SİNEMA GÜNLÜĞÜ 82. FİLM
-Spoiler içerir -
Her filmin, her insana değen sahnesi
başkadır. Genel olarak seyrettiğimiz zamandaki ruh halimiz bu sahneleri filmden
cımbızlar ve filmi belleğimize o hislerle kaydeder.
Bu nedenledir ki bir filme dair yapılan
tüm eleştiriler nesneldir ve aynı kişi başka bir zamanda seyretse farklı
noktalara takılabilir. Bunu gözeterek herhangi bir filmi izlemeden önce tanıtım
ve fragmanı dışında bilgi edinmek istemem. Sonrasında ben ne görmüşüm,
başkaları ne görmüş diye yazılanlara şöyle bir göz atarım.
Bir de tabi marka olan isimler vardır, az
çok ne ile karşılaşacağınızı bilirsiniz. Nuri Bilge Ceylan görsellik demektir
mesela. Hareket ya da ağır diyalog bekleyenler tercih etmez. Sinemayı sadece
bir eğlence aracı olarak görenler asla filmine gitmez. Festivalciler için
vazgeçilmezdir, "İvedik"çiler için katlanılmaz. Bu sebeple beraber gidecek
arkadaş bulmakta zorlandığım bir film oldu Kış Uykusu.
Aslında neden birini
aradım tam olarak da bilmiyorum. Seyircilik işinin bireysel olduğunu düşünen
biri olarak böylesi filmlerde yanımdakilerin sadece odaklanmamı zorlaştırdığına
inanırım ama bu sefer sanki içine düşeceğim derin hüzün girdabını
hissetmişcesine yanımda biri olsun istedim.
Film seyretmeyi seven ve ara sıra da
bunlar üzerine karalayan biri olarak çok teknik bir yazı yazmayacağım. Hele de
böylesi ödüllü bir yönetmenin bence şimdilik en iyi filmi olan Kış Uykusu için ahkam
kesme haddini kendimde görmüyorum.Bu nedenle burada zihnime çakılı kalan
sahnelerden parça parça alıntılar yaparak sesli düşüneceğim.
Sinematografikbakışına
hayran olduğum bir arkadaşımın da
film üzerine notlar diye başladığı yazıyı görünce diğer eleştirmenlere de göz
atayım dedim ve beğenerek seyrettiğim filme yaptıkları basit eleştirileri
görünce çoğunun filmdeki mutsuz karakterlerden biriyle kurdukları ruh
benzerliği neticesinde aslında kendilerine öfkelendiklerini gördüm. Azıcık düşünen her insanın kendinden
parçalar bulacağı filme yazılan eleştirileri yersiz buldum.
Oyuncuların
hepsinin ayrı ayrı başarılı olduğunu belirtmeye gerek yok. Görsellik de her
zamanki gibi mükemmel. Bu sefer biraz daha fazla diyalog barındıran film,
imgelerle birlikte kimi zaman sözcüklerin yakıcılığını, kimi zaman
tamamlayıcılığını, bazen de kurtarıcılığını da alarak yanına farklı bir
Nuri Bilge Ceylan filmi çıkarmış ortaya. Kelimeleri seven biri olsam da, filmde,
imgeleri gölgelemeyen tonda kullanılmış olmasına da sevindim.
Ancak filmde bir nevi münzevi hayatı
yaşayan, hayal kırıklıklarının sürüklediği bu yerde böylesi durgun bir hayata
alışan, hatta artık her şey için geç olduğunu düşünüp hareket etmekten korkan
karakterler içime dokundu. Film, insanın ne kadar çaresiz, ne kadar yalnız, ne
kadar fark edilmeye, beğeniye ihtiyacı olduğunu gösterirken yaratılışımızda o eksik
bırakılan noktalarımızın ruhumuzu gerçekten besleyecek manevi çizgilerle
birleştirilmediğinde insanın sanatla da bir yere varamayacağını, ne yaparsa
yapsın, ne kadar zengin, eğitimli, kibar, yetenekli olursa olsun her insanın
doğasındaki açlıkların ve açıkların kapanmayacağını ve bunların tüm insanlarda
aynı olduğunu göstermede başarılıydı.
Nuri Bilge Ceylan filmleri için getirilen
eleştirilerin başında “Eeee, şimdi noldu” cümlesi gelir. Bir durum tespiti
yapar, sizi sorgulamaların içine bırakır ve gider. Çıkış yolu yoktur. Belli ki yönetmen bir yolcu olarak devam ettiği yaşam serüveninde cevabın değil doğru soruların peşindedir. Ruhunu(muzu) yakan soru(n)larda dolaşırken böylesi etkileyici görsel imgelerle
seyirciye de soru sordurmak amacındadır.
