Şehrin içindeki evimiz bahçeliydi Dört beş tane meyve ağacı vardı ve
elbette asma, üst katın balkonuna doğru tırmanırdı. Ama yeterince güneş
görmediğinden olsa gerek tatlanmazdı erkenden toplar, bamya pişirirken
kullanmak üzere koruk olarak saklardık. Hafta sonları dedemin Kemalpaşa’daki
bağına gittiğimizde hem kirazlar hem üzümler, armutlar dalında bizi beklerdi.
Kulağımıza küpe yaptığımız kirazların tadı başkaydı. Belki çocukluk belki
geçmişe özlem, o lezzetler yok şimdi. Yine de Kemalpaşa kirazı gibi yoktur.
İzmir Üzümü de eşsizdir. Çekirdeksiz, beyaz, tane tane lezzet baloncuğu.
Yaprağı da ipek gibi olur. Annem balkonda otururken bile uzanır, asmanın
yapraklarından toplardı. Bağa gitti isek işimiz iş. Saatlerce sar, iki dakikada
bitirsinler. Ah kadınlar, ev işleri hiç bitmezken, bir de mutfakta ömür
geçirsinler.
Üzümü, pekmezi, sarmayı, dolmayı, kirazı, vişneyi, reçeli
kompostoyu severim de, hepsinin mutfakta saatler süren işler başımıza açması,
sonra bir de dünyadaki varlıklarını vücudumuza yerleşerek devam ettirme
gayretleri var ki pişirme zahmetinden daha ağır ödetir bedelini. Sırf bu yüzden
vazgeçtim çok şeyden, istemeye istemeye...
Bu kadar çok şekerli şeyi sevdiğimden mi, “Aman tadımız kaçmasın
Ali Rıza Bey” modunda yaşıyorum acaba? Her gün şu ülkede neler oluyor bitiyor,
hayatlarımızda neler değişiyor, büyük kırılmalar, küçük yoksunluklar, yer
sarsıntıları, korkular, nefessiz kalışlar, umursanmazlıklar, hepsi
üstüste geliyor da, “Ben hala tatlı yiyelim, tatlı konuşalım” diyerek alttan
alıyorum dünyayı.
Galiba bu, ülkedeki eril dilin kadını, bahçeye, mutfağa, meyveye,
sohbet muhabbete, medyanın buyurduğu vücut ölçülerine mahkum edip, sağlıklı kal
ki, dünyayı sırtlan demesinin bir sonucu.
Aslında gidip tatlı yiyorsak, tatlı konuşamadığımız, tatlı
yaşayamadığımız için değil mi?
Bugünlerde tatlıyı bıraktım, meyveyi, eril tahakkümleri, gereksiz
tahammülleri, sevgisiz taş kalpleri... Tatlısız kalınca dilim ekşidi, her an
kavgaya hazır mıyım? Yok yok bunlar hep gökteki sıkışıklıktan. Yine bin tane
gezegen dizilmiş yan yana boğazımızı sıkıyor, yeri göğü hoplatıyor, kalbimizi
darlıyor. Hem ben kavga edemem zaten, kavgayı bırak intizar bile edemezdim de,
artık edeceğim. Merhametsizlerin bir damla merhamete muhtaç kalmalarını dileyeceğim
mesela.
İnsanların açlıktan hayatından vazgeçtiği, soğuktan sokaklarda can
verdiği, küçük çocuklu kadınların eften püften iddialarla tutuklanıp
tecavüzcülerin tahliye edildiğinde davullarla karşılandığı bu yerde ben de ah
edeceğim! Umarım etkin bir yoldur da hakkı zayi olmaz ezilenin.
İnsan insanı severse kötü huyuna da tahammül eder. Başta kötü
olduğunu fark etmez, anladığında gerçeği iş işten geçmiştir gidemez. Sabreder
sonra... Ama bazıları hiç sabrı hak etmiyor. Çay kadar demlenmemiş halleriyle
çiğ çiğ kokuyorlar konuştukça.
