Yas(lanma)


 “Yas içinde kutlama barındırır” derdi. “Sevdiklerimizin kapladığı o kocaman yer bir anda boşalacak düşünsene, neler konmaz oraya, salondaki üçlü kanepenin gittiğini düşün mesela yeniden dizayn edersin hayatını.”

Hayretle izlerdim bu söylediklerini: “Sensiz kalacağım, Hu hu duyuyor musun beni, ne yapayım salonu, koltuğu” diye haykırmak isterdim. 


Dinlemezdi, zaten beni hiç dinlemedi. Kendi sahnesini oynar, tiradını atar sonra kulaklarının panjurunu indirirdi dünyaya. 


Ama şimdi olasılıklar gerçeğe yürüyor.. “Gitti, gidiyor” dediklerinde göz pınarlarımdan süzülenler öyle çoktu ki… Sonra topladım kendimi, istediği gibi.


Salonda dolandım, bir genişlik, ferahlık. “Yeni bir koltuk alsam” fikri. 


Renkleri ara sıra değiştirmeli. Mevsim geçişleri sancılı olur ama özletir kendini. Hava güzel bugün, pencereleri aç, mis gibi kokularıyla yeni mevsim girsin içeri. 


Ne yapıyorum ben, neler düşünüyorum. Ölüyor, ölüyor yahu ölüyor. Neden seviniyorum? Neden bu kadar kalpsiz oldum? Üzülemiyorsam da sebebi sensin ben ne öğrendiysem senden öğrendim. Yokluğunda yalnızlığı, varken ağırlığını, Gittiğinde hafifleyeceğimi, yeni bir koltuk alma fikrini hep senden öğrendim. Beni bu hale sen getirdin utanıyorum halimden ben böyle olacak biri değildim ama eserinim, utancımdan da sen sorumlusun, yokluğundan da , varlığının kapsayıcılığından da, aynaya bakamıyorum şimdi, gözlerimin güldüğünü görmemek için. Oysa hep göz bebeklerim gülsün isterdim. Sen istedin mi bunu, hiç bilemedim. İstesen, başka olurdu her şey ama artık önemi yok. Gidiyorsun.


Aslında sana çok şey borçluyum, hayatımıza giren herkes hediyedir bize diyorlar ya, yerden yere vursa da bizi, kahramanın yolculuğunun evrelerinden hangisindeyiz diye bakıyoruz yaşananlara. Bu bizim saflığımız mı bilmiyorum ama madem gidiyorsun kalpten bir teşekkürü hak ettiğini düşünüyorum. İyi ki geldin, yaktın, yıktın, sevdim, alkışladığın da oldu, yerip sarstığın da ama işte buna hayat demiyor muyuz? Gelenler gidenler, yarışanlar yenişenler, kahramanlıklar hainlikler! Hepsi durmadan yer değiştirir, geçer gider. Hayat perde perde, doyurur herkesi her şeye.


Unutulmamak için tüm çabamız ruhlara bıraktığımız izler, can acıtıcı çentikler. İçimden mırıldanıyorum “Unutulmayı da göze aldım, hayat sana teşekkür ederim”


Yine de “Hayata da sana da teşekkür ederim” tekrar olsa yine seni seçerim, seninle olmak, zorlukları aşmak şahaneydi , yolda beraber yürümek güzeldi, hayat hepsi bir bütünken güzel. Gülerken inceden iğnelemeler, severken üzmeler de olsa hayat olduğu gibi yaşamaya değer. 


Yeni koltuk mor olsun. Halı ve perde de değişmeli. İpini çekince odayı aydınlatan abajurlardan eklenmeli. Karanlık yetti.


Handan Kılıç 

15 Temmuz 2021

İzmir

Yenilgi


 Yanılgıya düştüm, olabilir; insanın başına her şey gelir. Yıkık bir duvarın altında da kalabilirdim ama şanslıydım; zamanında kenara çekildim, kuyulara da inip çıktım, denizin dibini de çıplak gözle görüp boğulmadan kıyıya vardığım oldu. Karanlığa, yalnızlığa ve sessizliğe alışığım , beni ırgalamaz. 


En son böyle yazmışım defterime günler önce. 


