İlla Kırmızı


 "Gülçin bando takımına katıldı, ben de katılmak istiyorum baba"

 "Ne bandosu, masraf çıkarma şimdi. Her hafta bir şey istiyorsun bak çarşıya gittim o istediğin kalem kutularından aldım; hani basmalı seviyorum dedin ya şuradan silgi çıkıyor, buraya basıyorsun kalemtraş, süper değil mi hem rengi de pembe."

"Ben kırmızı seviyorum ki, neden pembe aldın? Baba çaldıkları trampet bile kırmızı, ceketleriyle takım, lütfen ben de bando takımına katılmak istiyorum."

 "Kaç paraymış?"

 "Yüz elli bin lira, bütün kıyafetler dahil. Bir de her gün stada çalışmaya gideceğimiz için  izin kağıdı istedi öğretmen."

"Parası neyse de bak derslerden kalacaksın. Habire prova var diye çağıracaklar dersten, yağmurda, çamurda, güneşin altında saatlerce bekletecekler. Ben bir sene katılmıştım, nefret ettim, dersleri kaçırdım diye de çok üzüldüm."

 "Ben üzülmem, ikisini de yaparım. Lütfen izin kağıdını imzala"

 "Al imzaladım"

 "Bir de para"

 "Tamam tamam al, git bando takımına gir bakalım da gör gününü, yoruldum, hasta oldum diye gelme sonra bana bozuşuruz bak. Sen istedin madem, bedellerini de sen ödeyeceksin"

"Tamam baba çok sağ ol, seni çok seviyorum" diyerek boynuna sarıldı Pelin.

 Fazıl,

"Ben de seni yavrum, ben de seni çok seviyorum" diyerek karşılık verdi.

Bir hafta sonraydı. Fazıl işten geldiğinde içeriden gelen ağlama sesini duyunca karısına sordu. Salatanın yeşilliklerini doğrayan kadın, "Telefon et, sor öğretmenine yarın, geldiğinden beri ağlıyor, beni de sokmadı odaya."

 "Ne telefonu yahu, anlatır kızım bana" diyerek odasına doğru gitti.

 "Pelin yatağa yüzüstü uzanmış hala ağlıyordu. Fazıl yanına oturup saçlarını okşayarak "Ne oldu benim yavruma" diye sordu.

Pelin burnunu çekerek babasına baktı ve daha fazla ağlamaya başladı.

 "Yavrum, korkutma beni, ne oldu diyorum, anlatır mısın" dedi.

 Pelin’in gözlerini elleriyle silip saçlarını okşadı.

 Pelin iri siyah gözlerini açıp "Beni bando takımından çıkardılar" deyiverdi.

 "Nedenmiş o?"

"Trampeti ritmine uygun çalamıyormuşum. Kortejin arkasında, dümdüz yürüyen gruba alacaklarmış beni. Bando takımı gibi üniformalarımız olmayacak, normal önlüğümüzü giyeceğiz."

"Aman Pelin, üzüldüğün şeye bak. Ne güzel işte bütün gün gürültü çekmeyeceksin, inan kafan şişerdi. Elini kolunu sallayıp yürüyeceksin, mis gibi işte, biliyor musun, ben de en önde yürürdüm, bayrakla hem de. Çünkü en az provayı yürüyüş için yapıyorlar, derslerini de kaçırmıyorsun. Çok iyi olmuş, sevin bence"

"Gülçin havasını atıyor ama. Yan sınıftan Şerif diye bir çocuk var, onu da çıkardı öğretmen. İkimiz bugün provadan beraberce sınıflarımıza döndük. O da çok üzgündü"

"İşte güzelce dersinizi dinlersiniz, bayramda da yürüdünüz mü mis gibi. Hatta sizi izlemeye geleceğiz ya, Şerif'le seni kafamızı şişirmediğiniz için ayrıca ödüllendireceğim. Hadi gel içeri, dondurma aldım, hem de kırmızı meyveli. Pelin yatağından hızlıca kalktı, babasına sarıldı: "Yaşasın, bana külaha koyacaksınız ama" diyerek elini tuttu. Babası pembe kalem kutuyu da kırmızı ile değiştirmişti. Ama asıl sürprizinin kırmızı rugan ayakkabılar olduğunu görünce havalara uçtu, Pelin, babasının kollarına konarak durdu. 

