SİNEMA GÜNLÜĞÜ 86
-Spoiler içerir -
Sevgi hayatı yaşanır kılan vazgeçilmezimizdir. Şanslı isek sevgiyi bize verebilecek evlerde doğarız. Kültürümüzde yeni doğan bebekler için yapılan en önemli temennilerden biri "Allah analı babalı büyütsün"dür. Bu diziyi izleyince bunun ne denli değerli bir dua olduğuna bir daha inandım.
The End of the F***ing World, Charles Forsman'ın aynı adlı bir grafik romanına dayanan, İngilizlerin karanlık komedi-drama türünde çektiği bir dizi. Süresi yirmi dakikadan oluşan sekiz bölümlük dizinin iki sezonu var. 17 yaşında iki gencin yaşadıkları talihsizlikler üzerine çekilen dizi, kısa süresi ile tam da süreçlerden sıkılan sabırsız ve robotlaşmış günümüz gençlerince severek izlenen bir yapım olmayı başarmış. Sürekli küfürlü konuşan ve bunu normal gören gençler de isminden ve alışık oldukları İngiliz aksanından farklı diziye ayrı bir sempati duymuş olmalı.
İMBD 8.4, Netflix'te de tam not alan bu diziyi bana ergenlik çağında olan oğlum tavsiye etti. Ben de onu ve günümüz gençlerini daha iyi anlamak için seyrettim. Ama doğrusunu söylemek gerekirse, duygusal yönü güçlü biri olarak bu kadar duygusuz, sevgisiz gençlerin olduğu bir yapımdan irkildim. Çok sevilen bir dizi olması, şiddetin bu kadar sıradanlaştığı şu günlerde beni iyice düşündürdü.
Dünyanın nereye gittiğini sürekli sorguladığımız günlerdeyiz. Her yeni acı olayla bir öncekini unutuyor, zamanla da duyarsızlaşıyoruz. Akıl sağlığımızı korumak için normalde bir insanın dengesini yitirmesine sebep olacak bunca acıyı, haksızlığı görmezden geliyoruz. Ama bu üç maymunu oynama, susma halleri de ayrı veballer yüklüyor omuzlarımıza. Sustukça toplum olarak, belki de dünya olarak bir lanete maruz kalıyoruz.
Her yerden cinnet haberleri geliyor. Özellikle de bizim coğrafyamızda. Bu nedenle insanların umudunu yitirip topraklarını terk ettiğini ve gittiği yerde "Dünyada cennet varmış" derken ülkesini hiç özlemediğini biliyoruz. En fazla akıllarına gelenin kokoreç olduğunu, kimisinin de kalan dostlarını ara sıra anımsayıp hey gidi derken keyifli içeceklerini yudumladığını sosyal medya hesaplarından görüyoruz.
Ama biz ne kadar haber izlemesek de TT olan isimleri tıkladığımızda her gün başka bir fenalığın tanığı daha oluyoruz. Özellikle intiharlar, cinayetler, çocukların gözü önünde yaşanan travmatik boşanma süreçleri, şiddetin normalleşmesi sonucunu doğuruyor.
Kimse artık analı babalı büyürken mutluluk dolu yuvalarda yaşamıyor. Sevginin bittiği, herkesin buna aç halde yaşadığı evler sadece bir çatı. Dışarının kaosundan kurtulup sığınılan mekanlar da, sevgi ile yuvasında yenilenen kadınlar ve erkekler de yok. Herkes kendi derdinde ve çocuklar ellerindeki tabletlerle şiddetin sıradan, kanın oluk gibi aktığı filmlerle, dizilerle, oyunlarla oyalanıyor. Sanırım o nedenle giderek duygusuzlaşıyorlar.
Aslında bu globalleşen dünyada yaygın bir tehdit. Zaten dizi de 2017 yılında İngiltere'de çekilmiş.