Ahkam kesmeler, bilmem neler, hepimizin karnı tok artık lafa, söze,
kana, katile, her şey güllük gülistanlık diyenlere. Neredeyse her mahallede
pekmezini akıtmadıkları kadın kalmadı. Elini kolunu bağlayıp evini ateşe
verdikleri kadınların sevgilisi olduklarını iddia ettiler. Öz çocuğunun, aynı
yatağa girdiği kadının üzerine kaynar su dökerek, genç kızları plaza
camlarından atıp kameraların bozulduğu yerde önüne geleni döverek mi Kaf
Dağının ardında kalmış muassır medeniyet idealine koşacağız? Evinin önünden
arabasına binerken kaybolan adamlar, çocuklar nerelerde? Yoğunluğundan takibi
imkansız hale gelen şiddet, kan, ve acıdan haberdar bile olamazken, kaldırımda
delik ayakkabısı ile yatan insanların üzerine gazete örtülürken, yanından
çekip gidenler de mesul değil mi bunca çirkinlikten?
Arkadaşım haklı, hiçbir şeyin değeri yok bu topraklarda hele de
insanın. Çünkü en çok ondan var, her türlüsü, eğitimlisi, işsizi, akademisyeni,
köylüsü, efendisi, doktoru, kölesi, işçisi hepsi eşitleniyor,
değersizleştirilerek değersizleştirmeyi öğreniyor, öğretiyor ve çarkın
dişlileri ezerken bir masumu, koca bir hayatı çaldığını düşünmüyor kimse. Bir
çocuk ölürken, bir baba kaybolurken, bir kadın tecavüze uğrarken annesi,
babası, kardeşinin de aynı acının taşıyıcısı olduğunu, mezara, yokluğa, onu
seven herkesin mahkum edildiğini kimse düşünmüyor. Kendi başına gelmeden acıyı anlamıyor.
İdraki açık olanlar da yorulup zihninin içine çekiliyor.
Dünya adil bir yer değil ama bir gün herkes hakkını alır, davasını kazanır, tazminatına da acı acı bakar. Çünkü o güne kadar kaybettikleri ağzında tat, gönlünde murat bırakmamıştır. İşte tam da bu yüzden arkadaşım haklı, sadece insan olduğu için saygı gördüğüne şaşıracak kadar bu topraklardan... Hukukçu iken bile kendini ezilmiş bir üzüm gibi hissediyordu burada. Şimdi umudu var, dışına dışına konuşunca yürüyeceği yolları, gezeceği ormanları var. Ya biz, dilimiz ağzımızın içinde büyürken ne pekmez olduk ne reçel. Ya vaktinden evvel koparıldık, koruk kaldık, ya da ezilip bir köşeye atıldık, tatlanamadan sirke olup mayalandık. Oysa mevsiminde tane tane dolacak ballı üzüm kalsaydık, toprağın bereketini, dallarımıza taşısaydık hem damakta hem gönüllerde çeşit çeşit hallerle taht kuracaktık. Yazık oldu, çok yazık...
Dolabı açtım, gözüme ilk turuncular, sarılar çarptı. “Meyveler
dalından” demişti, manav; mandalinaları, limonları Gümüldür’den, kendi
bahçemden getiriyorum, devamı yok.” Gerçekten lezzetliydi.
Sahi dalından kopararak hangi meyveyi yedim en son diye düşündüm;
büyük aşkım karaduttu tabi. Teyzemin bahçesinden taşan dallar asfaltı kırmızıya
boyamıştı. Merdiven var orada çıkın toplayın deyip balkondan gözlerini
ayırmadan bakınca boyumun yetiştiği yerlerden birkaç tane aldım bırak dedim
şimdi midemize oturur çok da koparmayalım. Oysa ben karaduta hiç doymazdım.
Kilolarca bulsam havalara uçardım. Olmadı dondurmasını alır yine de
vazgeçmezdim, karamdan, dutumdan. Ama bazı insanlar tavırlarıyla doyuruyorlar
insanı. Ne tat bırakıyorlar ağızda ne bir parça umut yürekte.