Handan Kılıç

23/Nisan/2021

İzmir

Sanatsa Sanat

 


“Meliha, ben kanun olmak istemiyorum seninkiyle değişelim mi?”

“Tamam Fikret benim için fark etmez, sanat senin olsun ama öğretmenimize soralım mı?”

“Sormayalım bence, her şeyi sormaya gerek yok. Hem hayır derse ne yapacağız? Bak şimdi onun defterindeki isimlerimizi teneffüste iken değiştirelim bitsin gitsin. İki sınıfın listesi var ya, aklında değildir kiminki neydi diye, anlamaz bile. Silgin vardı ya senin hani bir tarafı tükenmezi de silen, yanında mı?”

“Evet, kalem kutumda.”

“Tamam. Hadi koşup sınıfa gidelim. Fethiye Öğretmen üçlerin provasına gidecekti, uğramaz şimdi buraya ama sen yine de kapıda dur. Ben silgiyi alırım kalem kutundan. Birisi gelecek olursa hemen bana seslen bak.”

Fikret sınıfa girdi. Önce silgiyi sonra öğretmenin defterindeki listeyi buldu. Sekizinci sıradaki adını kanunun yanından sildi, Meliha diye yazdı. Sanat nerede diye ararken kapı açıldı. Meliha telaşla “Geliyor, geliyor” diyebildi.

Fikret yazısını öğretmeninkine benzetmeye uğraştı ama aceleden tam olarak beceremedi. Hızla sırasına doğru geçmeye çalışırken ayağı masanın kenarında duran kutuya çarptı. Dün sınıfın camları için getirilen gri boyanın kalan kısmı yere döküldü ama bozuntuya vermedi.

Meliha da sırasına geçmiş oturmuştu.

Fethiye Hoca, sınıfta onları görünce şaşırarak “Teneffüste ne yapıyorsunuz burada, çıkıp oynasanız ya bahçede” deyiverdi.

Meliha kekelerken Fikret araya girerek “Öğretmenim arkadaşım nöbetçiydi sınıfı havalandırması gerekiyordu ama karnı ağrıdığı için ona yardım ediyordum” derken Meliha karnını tutmaya başladı.

O sırada Fethiye Öğretmen dökülen boyayı fark etti: “Karın ağrısının sebebi belli, peki bu hanginizin eseri?” diye sordu. İkisi de susuyordu. “Şimdi hep beraber gidiyoruz müdürün yanına! Hesabınızı ona verin, cezanızı kessin. Ben de telefonla ikinizin babasını da arayacağım. Hem boyanın parasını isteyeceğim hem de kim yapmış öğrensinler bakalım, görürsünüz siz. Düşün önüme” diyerek sınıftan çıkardı. Meliha ağlarken Fikret “Bir şey yapmadık biz, çok azdı ki dökülen boya, en fazla iki günlük harçlığımızı keserler, söz ben sana bir haftalık harçlığımı veririm” diye fısıldadı. Hem sen “Kanun”sun artık ben “Sanat” derken gülümsüyordu.

23 Nisan 2021

Handan Kılıç

İzmir


Ana gibi yar


“Sus bakayım, yanar tabi gözün, kapat dedim mi açıyorsun, sus diyorum bağırıyorsun. Bak bugün bayram, tertemiz ol, okula öyle git.  Oğlum bak sus, hani çok istiyordun ya renkli kokulu silgilerden, almış amcan yarın gelirken getirecekmiş.”