Yazar- Akademisyen Nihan Kaya'nın "İyi Aile Yoktur- İyi Toplum Yoktur- Bütün Çocuklar İyidir" isimlerindeki kitap serisini okumanın tam vakti. Aslında psikoloji doktorası yapmış olan yazarın kitaplarda bahsettiği aileler bizim huzurlu sandığımız, taciz, ensest yaşamamış normal ailelerdeki çocukların yaşadıkları içsel kırgınlıklar, yoğunluktan ve yorgunluktan çocuklara vakit ayrılmaması, tercihlerinin sorulmaması, birey değil de aman çocuk işte diye geçiştirilmiş olmanın ruhlarda bıraktığı yaralar, travmalar. Toplum baskıları, okullardaki tek tip insan yetiştirme politikalarının yarattığı emme basma tulumba gibi başını sallayan, tepkisiz insanlar anlatılmış kitaplarda. Yani bu dizideki gibi ciddi psikolojik rahatsızlıkları olan bireyler değil konu. Ama çocuklar öyle hassas varlıklar ki, okuyunca görüyor, kendi hayatlarınızdan pay biçip hak veriyorsunuz. Bu durumda ciddi travmalar yaşayanları da algılayabiliyorsunuz.
Nihan Kaya, kendini her türlü kavgadan, huzursuzluktan sorumlu hisseden insanlara, maruz kaldığı hareketler yüzünden bu duyguları yaşadığını anlatan, bir nevi yüreklerine su serpip kendi çocuklarına daha dikkatli davranma farkındalığı kazandırmak isteyen bir kitap serisi yazmış diyebiliriz. Ama şu notu düşmeli, akıcı ve okuması kolay gibi duran kitap kendinizle yüzleşmenizi gerektirdiğinden epey efor sarf ettiriyor. Yine de farkındalık için okunmalı. ( Ayrıca kitaplarda bahsettiği konuları anlattığı bir youtube kanalı ve ciddi paylaşımlar yaptığı sosyal medya hesapları var. Okumaya fırsat bulamayanlar da izleyerek/ dinleyerek mevzudan haberdar olabilirler. )
Tekrar konumuza dönersek Charles Forsman'ın çizgi romanından uyarlanan The End of The F***ing World, karanlık ve karmaşık zihinlere sahip iki gencin hikayesini konu ediniyor.
İlk sezonda 17 yaşında bir genç olan James, beş yaşlarında iken annesi gözleri önünde intihar etmiş, babasının tüm ilgisine rağmen anne sevgisinden mahrum ve kaybı travmatik olması sonucunda sosyopat bir genç olup çıkmış. Hayvanları keserek başladığı canilik kariyerine insanlarla devam etmek istiyor. Bu sebeple seçtiği Alyassa ise çok sevdiği babasının terk edip gittiği, genç annesinin bir başka adamla evlendiği, ondan ikiz kardeşleri olan, üvey babanın tacizi ve annesinin ilgisizliğinin travmalarını yaşayan bir kız.
İki karakter de buz gibi soğuk. Sanki yaşamıyorlar gibi. Sevginin nasıl sıcak ve kuşatıcı olduğunu, insanın içinden gelen o gücü harekete geçirdiğini anlıyorsunuz. Bu çocuklar yaşadıklarından kaçıyorlar ve başlarına yol boyu daha da kötü olaylar geliyor.
İkinci sezonda bir karakter daha katılıyor. Aşırı mükemmelliyetçi bir annenin sürekli cezalandırarak büyüttüğü, cezanın sebebinin sevgisi olduğuna inandırdığı, babasız büyürken kendinden çok büyük bir adama aşık olan zenci genç bir kadın. Aslında adam Hocası olduğu üniversitenin kız öğrencilerine şiddet uygulayıp onlarla beraberliklerini kayda alan, bu nedenle yargılansa da güçlünün kendini kurtardığı bu dünyada paçayı mahkeme önünde sıyıran yazar. Ama hayatında sevgi görmemiş bu kadını bir kaç sözüyle kendine bağlıyor ve kadın tam bir büyülenme ile intikam meleği oluyor.