Peki dalından ilk ne kopardım diye düşündüm. Tabii ki üzüm geldi
aklıma. Şehrin içindeki evimiz bahçeliydi Dört beş tane meyve ağacı vardı ve
elbette asma, üst katın balkonuna doğru tırmanırdı. Ama yeterince güneş
görmediğinden olsa gerek tatlanmazdı erkenden toplar, bamya pişirirken
kullanmak üzere koruk olarak saklardık. Hafta sonları dedemin Kemalpaşa’daki
bağına gittiğimizde hem kirazlar hem üzümler, armutlar dalında bizi beklerdi.
Kulağımıza küpe yaptığımız kirazların tadı başkaydı. Belki çocukluk belki
geçmişe özlem, o lezzetler yok şimdi. Yine de Kemalpaşa kirazı gibi yoktur.
İzmir Üzümü de eşsizdir. Çekirdeksiz, beyaz, tane tane lezzet baloncuğu.
Yaprağı da ipek gibi olur. Annem balkonda otururken bile uzanır, asmanın
yapraklarından toplardı. Bağa gitti isek işimiz iş. Saatlerce sar, iki dakikada
bitirsinler. Ah kadınlar, ev işleri hiç bitmezken, bir de mutfakta ömür
geçirsinler.
Üzümü, pekmezi, sarmayı, dolmayı, kirazı, vişneyi, reçeli
kompostoyu severim de, hepsinin mutfakta saatler süren işler başımıza açması,
sonra bir de dünyadaki varlıklarını vücudumuza yerleşerek devam ettirme
gayretleri var ki pişirme zahmetinden daha ağır ödetir bedelini. Sırf bu yüzden
vazgeçtim çok şeyden, istemeye istemeye...
Bu kadar çok şekerli şeyi sevdiğimden mi, “Aman tadımız kaçmasın
Ali Rıza Bey” modunda yaşıyorum acaba? Her gün şu ülkede neler oluyor bitiyor,
hayatlarımızda neler değişiyor, büyük kırılmalar, küçük yoksunluklar, yer
sarsıntıları, korkular, nefessiz kalışlar, umursanmazlıklar, hepsi
üstüste geliyor da, “Ben hala tatlı yiyelim, tatlı konuşalım” diyerek alttan
alıyorum dünyayı.
Galiba bu, ülkedeki eril dilin kadını, bahçeye, mutfağa, meyveye,
sohbet muhabbete, medyanın buyurduğu vücut ölçülerine mahkum edip, sağlıklı kal
ki, dünyayı sırtlan demesinin bir sonucu.
Aslında gidip tatlı yiyorsak, tatlı konuşamadığımız, tatlı
yaşayamadığımız için değil mi?
Bugünlerde tatlıyı bıraktım, meyveyi, eril tahakkümleri, gereksiz
tahammülleri, sevgisiz taş kalpleri... Tatlısız kalınca dilim ekşidi, her an
kavgaya hazır mıyım? Yok yok bunlar hep gökteki sıkışıklıktan. Yine bin tane
gezegen dizilmiş yan yana boğazımızı sıkıyor, yeri göğü hoplatıyor, kalbimizi
darlıyor. Hem ben kavga edemem zaten, kavgayı bırak intizar bile edemezdim de,
artık edeceğim. Merhametsizlerin bir damla merhamete muhtaç kalmalarını dileyeceğim
mesela.
İnsanların açlıktan hayatından vazgeçtiği, soğuktan sokaklarda can
verdiği, küçük çocuklu kadınların eften püften iddialarla tutuklanıp
tecavüzcülerin tahliye edildiğinde davullarla karşılandığı bu yerde ben de ah
edeceğim! Umarım etkin bir yoldur da hakkı zayi olmaz ezilenin.
