KAFE YAZAR 'DAYIZ...


Merhaba, 

Güzel bir günden selamlar. Bu gün bir bilgilendirme yapmak istiyorum. Bu blogtan önce epey internet sitesine yazı veriyor, çeşitli dergilere de yazıyordum. Ancak bir süredir vakitsizlik kıskacında olunca sadece burada yazdım. Şimdi mekan değiştirmede, genişletmede hayır vardır diyerek yeni bir site bünyesinde edebiyata, hayata, şiire, sinemaya dair yazılar yazmaya başladım. 

Geniş bir yelpazede yayın barındıran sitede hayata ve hukuka dair her şey var. Ayrıca meslektaşım hukukçular tarafından geniş kitlelere hukuki yardım amacıyla hazırlanmış her türlü dilekçe örneğini bulabilirsiniz.

İNCELEMENİZ İÇİN LİNK BIRAKIYORUM: BURAYI TIKLAYINIZ

TAKİP VE DESTEĞİNİZİ BEKLERİZ. 
DUYANLAR DUYMAYANLARA DUYURSUN:))  

İLK YAZIM İÇİN TIKLAYINIZ.

İKİNCİ YAZIM İÇİN TIKLAYINIZ.

Lİ VİR-BURADA

SİNEMA GÜNLÜĞÜ 60. Film   

Lİ VİR-BURADA


Konusu yandaki resimde yazan, festivalde izlediğim on dört film içinde çok sıkıldığım tek yapım bu idi. Vicdani retçilik biraz daha net anlatılsa ve süresi yarıya indirilse belki daha anlamlı olurdu. 

Sahnelerin uzun tutuluşu, Türkiye'ye iade edilmeyen ama orada gözlem altında tutulan bir yabancının aile, memleket hasreti, adeta bir hücrede yaşıyorcasına kısıtlanmış hissettiği hayatı oyunculukların da olmadığı belgesel tarzı bir yapımla izah edilmiş ama görünürde İngiltere sokaklarında özgürce dolaşan bir insanın kendini tutsak hissetmesi anlamsız. Yalnız olabilir ama ailesinin tüm önerilerini reddeden ve kendisine saygı gösterilmesini isteyen birinin bu yalnızlığın bedeline katlanmayı göze alması gerekiyor. Bu yolu neden seçtiği  konuya vakıf olmayanlar için son derece havada kalıyor.  Tavsiye etmek zor. 



  

ASFUR -2014


SİNEMA GÜNLÜĞÜ 59. Film  

ASFUR 


Müzikleri çok güzeldi. 

Ayrıca görme engelliler için sesli betimleme yapıldı. Bu deneyim salondakilere de yaşatıldı. Çok farklıydı. Bir düşünün, görmediğiniz bir şeyi seyrediyorsunuz. "Odada bir sandalye var, genç adam üzerine oturdu. Karşısındaki kadın ona bakıyordu. Kafesteki kuş çırpındı" şeklinde betimlemelerle mekan ve durum tasvirleri yapılıyor. Bir yandan da bizim gördüğümüz ve duyduğumu şekilde film akıyor. Dinleyerek film izlemek. Her şey zihninizde canlanıyor. 

Bir yönetmen söyleşi esnasında mültecilik ile engelli olmanın birbirine benzediğini söylemişti. Hele de ilk zamanlar, dilin içine yerleşememişken zordur mülteci olmak. Fiziki özelliklerin de o bölge insanından farklı ise "Boyalı kuş" olduğun hemen anlaşılıyorsa başka bir zorluk daha belirir. 

Hasılı kelam, zordur iltica etmek ama seçenekleriniz bir iç savaşta ya ölüm ya da hapse girmekse her risk her zorluk göze alınır. Bir zaman sonra da zorluklar yerini kolaylığa bırakır. Çünkü insan her şeye alışır. Bu belgeselde de işte bu hususlar işlenmiş. 

Kafesteki bir kuş mu olacaksın, kanatlarını açıp özgürce süzülen bir kuş mu?    

KAPLUMBAĞALAR DA UÇAR -2004

SİNEMA GÜNLÜĞÜ 58. Film  


Gerçekten iyi filmlerden biri. Uzun metraj 2004 yapımı drama türünde filmin Yönetmeni Bahman Chobadi.