Sevgi yoksunluğu çeken insanların sorununun sevginin ne olduğunu bilmemeleri ve çabuk kandırıldıkları bazen de bunun farkında olsalar da sahte bile olsa sevgi ile temas etmek için kendilerine yalan söylediklerini ifade eden anlatıcı gençlerin iç konuşmalarını da veriyor ki, bazı duygu kıpırtılarını böylelikle görüyoruz. Ama daha fazlasına müsaade etmiyorlar. Bir nevi tekrar terk edilme acısı yaşamamak için gardlarını alıyorlar.
İnsanın travmatik olaylara takılı kaldığı, bu konuda yardım almazsa kendine yarattığı parmaklıklar arkasından hayata dahil olmadan yaşadığı gerçeğini güzel anlatan dizi gençlerden ziyade büyüklerce izlenmeli derim.
Bu dünyaya çocuk getirmek kararı, girdiğin sorumluluğun farkına vardığında insanın tüm özgürlüklerini elinden alan ağır bir durum. Bu nedenle iyi düşünülmesi gerek.
Zaten dizide de genç kız, annesinin ilgisizliği, üvey babanın tacizlerinden bıkıp öz babasını bulmak için umutla yola çıkıyor. Babası ile karşılaştığında hayal kırıklığına uğruyor. Bunu "Birini yıllarca görmeyince vereceği cevapları kafanızda büyütüyorsunuz" diye ifade ediyor. Sorumsuz babasına da, "Eğer onu terk edeceksen gidip çocuk yapmamalısın. Çünkü ömürleri boyunca o çocuklar ne yaptıklarını düşünürler" diyerek isyan ediyor.
Babası ise son derece duygusuz bir şekilde, başka bir kadından olan oğlunu da terk ettiğine şahit olan kızına "Bu kurban numaralarını bırak, beni de sevmediler. Ne anne kucağı gördüm, ne emzirildim, herkesin bir sebebi var." diyebiliyor.
Evet, herkesin bir sebebi, ihmal edilmişliği, yalnızlığı var. Bunlara takılı kaldığında ya da sevgi ipi koptuğunda bir baş dönmesi ile denize düşen insan yılana sarılacak kadar ciddi hatalar yapıyor. En iyi ihtimalle ise kendisi gibi bir yaralı bulup el ele kıyıya çıkacakları zannını yaşıyor ama psikolojide iki yarım bir tam etmiyor.
Madem bir insanın ruh ve beden dünyası anne ve babasının ellerinde, onların tavrına göre dünyayı kurtaracak güzel işler yapan insanlar ya da dünyanın sonunu getirecek kötülüğü büyüten canavarlar yetiştirmek şansları var, o zaman ebeveynler tercihlerini bu sorumlukla beraber yapmalılar.
Dizide, "Olacakları engelleyemezsiniz, ancak olduğunda baş etmeye çalışırsınız" diyor kahraman. İşte insanın hayatın getirdikleri ile mücadele yerine dans ederek akışına bırakması için psikolojik olarak sağlam, tek başına bir bütün olması gerekiyor. Huzurlu, sağlıklı bir toplum için bu gerekli.
Kötünün seyredilerek ibret alınması mümkün oluyor mu yoksa dizilerde açıkça gösterilen bu kötülükler içlerinde bu yönde dürtüler olan insanlara bir cinnet anında fırlayacak şekilde bilinçaltına depolanıyor mu bilmiyorum ama bu dizilerin çok seyredildiği, şiddetin de giderek yaygınlaştığı ortada.
Ruhun yitirildiği, maddi ihtiyaçları karşılansa da sevgisizlik ve ilgisizlik bahtsızlığının her eve bulaştığı bu çağda insanın iyi olarak kalabilmesi için, farkındalığını geliştirmesi, kendine bir ideal, uğruna yaşanacak bir uğraş bulup içindeki sevgi ırmağının debisini arttırması gerek. Yoksa kendisi de susuz kalır.
Sevin, sevginizi sunun. Kendinizle bütünleşin, evlatlarınızın ve sevdiklerinizin de kendilerini bulmaları, tam olma çabalarını destekleyin. Yoksa kötülük bir yerde yolunuzu keser.