“Önlüğüne ne yaptın böyle Serhat? Ne bu önündeki boyalar, yıkadım bak çıkmamış. Öğretmenine sor, nasıl çıkıyormuş. Göster önlüğünü bilir o nasıl çıkacak. Bayram falan ama mecbur böyle gideceksin, temiz önlük de ama lekeli, önemli olan senin temiz olman, mis gibi sabun kokuyorsun bak. Ama oğlum hala gözünde yaş. Ablanı duymuyor musun bir haftadır bağıra bağıra şiir ezberliyor, ne diyordu “Bugün 23 Nisan, neşe doluyor insan” Neşeli olman lazım Serhat, sil o burnunu. Hah şöyle hadi iyi bayramlar, selametle git gel. Kız ne önden önden gidiyorsun bekle kardeşini. Beraber gelin bak aklım sizde kalmasın.”

“Geldiniz mi kuzularım, nasıl geçti bayram. Güzel olur tabi. Şekerleriniz de pek güzelmiş, bayraklarınızı da şöyle yukarı bir yere koyun yere düşmesin. Sordun mu öğretmene Serhat, Nasıl çıkacakmış bu kalem izleri?” 

“Bilmiyor muymuş, koskoca öğretmen olmuş, bir kalem lekesini çıkaramıyor, bir şey öğretmiyorlar bu okullarda demek.” 

“Ne telefon mu etti? Ne demiş peki annesi. Neyse bulurum bir şeyler. Gör bak Serhat, öğretmen de olsa doktor da her evlat hep anaya muhtaç. Yanaş yanaş, gel bakayım, öp şu elimi, ben de size en sevdiğiniz çöreği yaptım, bayrama bayram kattım. Kurt gibi acıkmışsındır değil mi Serhat. Ellerini yıka güzelce, hemen oturun sofraya. Bak ablana önlüğünü bile asmış kapının arkasına. Şimdi çörekleri de güp güp götürür. Akıllı kızım benim, şiirini de okumuş, büyüyünce doktor olacak ama anasını atasını unutmayacak değil mi? Oğlum ne olacak acaba? Okumayı bir öğrensin bakalım. Ne olursanız olun ama  unutmayın ana gibi yar olmaz Bağdat gibi diyar.”

Handan Kılıç

23 Nisan 2021

İzmir

Yorgunum dostlarım yorgunum artık / Vefasız yıllara dargınım artık

 -Nasılsın? Neler yapıyorsun? 

-Hem hiç bir şey, hem her şey. Yorgunum ama, hem de nasıl; bir türlü dinlenemiyorum. Hayat yorgunluğu desem yaşın genç diyorlar. Kaç yaş hayat yaşadım ben? Kaç yüreğin yükünü çektim acaba, bilen yok! 

-Orası öyle, ben seni izlerken bile yoruluyorum bilesin.

-Bir yandan geriye dönüp bakıyorum; doğdum, doğurdum, hayattayım, başka hiçbir şey yok elimde. Hatta onlar bile elimde değil. Uzak her şey, herkes... Aradaki maceralar nerede bilmiyorum. Uyuyorum, uyanıyorum, yorgunum, Yürüyorum yorgunum, yaşıyorum yorgunum, yatıp dizi izliyorum yorgunum.

-Hepimiz öyleyiz inan. Bunaldık yasaklar, ölümler, tutsaklıklar, kalpsizlikler, insanlıktan çıkışlar, satılık tt'ler, kiralık insanlar.    

-Yorgunum hepsinden, yorgun, yorgun. Az önce izlediğim bir dizide kadın teknenin en yüksek direğine çıkıp okyanusa atladı, nasıl güzel bir sahneydi. Sarhoştu ve ayıldı, ferahladı, acısını dağıttı. Seçmek kolay değil dedi, diğer karakter ona. "Seçene kadar da nefessiz kalıyor insan" dedim içimden. Seçmediğim bir hayatı yaşıyorum, seçme imkanının olmadığı kırılmalardan geçerken sadece su üstünde kalmaya çalışmak belki yaptığım. 