Filmin başında, arabanın camına atılan
taş, her şey rutinde giderken birden başımıza gelen ve bizi değişmeye zorlayan kırılma anıdır. Camın kırıkları arasından bakmak ve oradan hayatını seyretmek... Bu herkese ağır gelir ama bir taraftan da kısıldığın kapanı fark ettirerek bundan
kurtulmanın yolunu aramana vesile olur. Tabi bu kapandan kurtulmak istiyorsan...
Taşı atan çocuğa inen tokat, onu atan babanın diğer camı kırması iç içe geçmiş
travmaları yansıtırken, Aydın’ın olayın geçtiği dış mekandaki estetik
yoksunluğuna takılmış olması da insanın kendi içinden dünyaya bakıyor oluşunun,
mesleki körlüğünün, belki de bu nedenle başkasının feryadına hep sağır kalışının en güzel şekilde
sunumudur.
Haluk Bilginer'in canlandırdığı Aydın karakterinin can alıcı sahnelerinden biri de yazdığı yerel gazetedeki köşe yazısına bir
köydeki biçki dikiş öğretmeninden gelen övgü dolu mektubu karısını ve tek
arkadaşını çağırarak okuduğu andır. Adeta, kendisinden istenen yardım
talebinden ziyade onu fark eden ve beğenen birinin varlığını hissettirmeye
çalışan Aydın’ın yalnızlığının resmi gibidir.
Hayatın içinde evli ya da bekar, kalabalık bir ailede ya da filmdeki gibi kardeşi ve karısı yanında olsa da çevresindekiler onu görmediğinde, beraber olduklarını hissettirmediğinde herkes yalnızdır. Yalnızlık seçildiğinde insanı büyütürken mecbur kalındığında ruhu acıtır. Bu nedenle insanın arada kendisine denk hissettiği insanlarla rastlaşması ve ruhundaki pencereyi açıp ötekinin nefesini içeriye alarak ferahlaması büyük şans. Filmde Aydın karakteri böyle bir destekten yoksun. Onunla beraber yaşasa da kendi kültürüne denk gördüğü kız
kardeşinin varlığı bu ihtiyacını gidermiyor. En acıyı bir kerede
söyleyen bu kadının dobralığı ve negatif elektriğiyle Aydın daha da içe
kapanıp yalnızlaşıyor.
Derinlerinde, anlaşılmaya, dinlenmeye, takdir edilmeye olan özlem daha da artıyor. Bunu bir kış günü zorla ilerledikleri yolda o övgü dolu mektubun
geldiği köyün tabelasını gördüğündeki bakışında görüyoruz. Entellektüel birikimi ile göz dolduran bir adamın normalde muhatap almayacağı bir kadının ilgisine bile hasret kalışında kendi kibri ile çevresine ördüğü duvarların etkisi olsa da aynı evde, farklı odalarda, farklı
hayatları yaşayan ve neredeyse bir otelin misafirleri gibi yemekten yemeğe
birbirini gören bu aile içinde herkesin sevgi açlığı çekmesi doğal.
Elbette başta hiçbir şey böyle değildir o kısımları göremiyoruz ama
birbirini severek yola çıkan insanların birbirinden bunca uzağa savrulmasında
yine ruhi yabancılaşmanın, ortak ideal yoksunluğunun, birer ulaşılamaz kale
haline getirdikleri benliklerinin de katkısı büyük.
Tam manasıyla teslim
olmadıkları bir yazgıya, pasif direniş göstererek, karşı gelmeden yaşıyor
gibi yapmak... Varlığın içinde yokluk, yokluğun içinde duyarsızlık, birlikteliğin
içinde yalnızlık, yalnızlığın yanında hep gitme duygusu, ama kimsenin bir yere
gidememesi. Olumlu ya da olumsuz bir adım atmadan bir kış uykusunu sürdürmesi.
Filmde acı çeken bu karakterlerin içinde
en çok şefkate muhtaç olan Aydın. Çünkü o en güçlü, en kibar, en kibirli, en
yalnız... Çok sevdiğim bir arkadaşım hep derdi, hayatta zayıflar kadar güçlülerin
de şefkate ihtiyacı olduğunu unutma ve bu farkındalığı hiçbir zaman yitirme
diye. Oysa bu gerçek, toplumda çok da anlaşılabilmiş değil. Yani ne kadar
ortalamanın üzerine çıkar ve güçlenirseniz şefkate olan ihtiyacınız da aynı
oranda artar ama kimse sizin buna muhtaç olduğunuzu düşünmeden şefkatini
düşkünlere dağıtır. Belki de kibirle vakarı karıştıran insana verilmiş ilahi
bir cezadır bu şefkatten uzak yalnızlık. Belki de iç yolculuğunu kısaltmak için
verilmiş bir ödül. Nereden baktığınıza bağlı.