Bu filme dair çok uzun yazamayacağım. Onun yerine iyi bir yazıya yönlendireceğim. Detaylar için burayı tıklayın. Ama bir kaç kelam edersek; 

Savaşın kaybedeni her zaman halktır. O halkın içinde de çocuklar, kadınlar... Bu filmde, İran-Irak savaşı esnasında bir mülteci kampında bombalar altında yaşayan, karınlarını doyuracak bir kaç kuruş için mayın toplayan çocukları görüyoruz. Hiç çocuk olamamış, olamayacak, yaşadıkları ağır travmalarla devam edecek güçleri olamayacak çocukları. 

Kadınlara, kızlara, çocuklara tecavüz eden acımasız mahlukların geride bıraktığı enkazları. Kolu bacağı koptuğu için sapasağlam geldiği dünyada yarım kalan çocukları. Yine de yaşama devam etme azimlerini. Kimsenin bu kötülüklere engel olmak için gayret sarf etmediği, koskoca sağır bir dünyayı.       

Herkesin mutluluk, huzur, barış, sevgi, kardeşlik istediği bir dünyada bu kadar kötülüğü kim yapıyor. Bu günlerde bunu düşünüyorum. Asıl olan insanların kötü olduğu ve iyi olma seçeneğine ulaşmak için karşısına çıkan olaylarla sınandığı. 

Bir kötülüğü elimizle önlediğimiz kadar iyiyiz. Olmadı dilimizle, onu da yapamadıysak bari kalbimizle kötünün, kötülüğün karşısında yer alalım ki, iyi olmaya giden dikenli yolların önündeki engellerden ilkini aşalım.

Hayat kolay değil. Yarın anneler günü. Herkes yine çiçekler hediyeler, mesajlar yağdıracak birbirine. Yemekler yenecek, sinemalara gidilecek. Bu çok güzel elbette, annelik kutsal, anne olmak kendi hayatından, zevklerinden, seçimlerinden bile isteye vazgeçmenin adı ama bir de bu şansa erişememiş kadınlar var. Hiç bir zaman çocuğu olmamış, olamayacak ya da istemediği halde çocuğu olan kadınlar... Bu filmde, kucağında benimseyemediği çocuğunu taşıyan bir kız çocuğu var mesela.

Epey ödüllü bu kaliteli filmi kalbinizin dayanacağı bir zamanda izleyin. 

Ama çocukları her zaman koruyun. Çocuklarınıza yaşama fırsatı verin. Bunu yaparken gözlerinizi de üzerilerinden ayırmayın. Çocuk kimin çocuğu olursa olsun, onlara sahip çıkın. Onların hayatını karartan, düşlerini alan, yaşayan ölüler haline getiren tacizci, tecavüzcü canavarları da görmezden gelmeyin. 

Kötülüğe karşı en azından bu kadarcık bir iyilikle var olalım. 

Yolunuza, yolumuza, bütün çocukların yollarına hep iyiler çıksın.           

BENİM KABEM İNSANDIR



SİNEMA GÜNLÜĞÜ 57. Film    

BENİM KABEM İNSANDIR

Başlıktaki cümle Alevi-Bektaşi felsefesinin mottosu imiş. Hatta Ruhi Su'nun aynı adlı bir semahı var. 

İnsanı her değerin merkezine yerleştiren, aslına ermek hünerini vurgulayan felsefeye göre aslolan insandır. Bu bakış açısıyla farklı coğrafyalardan iltica eden insanlarla paylaştığımız ortak hisler, korkular, acılar, beklentiler ve hayal kırıklıklarımıza odaklanan bir yapım olmuş. 

"2014’ten bu yana bir milyondan fazla mülteci ve göçmen tekne ile Avrupa’ya ulaşmaya çalıştı. Tahmin edilen 15.211 (yazıyla on beş bin iki yüz on bir ) kişi Akdeniz’de hayatını kaybetti ya da kayboldu. Bu film Akdeniz sularında kalanlara ve yola devam edenlere ithaf edilmiştir." diyerek bitiyor.

