Gürül gürül akan bir şelalenin güvenli bölgesinde ya da bir parkın süs havuzunda su savaşı yapan çocuklar gibi coşkulu olabilirdik bıraksaydık kendimizi.
Yapamadık. Çünkü artık tanıyoruz insan cinsini. Sınırlarımızı biliyoruz, kıyısına kadar gelip havasını kokluyoruz karşımızdakinin ruhunun.
Her şeyin bir kıyısı var… Sonrası belirsizlik. Yumuşak yataklar, pamuk ya da kuş tüyü yastıklar olsa sonunda, belki kolayca bırakır insan kendini uçurumdan. Ama yok, biliyoruz. Yuvarlandığımız gibi kayalar ellerimizi parçalar.
Ya kıyıda kalmak? O da yürek parçalamıyor mu?
En iyi ihtimalle dağılmazsın belki düşerken, o esnada oluşan yaralar kanar, iyileşme sürecinde sızlar. Eski yaraları kanatır bazen. Gerek yok daha fazla kayba.
Sivrisineklere veriyoruz hem günlük istihkaklarını. Kenelerleyse işimiz olmaz. Kanına sahip çık. Kansızları boş ver, kanını değil canını verecek kadar sev, yüreğe karşı yüreği ver.
“Zihnim bir sussa sonunda kalbimi duysam” diyor ya hani, Karanlık ormanda kayıpken buluruz bazen bize iyi geleceği. Ulaşırsak ruh bütünlüğüne, içimizdeki derin yeşillere, dönüşebilirdik maviliklere, göğe bakma durağından izlerdik bulutları, denizleri”
Aklıma yatsa, güçlükleri ardımda bırakıp içimdeki küçüğe fırsat versem yeniden. Hem büyütsem onu hem de çocuk olduğunu hatırlatıp sakince yanındayım desem… Ahh…
“Bir varsam bir yoksam.
Bir de doğsam yine küllerimden doğsam” diyor ya şarkıda az kaldı biliyorum. Bir şeyler değişecek, küllerim savrulurken ben de kanatlanacağım.
Değiştim, eski ben değilim. Değiştim hem de çok. Elbette zamanın bile silemediği izler var içimde, dışımda, kader var hem, ne kadar çırpınırsan çırpın yazılmışsa geliyor başa. Allah iyi yazılar yaza…
Ferah kahvelerim olacak mı benim de? Yüzüme huzurun o herkese yakışan rengi yerleşecek mi?
Olacak hepsi olacak. Baştan başlayacağız her şeye.
Bir insan hayatı boyunca kaç kez yeniden başlar?
Düşünme, suni zekayı örnek al. Rota yeniden oluşturuluyor. Canlı takipte kal.
Yarım bıraktıkların olacak elbette, olsun sen tam ve bütün olduysan yarımlardan bütüne koştuysan bu şansı hep bulduysan yine şansım yaver gider.
"Herkesten daha çok şey biliyor mutlu olmanın harika bir yol yolunu bulmuş" diyorlar. Net insanların çözümlerini severim, doğrudancılık onlarda, sadede gel telaşı da. Bense sekme üstüne sekme açıp her sayfaya ayrı koşup yorulurken hazzı kaçırıyorum çoğu zaman.
Hayatında kutlama eksik demişti bir hocam. Hayat böyle karmakarışıkken neyi kutlayabilirim derdim eskiden olsa. Şimdi nefes almak sevmek sevilmek coşkuyla dans etmek şelalede su savaşı yapmak, çocuk olmak, her şey kutlanabilir derim.
Kaybede kaybede öğrendim bunları. Kaybettikçe kazanmanın yeni yollarını arar insan. Kazanınca bir hale sıkışır kalır. "Bu muydu?" bile der zamanla. Diğer seçeneklerde dolaşansa soyunur katmanlarından. Dün neydi yarın ne olacak bilinmez. Bu günkü katmanda beklemen gerekmez.
Sessizlik
dalgalı bir denizdir, ses ada deriz. Bir de seslerle yorulmak vardır. Üç küçük
çocuğu olan bir anne kendisine seslenilmesinden bıkar, onun için ada
sessizliktir. Bulamaz oraya götürecek bir sal, daralır ve içindeki seslere
karışır dış sesler. Bir gün patlar hepsini birden susturmak için, çığlık
çığlığa ses verir etrafına. “Herkes şaşkınlıkla ne oldu?” der, sessizliğine
alıştığından.