Ama bugün diyorum ki alışsa da her karşılaştığında yeniden kuşatıyor karanlık insanı. Hayatı izleyecek küçücük bir penceren kalıyor; oradan ışık sızıyor. İçinde bulunduğun karanlık her yerin öyle olduğu hissini yaşatıyor. Sıkıştığın yerden çıkmak istesen de kollarından tutup bırakmıyor hayat. Ve orada ne doğru ne yanlış karışıyor. Yanılgılar yenilgilerle yarışıyor. 


Yalnızlığı seyrettiğin pencere değişiyor, çaresizlerin çare aradığı koridorlar uzuyor. Sağa bakıyorsun acı, sola bakıyorsun acı, ilerisi belirsiz, gerisi karanlık, olduğun yer suni bir ışık. 


Sürekli aynı kaybolmayı yaşadığın bir zaman labirentinde yeni olasılıklar arayan bir deney faresi gibi dolaşıyorsun. Çıkışı ararken çığlık çığlığa susuyorsun. 


Handan Kılıç


14 Temmuz 2021 

İzmir

Olan Olmuştur

“Olan olmuştur olacak olan da olmuştur” derler. Her ayrıntısı yazarı tarafından bilinen senaryoların içindeyiz hepimiz.

Ne olacağını bilmeden çıktığımız sahnede doğaçlama ile oyunculuk yeteneğimizi sergiliyoruz. Bölüm sonlarında neler yaptık diye bakarken zihnimizden geçiriyoruz yaşadıklarımızı.

Senaryoda beğenmediğimiz yerleri değiştirme şansımız olmuyor bir daha aynı şeyle karşılaşırsak, bu olan çıkarsa karşımıza böyle yaparız diye karar alıp tecrübe adı altında bir dosyaya topluyoruz fikirlerimizi.

Ama bir türlü aynı olaylarla karşılaşmıyoruz. Tek kullanımlık karton bardaklarla yarışan kağıt kuklalar gibiyiz.

Zaman içinde dosyalar kabardıkça ve onları yeniden kullanma şansını yakalayamadığımızdan bari geriden gelenler faydalansın diye düşünerek dosyamızı sık sık açıp akıl veriyoruz:

“Şöyle şöyle olursa şöyle şöyle yaparsın. Bir kapı böyle bu tonda çalarsa açma, bak bu tınılar güzelmiş, renklere, işaretlere dikkat et”

Karşımızdaki, sana ne diye dinliyor söylediklerimizi, sen kendine bak, kelin merhemi olsaydı başına sürerdi diye sıralarken içinden kaçırıyor süzme ibretliklerimizi.

Biz de aynı yollardan geçmedik mi ? Bize anlatılanları dinlerken kendimizi onlardan daha akıllı, daha yetenekli, daha şanslı hissetmedik mi?

Ama değildik, dinlemeyenler de değiller.

Senaryonun formülü belli: O yüzden olacak olan da biliniyor çoğu zaman ama engellenemiyor.

Çünkü oyuncular değişiyor bir değirmen misali dünya, sahneden indirdiğini öğütüyor.

Yeniden başlamak hep mümkündür demek bu yüzden züğürt tesellisidir. Sahneye yeniden çıkılmaz ama çıkmayan candan umut kesilmediğine göre hangi evresindeysek senaryonun, devam etmeli oyuna, oyunculuğa.

Başrolleri kaptırdıklarımız da inip sahneden, gelince yanımıza haklıymışsın demeyecekler ama sessiz bir kabul verecekler adımlarımıza.

Duracaklar usulca: “ Yol bir yere gitmez o bir durma biçimidir” der ya şair. Çıkarılana kadar kendimizce duracağız oyunda.

Handan Kılıç

8/7/2021

Başkalarının Hayatı

   SİNEMA GÜNLÜĞÜ 284. FİLM




Başkalarının Hayatı Filmine dair film inceleme yazım 

yeni sayısı yayına giren Yazı-yorum Dergide

PDF olarak indirmek için tıklayınız.









Bir de benden yeni haftaya bir şarkı gelsin




  

Gün Batımı
















 

Yeşil Ojeli Kız


Yemyeşil gözleri var onun, benim de yeşil ojelerim işte. Biraz yıprandı belki ama yine sürerim. Elim sudan çıkmıyor ki; beş kardeşin çamaşırı, bulaşığı hep bana bakıyor. Annemle babam tekstil atölyesinde çalışıyor.

