Hayatın temeli sevgidir. Herkes hayatı boyunca yüreğine eş bir yürek arar durur. Ancak asli ihtiyaçları zamanında ailesi tarafından karşılanmayan çocuklar, bedenen büyüseler bile hep açlığını çektikleri sevgi ve şefkatin izini sürerler. Çoğu zaman da, gerçeği ile sahtesini ayıramadıklarından bu arayış boşa çıkar. Böylece toplumun temel taşı birey mutsuz, güvensiz, empatiden uzak, nefreti kendine silah yapmış bir varlığa dönüşür
Günümüzde ebeveynler, maalesef ki, çalışma hayatının yoğunluğunu bahane ederek ne kendileri ne birbirleri ne de çocukları ile yeteri kadar ilgilenemiyor.
Dolayısıyla yalnız bireyler kadar “yalnız çocuk”lar da çoğalıyor. Bu durum ileride acısını fena halde yaşayacağımız, belki de bu gün dehşetle okuduğumuz haberlerden de anlaşılacağı üzere o kötü günlere erkenden vardığımız büyük sorunlara gebedir.
Bu gün uzmanlaşma ile birlikte doğal yeteneklerini geliştirmeyen ve her şeyi başkasından bekleyen insanlar, vaktinde vermedikleri zaman ve sevgiyi daha sonra bin bir zahmetle maddi-manevi yıpranmalar yaşanarak telafiye çalışmaktadır. Sorunlar kar topu gibi büyüyüp de anne babanın çözemeyeceği bir hal alınca da psikologların, diyetisyenlerin kapıları aşındırılmaktadır.
Bu sorunların farkına daha kolay varmak için yönümüzü çocuk edebiyatına çevirmekte fayda var. Gerçi Cemal Süreya çocukların da tıpkı büyükler gibi her şeyi anlayabileceğini söylemiş ve çocuk edebiyatı kavramına karşı çıkmışsa da bu gün bu konuda ciddi bir sektör olduğu inkar edilemez.
Böyle bakınca, yazarı “Yüreğinin Götürdüğü Yere Git” kitabını da kaleme alan, Susanna Tamaro olan Tombul Yürek mutlaka okunması gereken bir kitap
Kitabın arka kapak yazısı şöyle:
“Michele şişman bir çocuktur, ya da en azından onu ne olursa olsun zayıflatmaya karar vermiş olan annesi böyle düşünmektedir. Zavallı Michele'nin yaşamı bitip tükenmek bilmeyen cezalar ve diyetlerle geçmektedir. Onun en yakın arkadaşı olan evin buzdolabı Buzz, Michele'ye şövalyelik ünvanı verir ve onu Şövalye Tombul Yürek, Muhallebi ve Simit Markisi olarak adlandırır. Annesinin zoruyla Sıska Hamsiler Kliniği'nde kalmak zorunda olan ve buranın şişman çocuklar için bir hapishane olduğunu anlayan Michele, bu şövalyelik ünvanını kullanarak klinikten kaçar. Anneannesinin evine giden yolu ararken ormanda yolunu yitiren tombul çocuk, konuşan bir Sansarcık ve sahibi Bay Kakkolen ile karşılaşır. Başarısız bir mucit olan Bay Kakkolen Michele'nin bir kahraman olmasını ve şövalyelik ünvanını gerçekten hak etmesini sağlar.”
İşte konusu kısaca özetlenen bu kitapta önemli sorunlara parmak basılmakta, olaylara sekiz yaşındaki yalnız bir çocuğun gözünden bakılmaktadır.
Mesela kitabın bir yerinde şu ifadeler geçmektedir:
“Şu dünyada esrarlı mı esrarlı bir durum vardır da en önemlisi şudur: Çocuklar, büyüklerin ne istediklerini her zaman anlarlar; ama büyükler, çocukların ne istediklerini hemen hemen hiçbir zaman anlayamazlar. Daima çocukların şunu ya da bunu istediklerini düşünürler, oysa bu doğru değildir. Çocuklar sadece nazik davranmak için onlara boyun eğerler, ya da boyun eğmiş gibi yaparlar.”
Tekrar söylüyorum: Kitabın üzerindeki 7+(kız-erkek) uyarısına aldanıp bu kitabın sadece çocuklara yazıldığını zannetmeyin.
Hayallerini ve rüyalarını kaybeden insanları, yani anne ve babaları, daha sağlıklı çocuklar yetiştirmeleri için normalleşmeye davet eden kitabı mutlaka her anne baba okumalı. Hatta içindeki çocuğa sarılmak, insanı anlamak isteyen herkes talibi olmalı diye düşünüyorum.
Çünkü kitaptaki şu tespit çok yerinde: “Hiçbir ana baba çocuğundan hoşnut değil. Kimi çok yiyor, kimi çok aç, kimi çok konuşuyor, kimi suskun, kimi bulutları seyretmekten hoşlanıyor, kimi gözlerini bir kez bile yukarı çevirmiyor. Anlayacağın bugünün dünyasında yolunda giden hiçbir çocuk yok.”
Bu kitabı ilk kez okuyup bitirdiğim gün BAŞLANGIÇ adlı sinema filmini izlemiştim. Kitap ve film öyle güzel zihin yap-boz'umda yerini bulmuştu. Bu ayrıntıyı da vermek istedim.
İzlemeyenler için iyi bir film olduğunu belirteyim ve konuya tekrar döneyim:
Sevgi, emek ister ya, kalbi dolduracak gerçek sevgiye giden yolda kendi sevgi depolarımızı dolu tutalım, hayallerimizin peşinden koşmayı ihmal etmeden, güzel rüyalardan güzel sabahlara uyanalım ki, sevgi dolu nesiller yetiştirebilelim.
Bu gün topluma hakim olan nefret dilini düşününce söylediklerim bir ütopya gibi gelebilir. Ama doğrular değişmez. Sevginin katına daha hızlı yükselebilmek için aklımızı başımıza almamız gerek. Belki de bu günkü gibi duvara toslamamıza az kalmış olması bir umuttur. Düşecek bir yer kalmayınca mecburen yönümüzü yukarı çevireceğiz. İşte o zaman bu kitaplar bize güç verecek.
Sevgi duygusunu yaşayan bir toplum için tek yol, başta kendimizi, içimizdeki çocuğu sevmek, sonra da kendi çocuklarımızdan başlayarak tüm çocukları bağrımıza basmaktır.
Keyifli okumalar, iyi seyirler.