Hastanenin
karşısında oturan biri ambulansın acı, klaksonların kaotik, itfaiyenin yakıcı sirenleri
arasında sıkışabilir. Yüreği ağzına gelir her seferinde. İstemese de irkilir.
Uzun süre maruz kalırsa kanıksar ama yorgunluğunun sebebini anlayamaz. Peki ya
doğduğundan beri böyle seslere maruz kaldıysa hep endişeli bir insan mı olur
umursamaz mı? Sessizlik boğarken ses de yorar insanı.
Can
insana emanet. Emanete iyi baksa da burası dünya, aşağılarda bir yerde, hem de
gürültülü. Hepsinden sıyrılıp sessizliğinden de geçmek önemli. Kolay mı? Asla. Elektriğin,
internetin olmadığında kimse yapacak bir şey bulamıyor artık değil mi? Kitap
okumak, uyumak falan eskide kaldı.
Bir
de saatler var hayatımızı esir alan. Zamanın geçtiğini bize ispata çalışan. Yelkovan
ve akrebin bitmez koşuşturmacasının şahidiyiz. Zevkli bir şeyler içindeysek
yani geçişini izlemiyorsak iyi de bir bekleyişin içindeysek misal bir hastanın
ameliyattan çıkışıysa saate bakarak beklediğimiz işte o vakit işkence aletidir
saat. Hele de saniyelerin sesini çıkararak ilerlediği duvar saatleri yok mu? Uyku
kaçırır. Başa inen balyoz gibi gelir.
Hayatın geçtiğini hatırlatır saatler. Bunu unutmak için yaparız belki de adını
yaşamak koyduğumuz her şeyi.
Doğduğumuz
günden öleceğimiz vakte kadar zamanla ve sesle sarılıyız. Sınırlı biliyoruz, onları
ölçmek için aletler, takvimler yapmış, saatler takmışız kolumuza, duvarımıza.
Sessizliği,
sesi ile yırtmalı insan, ses olmalı başkasına, vakti dolmadan.
Ses
isteriz, sessizlik bir kuyudur. İçine düşersen, içindekileri dinlersin. Bir
zaman sonra yorulursun. İnsanı tehlikelerden korumakla görevli bilinçaltı dizer
durur bariyerleri, yığar bahaneleri ve insanı sessizliğin içinde kaosa
sürükleyebilir. Ondandır herkesin bu kuyuya düşmemek için kaçarken başka başka
kuyulara yuvarlanması. Evham, temizlik hastalığı, yoğun çalışmak, sosyal medya
bağımlılığı, takıntılı bir şekilde spor, yoğun bir şekilde yoga, sürekli gezmek
hepsi sessizlikten kaçmak içindir.
Sessizlik,
karanlığına zor tahammül edilen bir tünel adeta. Her tünel bir gün biter. Kuyu
dersen kapatılır ya da kaynağa bağlanır ama nihayetinde sessizlikten geçerken
değişir insan.
Sessizlik
çöldür, ses vaha.
Sessizlik
dalgalı bir denizdir, ses ada.
Sessizlik
yalnızlıktır, ses sığınak.
Sessizliğin
içinden geçmek zor olduğundan hepimiz seslerle örüyoruz etrafımızı.
Hatırlatıcıların sesleri bile iyi geliyor, su iç diyor, yürü diyor, yat diyor,
yoruldun bir mola ver diyor bir araba ya da saatle telefon. Bu bile iyi geliyor.
Sessizliği deliyor. Yaşadığını hatırlatıyor insana.
Hasılı
kelam, uzun zaman maruz kalınan ses de sessizlik de zarar. Orta yolu bulmak
gerek ama bu da en zoru. İnsan sosyal bir varlık, sesine ses verenin karlı
dağlar olmasını istemez. Söylediklerinin kendi sesinden yankısı yetmez insana.
O söz birine temas etmeli, bir kalbe, zihne değmeli, ses olup dönmeli
kulaklarına. Yoksa boşluk genişler, yalnızlık sarar, sessizlik insanı yutar.
Ondan
değil midir Oğuz Atay’ın “Ben buradayım okur, sen neredesin?” diye soruşu.