Yönetmen Sinem Taş'ın bu filmi, seyrettiklerim arasında en etkileyici insan hikayelerinin olduğu yapımlardandı. Yirmi iki dakikalık bu belgesele rastlarsanız mutlaka izleyin derim. 

Aşktan vefaya, ayrılıktan aldatılmaya, daha güzel bir hayat şansına rağmen memlekete duyulan özleme ve her şeye, herkese rağmen hayata devam etme iç güdüsünün gücüne vurgu yapıyordu. İşte gösterim esnasında çektiğim bazı görüntüler. Bir fikir vermesi açısından paylaşıyorum. İyi seyirler...
    

























EŞİK 2019- BELGESEL- DİLEK GÜL



SİNEMA GÜNLÜĞÜ 56. Film   

Bu gün anlatmak istediğim film yine Mülteci Film Festivalindeki belgesellerden biri. 

Hepsi birbirinden güzel bir çok yapım izledik ama bu hepsinden farklıydı. Acıları ile bildiğimiz, çoğu zaman görmezden geldiğimiz, barınma, güvenlik gibi temel ihtiyaçlarını gideremeyen mağdur olmuş mülteciler yerine belgeselde gördüklerimiz bambaşka bir ülkede kendi ayakları üzerinde durmayı becermiş başarılı kadınlardı. 

Yönetmen, "İnsanların hikayesini öğrenince empati kurarsınız. Sinema da bunu amaçlar. Hikayesini dinlediğiniz insana yaklaşırsınız yoksa yanından geçip gidersiniz. Ben bu farkındalığı oluşturmak istedim diyor eseri için yola çıkış serüvenini anlatıyor.

Açıkçası kadınların bin bir dertle uğraşıp kariyer yaptığı, ev, çocuk, iş yükünün altında ezildiği bir ülkeye mülteci olarak gelip kendi işlerini kurarak azimle çalışan kadınları görmek, hayat felsefelerine dair anekdotlar dinlemek, gösterim sonrası yönetmen Dilek Gül ile Suriyeli genç kadın gazetecinin sohbetine katılmak bir kadın olarak bana motivasyon kaynağı oldu.   

Savaşla, hukuksuzlukla yıkılan bir ülkeden geriye dağılmış hayatlar kalıyor. Ne oturacak bir ev ne de can güvenliği olmayan insanlar en temel içgüdü olan hayatta kalmanın yollarını arıyor. 

Belgeselde babası da gazeteci olan ve sık sık gözaltına alınan genç kadın gazetecinin babası "Senin kolunu kızınla kırarız" tehdidi aldıktan sonra Türkiye'ye geldiğini söylüyor. Aslında ülkede huzur ortamı bozulup hukuksuz tutuklamalar, faili meçhul infazlar başlayınca çevresindeki eğitimli kesimin ülkeyi terk ettiğini ama kendisinin vatanından ayrı kalmayı düşünmediğinden bunu yapmadığını söylüyor. Ancak tehditler artınca yanına annesini de katan babasının isteği ile yedi yıl önce Türkiye'ye geldiğini anlatıyor. Bu zamanın onu nasıl etkilediği sorulduğunda Dima şöyle yanıtlıyor:

"Çok değiştim, arkama bakmamayı öğrendim. Gelecek güzel. Ülkemde tutuklu ya da ölü olmak istemedim. Eli silah tutan da olmadım. Ama artık bir çok güzel duygumu da kaybettim. Eskisi kadar hassas ve duygusal değilim. Eski Dima yok ama yeni Dima'yı kazandım. Hiç bir şeyden korkmayan, rüzgarlarda devrilmeyen, dağ gibi durmasını bilen bir insan oldum. Ama ailemden arkadaşlarımdan uzak kaldım. Kaybettiklerim oldu. Önceden gelip yerleştiğim için savaş sonrası gelenler gibi mültecilik yaşamadığım halde çok değiştim. Savaş çok acı ve serttir. Ülkemizde bunların yaşanacağını hiç düşünmedik. Bu duygu çok kötü. Bir anda vatansız kalıyorsun. Savaşı hiç bir ülke için dilemem, düşmanım için bile."

