SİNEMA GÜNLÜĞÜ 61. Film
AVTOBUS-2012
Bu film bir yol öyküsü. Bilmediğimiz, görmediğimiz bir yerlerde ama bu toplumda bizimle yaşayan insanların mecburen her ay yaptıkları bir yolculuğa konuk olan yapımcılar, yaklaşık gidiş dönüş dört gün süren yolu, içindeki yolcuların kısa hayat hikayelerini ele alarak kayda almışlar. Türkiye'nin, diplomatik ilişkilerini kestiği için sınır kapısı kapalı olan komşusu Ermenistan'dan yine çalışma izni alamadığı için turist olarak gelen ancak aslında burada bir çalışma hayatı olan insanlardan bahsedilmiş. Turist statüsü gereği ayda bir gün sınır kapısından giriş çıkış yapmak zorunda olan bu insanlar başka ülkelerden de geçerek bu zorunlu yolculuğu yapıyor ve bir gece topraklarında kalıp yeniden İstanbul'a, çalışmaya dönüyorlarmış.
Gösterim sonrası Agos Gazetesi yazarı Pakrat Estukyan ile söyleşi yapıldı. O bize bu belgeselin ve halkının hikayesini anlattı. "Savaş çok zordur. Biz savaş sebebiyle gelmedik. Ama yine de mültecilik, başka bir ülkeye sığınmak zordur. Mültecilik ile sınanmak kolay bir sınav değildir. Hele de tarih boyu ders kitaplarında birbirine düşman belletilen halkların bir arada olması başka bir zorluktur. Ermenistan Sosyalist Devleti birden yıkılınca gelecek kaygısı olmayan insanlar biranda dünyaya savruldu. Zenginler Amerika'ya gitti. En yoksullar çalışmak için en yakın olan Türkiye'ye geldi. Hep yanyana, iç içe yaşamış iki halk, bildik coğrafyalar ve burada iyi muamele görmeleri buraya gelişleri arttırdı." diye anlattı.
Hayat hikayeleri arasında çok etkileyici olanlar vardı. Televizyonda konserler veren devlet sanatçısı yaşlı bir kadın iki kızı üniversite okusun diye buraya çalışmaya geliyor ve her ay bu geliş gidiş çilesine katlanıyordu. Önceleri birilerinin işini yapmak çok ağır geldi diyordu. Türk yardımcılara yaptıramadıkları her türlü zor işi yabancı yatılı yardımcılara nasılsa mecbur diye yaptırdıklarını anlatıyordu. Yine de Türk ailelerle çalışmaktan memnun olduklarını ekliyordu.
Bazıları illa ki Ermeni ailelerin yanında çalışmak istiyormuş. Uzun süre Türk ailelerle çalıştığı ve memnun olduğu halde bu isteğinin sebebi sorulduğunda çevresinde kendi ana dilini duymak istediğini söylemiş biri. Bu durum çok etkiledi beni. Çünkü dil insanın evidir. Anadili dışında bir dilin konuşulduğu yer gurbettir. Evinden uzaklığını hatırlatır ki, evsizlik büyük bir çiledir.
Hasılı kelam ne kadar insan varsa o kadar hayat var. O kadar hayal, o kadar yıkılmışlık, o kadar zorluk, o kadar ikram var.
Kimsenin imtihanı diğerinden kolay değil. Kimseye özenecek ya da acıyacak konumda da değil insanoğlu.
Sadece yaşamalı, iyi olmaya çalışmalı. Elimizden geldiği kadar da kendimizden çıkıp "Ben olabilirdim" düşüncesiyle empati yaparak başka hayatlara dokunmalı. Bazen sadece birini dinleyerek, duyarak, elinden tutarak ona, o an bizim fark etmediğimiz çok büyük yardımlar edebiliriz.
Unutmayalım, mutlu eden, mutlu olur.