Durun durun en iyisi her şeyi baştan anlatayım; biz şanslıyız. Ailecek geldik buraya. İlk kez denizi gördüm, gökyüzü kadar genişti. Daracık karanlık bir mağaradan çıkmış gibiydim. Yıkıntılar arasından da sağ salim çıkabildik. Ama babam hapis bile yattı yıllarca. Sonra olaylar iyice karıştı tabi hapishaneler de. Tam bırakmışlardı ki, tekrar alacaklarını öğrenmiş babam, “Gidiyoruz” dedi. İki katlı bahçeli bir evimiz vardı. Annem en küçük kardeşime hamileydi. Ben de ilkokula gidiyordum. Hiçbir şey alamadık yanımıza. Sevdiğim defterlerim, renkli kalemlerim, kıyafetlerim hep Suriye’de kaldı. Cebime bir oyuncak bari alayım diye avucumun içine sığacak bir şey arıyordum ki halamın bizde unuttuğu o küçük cam şişeyi gördüm. Hemen alıp cebime koydum. Bir kere bana sürmüştü. Öğretmendi halam. Ben süslenmeyi severdim, annem de hiç sevmez, takıları, süsleri hiç yoktur, erkek gibidir annem. “Kız halaya çekermiş” diyerek burun kıvırırdı ojelerime ama ben halamın küpelerini, yüzüklerini de merakla süzerdim. Ne güzeldi! Halam da yeşil gözlüydü. Onun gibi. Şimdi öldü halam, bizimle gelmedi. Sevdiği vardı. Sonra dediler, siz gidin biz geleceğiz, gelemediler. Saldırının olduğu gece nişan varmış, Hiç ayrılmamaya söz verip yüzükleri takmışlar.  Sonra büyük bir gürültü, kargaşa. Her yeri saran toz duman dağıldıktan sonra bir de bakmışlar ki halam ve sevdiği el ele göçmüşler. İşte o zaman evden getirdiğim o oje kıymete bindi, gıdım gıdım sürüyordum, halamı çok özlüyordum.

Onunla ilk karşılaştığımız da “Ojelerin ne güzel” demişti ben de nasıl cesaret ettim bilmiyorum ama “Senin de gözlerin” deyivermiştim. Sadece abisi var burada, ailesinden geri kalan herkes ölmüş. Çok zor günler geçirmiş. Babamla aynı tekstil atölyesinde çalışıyormuş. Bir gün babam telefonunu düşürmüş, benimki görmüş almış. Peşinden koşmuş babamın ama dolmuşa binince yetişememiş. Sormuş soruşturmuş, evi öğrenmiş. O akşam annemle babam bir akrabaya gitmişti. Kapıyı onlar geldi diye sormadan açtım, karşımdaydı: Halamın su yeşili gözleri. Daha görür görmez içime ateş düştü. Sonraki gün bu sokaktan geçti defalarca. Demek o da yandı bana. Çocukları hazırlayıp çıkardım hemen parka. Çekirdek alıp yanımıza geldi, çitledik. Çocuklara da şeker getirmiş. “Çiğdem” diyorlarmış burada dedi. “Çiçekmiş çiğdem, ince, narin. Sen de çiçek gibisin, ellerin gövden, parmakların yaprakların. Çiğ damlası gibi yeşil ojelerin.” Kırık parmağımı saklarken tutuverdi elimi, titredim. “Çok güzelsin” dedi ya sabahı zor ettim. Çocuklara birkaç lokma yedirip “Gelirim” dediği öğle saatinde yine gittim parka. Bu sefer halamın küpeleri ve bir yüzüğü de vardı elimde. Annem evde olmayınca süslenmiştim kendimce. Görür görmez fark etti. “İncecik bedenin gibi sallanıyor küpelerin” deyince “Şair misin sen, kitap gibi konuşuyorsun” diye sordum. “Şair yaptı güzelliğin beni” deyince sırtımdan kanatlar çıkmış da gökte süzülüyorum gibi hissettim. Gülerken kapadım ağzımı. 

Madem şair, göz dili bilir değil mi?

Handan Kılıç 

Medıum.com dan okumak için tıklayınız.

 

Günler ateşler gibi geçerken geriye hep kül kalıyor

Handan Kılıç May 29, 2025 Bir hafta aradan sonra selam, İhmal değil imkânsızlıktan atladığım hafta ve devamı son derece yoğun geçti. ...