Diğer bir başarılı kadın da ülkesinde kalsa doktora yapmayı planlayan bir öğretmen. Hiç kimsenin yanında çalışmamış ekonomik sıkıntı çekmemiş, iki çocuk sahibi bir insan iken İstanbul'a geliyor ve hayatta kalabilmek çocuklarına bakabilmek için iki yıl tekstil atölyelerinde ucuz işçi olarak çalışıyor. Dil bilmediği için sürekli ona bağırarak konuşuyorlar ve o da kendini anlatamadığı, söylenenleri anlamadığı için ağlıyor. En sonunda işi bırakıp tek tek mülteci aileleri gezip kaç çocukları olduğunu, okula gidip gitmediklerini araştırıyor ve bir anaokulu açmak için çalışma yapıyor. Bunun için dernek kurması gerektiğini öğrenip hiç tanımadığı bir şehirde anlamadığı bir dilde başvurular yaparak önce derneği sonra okulu kurmayı başarıyor. 

Kısa sürede beş yüz öğrenciye ulaşan okulda bir sürü genç öğretmeni de istihdam ediyor. Onu hayatta tutan felsefenin de "Yarın bu günden güzeldir, hep böyle inanırım" olduğunu söylüyor. 

Bir kapı kapanır, başkası açılır derler ya işte o şekilde eğer Suriye'de kalsaydım bir okul açmayı hiç düşünmez, normal bir öğretmen olarak işe gelir giderdim ama şimdi istihdam sağlıyorum, yeni gelenlere yardım ediyorum, diyor.

Bir diğer başarılı kadın ise lisans eğitimini İtalya'da yapmış, uluslararası bir çok ödülü bulunan bir ressam. İstanbul'u bütün Avrupa şehirlerine yeğlediğinden, barıştan yana olduğu ülkesinden ayrılıp buraya yerleşmiş. İstanbul'da atölye açmış. Burada bulunan soydaşlarına yardım etmenin peşine düşmüş. Asla umutsuz olmamış ve hayatı boyunca istediklerinin peşinden azimle gitmiş. Bu gün bir kadın olarak vatansız iken sanatını devam ettirebilecek bir noktaya gelmiş. Yani insanın kendine gerçekleştirme basamağına ulaşarak ihtiyaçlar piramidinin zirvesine çıkmış. 

Demek ki, bir kadın vatansız da olsa, azimli ve kararlı olduğunda hiç dil bilmediği bir ülkede tek başına ayakta kalabiliyor, çocuklarına ailesine bakabiliyor, sanat yapabiliyor. Sanırım suya düşenin çırpınırken mecburen yüzmeyi öğrenmesi gibi bir durum söz konusu.             

Yönetmen Dilek Gül'ün 42 dakikalık belgeselinin hazırlık sürecini anlattığı videoya buradan ulaşabilirsiniz. Belgesele de rastlarsanız mutlaka izleyin. Azmin zaferine şahit olun. İyi seyirler.

 

ALL TOGETHER- HEP BİRLİKTE 2016


SİNEMA GÜNLÜĞÜ 55. Film

Mülteci Film Festivalinde ikinci gün en beğendiğim kısa film All Together oldu. Yapımın gösterimleri şöyle:
Hep Birlikte - 2016 .... Belgesel, 00:08:00


8. Hangi İnsan Hakları? Film Festivali, Sığınma Hakkı Bölümü, Gösterim Seçkisi. 2016
2. Kısa Film Kolektifi Kısa Film Festivali, 9. İstanbul Belgesel Günleri Filmleri Seçkisi. 2017
Live at Heart Festival in Örebro, Sweden, Short Film Program, Competition. 2017
7. Zeugma Film Festivali, Belgesel Bölümü, Gösterim Seçkisi. 2018
1. İzmir Mülteci Film Festivali, Kısa Film Gösterim Seçkisi. 2019

Gösterimin ardından Nejla Osseiran ile söyleşi vardı ki, son derece verimli idi.


Yönetmenin geçmişinde de iltica etme öyküsü olması yapımı daha duygusal bir zemine oturtmasını sağlamıştı. Belgeseli çekerken olduğu gibi bize anlatırken de gözlerinin dolması, onun ne kadar vicdanlı biri olduğunun göstergesiydi. 