İnsan insanı severse kötü huyuna da tahammül eder. Başta kötü
olduğunu fark etmez, anladığında gerçeği iş işten geçmiştir gidemez. Sabreder
sonra... Ama bazıları hiç sabrı hak etmiyor. Çay kadar demlenmemiş halleriyle
çiğ çiğ kokuyorlar konuştukça.
Ahkam kesmeler, bilmem neler, hepimizin karnı tok artık lafa, söze,
kana, katile, her şey güllük gülistanlık diyenlere. Neredeyse her mahallede
pekmezini akıtmadıkları kadın kalmadı. Elini kolunu bağlayıp evini ateşe
verdikleri kadınların sevgilisi olduklarını iddia ettiler. Öz çocuğunun, aynı
yatağa girdiği kadının üzerine kaynar su dökerek, genç kızları plaza
camlarından atıp kameraların bozulduğu yerde önüne geleni döverek mi Kaf
Dağının ardında kalmış muassır medeniyet idealine koşacağız? Evinin önünden
arabasına binerken kaybolan adamlar, çocuklar nerelerde? Yoğunluğundan takibi
imkansız hale gelen şiddet, kan, ve acıdan haberdar bile olamazken, kaldırımda
delik ayakkabısı ile yatan insanların üzerine gazete örtülürken, yanından
çekip gidenler de mesul değil mi bunca çirkinlikten?
Arkadaşım haklı, hiçbir şeyin değeri yok bu topraklarda hele de
insanın. Çünkü en çok ondan var, her türlüsü, eğitimlisi, işsizi, akademisyeni,
köylüsü, efendisi, doktoru, kölesi, işçisi hepsi eşitleniyor,
değersizleştirilerek değersizleştirmeyi öğreniyor, öğretiyor ve çarkın
dişlileri ezerken bir masumu, koca bir hayatı çaldığını düşünmüyor kimse. Bir
çocuk ölürken, bir baba kaybolurken, bir kadın tecavüze uğrarken annesi,
babası, kardeşinin de aynı acının taşıyıcısı olduğunu, mezara, yokluğa, onu
seven herkesin mahkum edildiğini kimse düşünmüyor. Kendi başına gelmeden acıyı anlamıyor.
İdraki açık olanlar da yorulup zihninin içine çekiliyor.
Dünya adil bir yer değil ama bir gün herkes hakkını alır, davasını kazanır, tazminatına da acı acı bakar. Çünkü o güne kadar kaybettikleri ağzında tat, gönlünde murat bırakmamıştır. İşte tam da bu yüzden arkadaşım haklı, sadece insan olduğu için saygı gördüğüne şaşıracak kadar bu topraklardan... Hukukçu iken bile kendini ezilmiş bir üzüm gibi hissediyordu burada. Şimdi umudu var, dışına dışına konuşunca yürüyeceği yolları, gezeceği ormanları var. Ya biz, dilimiz ağzımızın içinde büyürken ne pekmez olduk ne reçel. Ya vaktinden evvel koparıldık, koruk kaldık, ya da ezilip bir köşeye atıldık, tatlanamadan sirke olup mayalandık. Oysa mevsiminde tane tane dolacak ballı üzüm kalsaydık, toprağın bereketini, dallarımıza taşısaydık hem damakta hem gönüllerde çeşit çeşit hallerle taht kuracaktık. Yazık oldu, çok yazık...
Handan Kılıç
Meyve bahçesinde güzel bir seyahat oldu.Tekrar okumaktanda sıkılmayacağım bir yazı olmuş,teşekkürler Handan hanım.
YanıtlaSilteşekkürler Türker Hocam, yoktunuz epeydir ne güzel oldu teşrifiniz
SilNefis, düşündürücü, tatlı/acı, aydınlatıcı... Kalemine sağlık Handan, çok beğendim.
YanıtlaSilTeşekkür ederim Gizem cim :)
Silhiçbi şeyin değeri yok, hiçbi şeye saygımız ve tahammülümüz yok.
YanıtlaSilah böyle sonumuz böyle ne olacak
Sil