Tabi bunu bir başkasında
seyrederken fark ediyor da insan, bir türlü kendinden çıkıp kendine bu gözle
bakamıyor. Hep derim, bir film seyreder gibi seyretsek hayatımızı, teslim
olması da daha kolay olacak, çözüme ulaşması da.
“Kötülüğe karşı koymamak” fikrine saplanan
diğer mutsuz karakterin sorgulamaları da yine çıkmazda debelenip durmasının
göstergesi. Bize kötülük yapana karşılık vermesek, o kötülüğünü anlayıp bundan
vazgeçebilir mi, ondan özür dilesek, suçlu olduğu halde acaba nasıl bir
yaşamımız olurdu” sorularının peşine takılmış bir bezgin Aydın’ın Ablası Necla.
Ve Nihal… Gençliğini, canlılığını bir
adamın kanatları altında olmak için terk eden, onun kurallarına göre oynayacağı
bir oyuna dahil olup bunu sürdürmekten memnun olmadığı halde bırakıp gidecek
gücü olmayan, huzursuz, huzur vermeyen, kocasından en ufak şefkati esirgeyecek
kadar ondan nefret eden bir kadın.
Yaşadığı düşünsel değişimle gittiği bir
avdan elinde kendi vurduğu tavşanla dönen ve muhtaç olduğu şefkati önce
kendisinin karısına göstermesi gerektiğini fark eden bir adam, Aydın. Morrocom’un çok güzel tespitiyle, filmin başında
mantar toplayan
adam kadın gibi toplayıcı iken, filmin sonunda vurarak
getirdiği hayvanla artık toplayıcı değil doğada makbul erkek figürü gibi avcı
olduğunu ispat ediyor ve film Aydın’ın yıllardır yazmayı planladığı kitabın
başlığını atmasıyla bitiyor. Yani, "İnsan çevre şartlarını iyileştirse de kendini gerçekleştirme fikrinin ilk adımını yine kendisi atması gerekiyor" diye fısıldıyor kulağıma.
Kucağınızda bir sürü sorularla salondan
çıkarken cevapları bulmak için daha esnek olmak, daha çok soru sormak gerektiğini hissediyorsunuz.
İnsan denen varlığın tüm
özellikleri ile kendini keşfetmesi için çeşitli imtihanlardan geçerek dönüp
dolaşıp aynı noktaya geldiğini bu filmde de görüyoruz. Değiştiremeyeceğimiz şeyleri kabul
etme huzurunu isteyeceğimiz yegane kapının da yüreğimizden açıldığını lakin şah
damarımızdan yakın olan o birlikteliğe ulaşmanın bir ömür alabileceğini
hatırlıyoruz.
Filmleriyle bize bizi hatırlatan, güzel
sorular sorduran değerli yönetmene teşekkür ederken ruh tembelleri için bulduğu cevapları yeni filmlerinde, açıktan olmasa da sorular içine saklayarak vermesini diliyoruz. Ama unutmayalım ki, içsel yolculuklar tek başına yapılır. Herkesin sorusu başkadır, cevabı başka. Filmler, kitaplar bize kadim soruların üst başlığını verir ve yön gösterir. Yürünecek yol bizimdir.
Meraklısınca birkaç kez bile sıkılmadan
izlenecek, Çehov öykülerinden esinlenerek çekilen film için herkese iyi
seyirler…
Not: Bu değerlendirme yazısı 2014 yılında filmin vizyonda olduğu dönemde tarafımdan yazılmıştır.
Bu gün 2019 Emmy Ödülleri’nde ŞAHSİYET dizisindeki rolü ile En İyi Erkek Oyuncu dalında ödül alan, her rolü ile oyunculuğun zirvesinde olan, kış uykusunun Aydın'ı Haluk Bilginer'i bu yazı vesilesiyle tebrik ediyorum. Dizi dünyasının Oscar'ını hak eden bir oyuncudur, nice başarılara...
nuri bilge evet sen seviyon doğru :) kış uykusu iyiydi ama bir saatini kesmek lazımdı bence. gerçeğe uygun olmayan yerler ve konuşmalar filan vardı. o fazlalıklar olmasa iyi film olacaktı. yine de idare eder tabii. nuri bilge ceylanın sinemayı bilmediğini düşünüyorum. sinema dili kullanmıyor. ama bu tabii onun filmlerinin sevilmesine engel değil. aman neyse işte. yönetmenler filmler üzerine konuşmak hiç bitmez :) film olsun bol bol izleyelim :)
YanıtlaSilTarz mevzusu sanırım ama ben uzunluğundan şikayetçi değilim de diyalogsuzluğu zordu artık onu bıraktı daha anlaşılır oldu ☺️Evet filmler iyi ki var
Sil