Babası Lübnanlı, annesi Türk olan Osseiran’ın çocukluğu birkaç farklı ülkede geçmiş. İlk ve ortaokulu Beyrut’ta okumuş. 1975’te, iç savaşın patlak vermesinden bir yıl sonra, annesinin ülkesi Türkiye’ye ailesiyle göç etmek zorunda kalmış. 

1989 yılından beri Boğaziçi Üniversitesi Yabancı Diller Yüksekokulu öğretim görevlisi olarak çalışmış. Fotoğrafa üniversite yıllarında başlamış. Yoksulluk, Çalışan Çocuklar, kimlik ve zorla tahliyeler gibi konularla ilgili çalışmaları çeşitli etkinlerde sergilenmiş ve yayımlanmış. 2007 yılından 2009 yılına kadar Sulukule’de belgeleme çalışmaları yapmış.

Bazı sahnelerini fotoğrafladığım belgeseli youtube da bulunca sevindim doğrusu. Çünkü gösterileni seyretmeyen birine kelimelerle anlatmaya çalışmak sessiz sinema oynamaya benziyor. Buradan izleyebilir ve siz de görüşlerinizi yazının altında yorum olarak paylaşabilirsiniz. 

Özellikle Midilli halkının yardımseverliği, gönüllü psikologların çabası ve bu sayıda Yunan ya da Avrupalı ölse dünya yerinden oynardı diye mültecilerin karşı karşıya kaldığı çifte standardı haykırmaları önemliydi. 

Dünyada her şeyin birbiriyle ilgili olduğunu, hepimizin görünmez iplerle birbirimizin hayatını etkilediğini fark eden genç bir mankenin memleketini, işini, gücünü bırakıp gelip bir Yunan adasında insan kazanmalıyız diyerek gönüllü çalışması, empati gücünü kullanarak vicdanını aktive etmesi de çok rastlanır bir durum değil ama dünyanın ihtiyacı olan bir bakış açısı. 

Kısa filmde, kendilerine büyük bir tekne çarpınca savrulan çocukları denize dalıp tek tek çıkaran babanın dört çocuğundan üçünü kaybettiğini söylediği sahne insanın kalbine saplanıyordu. Yönetmenin söyleşide verdiği detaylara göre karısı tamamen aklını yitiren adam çıktığı umut yolculuğunda yaşadığı travmalarla baş edebilecek mi sorusu zihinlere kazındı. Zaten çocuklarının cesetlerini alıp aynı tehlikeli yolculuğu yaparak geri dönmeyi, evlatlarını Suriye'de defnetmeyi istemişler ama kamptaki görevliler kalmaları konusunda ikna etmiş. Geriye kalan tek çocuklarından anne de baba da uzak duruyormuş. Psikologların gönüllü rehabilite çalışmaları dışında çocuk hep tek başına imiş mesela. 

Ne çok acı var, ne zor travmalar! 

Bir de vurgulanması gereken önemli bir nokta var: Dünyanın her yerinden Avrupa'yı, demokrasiyi, insanca yaşama şartlarını umut görüp Yunanistan'ı giriş kapısı gören bunca mülteciye hoş geldiniz diyen, kendisi ekonomik krizler içinde olsa da yardım eli uzatan, bizdeki bazı atasözleri ile dost olmayacağı söylenen Yunan halkı yaşanan dramlar karşısında insanlık sınavını başarı ile verdi, veriyor. 

Bu da bize dünyaya sadece bize belletilen doğrular-yanlışlar üzerinden bakmamamız gerektiğini gösteriyor. Ülkelerinin, dost bildiklerinin, kardeş kavgalarını iç savaşa varacak şekilde genişletenlerin yaptığı zulme karşılık bir halkın insanları canla başla ellerinden geleni yapıyor. Güvenlik güçleri dahi orta doğulu zihniyette olmadığından gelenlere kötü davranmıyor.  

Ne mutlu insan olanlara, insan kalmak için çabalayanlara!

Tekrar elinize, yüreğinize, sohbetinize sağlık Nejla Osseiran...    


Günler ateşler gibi geçerken geriye hep kül kalıyor

Handan Kılıç May 29, 2025 Bir hafta aradan sonra selam, İhmal değil imkânsızlıktan atladığım hafta ve devamı son derece yoğun geçti. ...