-Zaten hepimiz böyle değil miyiz?

-Yorgunum, ne yaparsam yapayım dinlenemiyorum. "Dünyada dinlence yok" derdi ananem, hatırlasana, "Mezarda çok dinleneceğiz" diyerek koşardı, koşardı. Çok yıprattı kendini.

-Tabi yaşlılık zor. Astımı falan vardı yine de nefessiz kalana kadar iş yapardı. Ne oldu sonunda?

-Ne olacak, senin annen, benim annem, dayım oldu, hepsini yetiştirdi, büyüttü, bize de eli yetişti, ne oldusu var mı, işler güçler yürüdü.

-Gücü varmış da yapmış, benim kendime halim yok şimdiden, Yıpranmak bu olsa gerek yaşlanmaktan farklı.

-Farklı olur mu ayol, yaşlandığını göremedi, anasından babasından otuz sene erken gitti.

-Onu diyorum işte, misal ben yıprandım yolun yarısını geçerken tükenmeye mi başladım ?

-Ananeme çekmişsin işte. Onun gibi çok şeye yetişiyorsun, o okuyup yazmazdı, senin o taraklarda da bezin var, ki zihinsel faaliyet bedenle yapılandan çok yoruyor insanı, biraz dinlen, rölantiye al hayatı, ciddiyim.  

-Herkese, her şeye koşmamak lazımmış, geç anladım. Ama zihnimi meşgul etmezsem o daha çok yoruyor beni, çalışmak dinlenmenin şekli zihnim için. Ama korumak lazım kendini, sömürücü, enerji vampirlerinden. Geçen bir yazar diyordu: “Yıprandım, inanın bana yaşlanan kişi artık yıpranmaz, korur kendini, yıpranmak yaşlanmanın tersidir, sigara içiyor musun?” 

-Bıraktım çok şükür, maskeyle zor oluyor, mecbur mesafe koyduk araya. Bir sene olacak yarım paket kaldı paltonun cebinde öylece.

-Ver de biz içelim.

-Sen ne zaman başladın yahu?

-Başlamadım da, sende durmasın diye dedim.

-Yok dursun, yanımdayken kendimi hem güvende hem iradeli hissediyorum; istersem içebilecek kadar yakınımda ama istemiyorum, kendimin güçlü olduğunu anlıyorum.

-İyiymiş doğrusu, bu arada güçlüyüm diye de yıpratma kendini benim gibi. Bazı konularda güç denemesi yapmaya da kalkma. İrademiz dışında gelişen çok şey var hayatta, sana bir abla tavsiyesi.

-Ah be ablacığım, tavsiyeyle olsaydı, tabiat bunlar hep tabiat.

-Tabiatını imtihan etme. Ve gerçekten vaktinde biraz dinlen, yoksa benim gibi dinmeyen bir yorgunluk baş gösterir. "Yorgunum dostlarım yorgunum artık / Vefasız yıllara dargınım artık" diye yaşarsın.

-Haklısın, tavsiyene kulak vereceğim, yine buluşalım, korona falan ama insan özlüyor.

-Özlenmez mi, kocaman sarıldım varsay, bir de öptüm.

-Ah be, en yakınımızla sarılmaya hasret kaldık ne zaman bitecek bu illet!

-"Her şey bitermiş, herkes gidermiş" merak etme, o da gider. Sonra başkası gelir, dünya bu, derdi, tasası, sevinci, mutluluğu hepsi geçici... Günün vaazını da verdim, hadi ben gideyim. Ne demiş Heraklit "Adı hayattır ama gerçekte ölümdür"

Öptüm bye

Handan Kılıç
İzmir

Handan Kılıç Substack Platformunda

  Merhaba, Yılların blogcusu olarak ben de substack platformunda yerimi aldım.  Her mecranın okuru başka ama Blogger, Medıum ve Substack p...