Yeni yıl, yeni yıl, yeni yıl herkese kutlu olsun:)

Hava civa her şey, hayat gelip geçiyor.

Havasız kalmak istemiyoruz onun için, üçüncü doz aşımı oldum dün. Çipin etkinliği azalmış, tazeleyelim dedim.

Ne oldu şimdi? Artık dış güçlerin kontrolüne girdim değil mi, genlerim de değişecek. Bir de çift başlı çocuklar doğacakmış.

Genlerimizi değiştirmeyen şey yok zaten. Bu model insanlardan da fayda görmediğimize göre değişim hayat kurtarır bahaneyle. Bakarsınız yeni insan daha da akıllı olur, kafasız olacağına geni değişsin ne yapalım!

Yoruldum artık bu saçmalıklara inanılmasından. Yine yayıldı her gün ölü sayılarına alışıldı. Tamamen zararsız demiyorum, üretilen bir hastalığa ilacı da üretip zengin oluyorlar da mantıklı, tamam onu da anlıyorum ama zararsız bir tek şey söyleyin günlük yaşamımızda! Yok ki!
Ne hava ne su ne süt ne et, hiçbiri temiz değil artık. Çıkmaz sokak burası. Yeni bir yön gösterecek mi belli değil. Yaşarsak göreceğiz.
Yıl biterken hastalara şifa, borçlulara eda, darda kalanlara sefa, gidene rahmet, kalana merhamet diliyorum.

Yorulduk, biliyorum. Bıktık, sıkıldık ama biraz daha dikkatli olalım her gün hala.

Mutlu yıllar bana, sana, ona.

 Bu arada #huzursuzkelimeler isimli şiir seçkisi Ekim 2021’de @parisyayinlari ndan çıktı. 

Seçkide benim de #bırakma adlı bir şiirim vardı. Kargoma ekledim son güne yetişti. Emeği geçen herkese teşekkürler ☺️ Şiir seçkisi okumak zevklidir hepsi ayrı ses farklı nefes.

Aslında bu yıl bir seçkide daha yer aldım ama kargosu henüz gelmediğinden seneye görüşürüz artık 🙃🎊😬🎉

#handankılıc



Ayrıca seçkideki şiiri aşağıdaki videoda seslendirmiştim.




 

Hayat Hanım -Ahmet Altan’ın son romanı üzerine bir deneme-

 İnsanların hayatları bir gecede değişiyordu. Her şey öylesine çürümüştü ki kimsenin hayatı kendi geçmişinin köklerine tutunamıyordu. Herkes lunaparklardaki kukla hedefler gibi bir vuruşla devrilip kaybolma ihtimali ile yaşıyordu.”

İşte daha başında okuru yakalayan bu cümlelerle açıldı Hayat Hanım’ın dünyası. Şahane bir girişti.

Kitap bittiğinde gönül rahatlığı ile şunu söyledim: İyi bir eserde olması gerekenler ne derseniz bu kitabı gösterir, analiz ederek okuyun derim.  

Muazzamlığını sadeliğinden alan bir hikâye, “Kahramanın sonsuz yolculuğuna” örnek bir anlatım. Çemberi tamamlayıp yeniden evine/kendine vardığında değişen dünyası ile yeni bir insana dönüşen kahraman. Adeta yaratıcı yazarlık derslerinde örnek metin olarak okutulabilecek bir kitap yazmış usta romancı Ahmet Altan.

“2021 Femina Yabancı Roman Ödülü” ile “2021 Transfuge En iyi Avrupa Romanı Ödülü”nü alan kitap birçok dilde yayınlandıktan sonra yazıldığı dilin okuyucuyla 15 Kasım’da buluştu. Yazarın diğer kitapları gibi Everest Yayınlarından çıktı.

Hayat Hanım romanının bir editörü yok. Çünkü yazım süreci cezaevi koşullarında gerçekleşti. El yazısıyla kaleme alındı, her sayfası “Görülmüştür” damgası ile dışarı çıktı. Dolayısıyla temize çekenlerin zorlanmaması, yazılanları rahat okuyabilmeleri için kısa cümlelerle yazıldığı Ahmet Altan’ca belirtildi. Böylece ekonomik bir dil kullanıldığını görüyoruz. Dijital dünyanın dikkatini azalttığı okur için kısa bir metnin çıkması avantajdı. Yazarı için ince sayılabilecek bu kitap metnin arasından ruha sızan hislerle öyle kuvvetliydi ki toplamda iki yüz on sekiz sayfa okusanız da etkisinin günlerce süreceği belliydi. Benim için de öyle oldu.

İyi kitaplarda olan o akıcılık, eline alıp bırakamadan devam etme isteğini epeydir bir kitapta bu kadar güçlü duymamıştım. Hem bir çırpıda okumak hem de bitmesinden korkarak yavaşlamak. Bir noktada durdum, kitabı kapatıp kaldırdım. Hissettirdiği duyguların içinde biraz daha uzun kalmak istedim, birkaç gün ruhumda demlenmesi için süre tanıdım kendime.

İki edebiyat öğrencisinin yarenliği üzerinden devam eden romanda diyaloglar bolca kullanılmış. Mitoloji kahramanları ve dünya edebiyatının seçkin romanlarından alıntılarla yapılan tartışmalar da yazı/okuma ile ilgilenenler için rehber niteliğinde. Tabi ki asla didaktik tarzda değil. Kaynak sıkıntısı yaşanan zaman ve mekânda yazı işleri ile ilgilenmeyen okuru da yormayacak şekilde metne yedirilmiş olması tam bir ustalık göstergesi.

Hayatları bir günde değişen iki tecrübesiz gencin yaşamı öğrenirken birbirine tutunması, acıların yakınlığı arttırması ve romana adını veren aslında çok ayrı dünyaların insanı olan Hayat Hanımla yollarının kesişmesi. Bunca farklı karakteri aynı hikâyede buluşturan ortam, çevre şartları hepsi öyle güzel, öyle düzenli yerleştirilmiş ki kaleme hayran olmamak elde değil.

Mekanların usul usul metne girişi, sonuna kadar yaşayışı ve Çehov’un klasik söyleminde “Duvarda asılı tüfeğin ileriki bölümlerde patlaması” kuralına riayet. Yani, bir hikâyede kullanılan her ögenin zorunlu olması gerektiğini ve ilgisiz unsurların kaldırılmasını belirten bu dramatik ilkenin kusursuz uygulanışı. Gereksiz tasvir, betimleme gibi unsurların, metnin içine hiçbir şekilde girmeyerek "Hatalı vââtler" vermemesi gerçekten önemlidir malum.

Metne bir şekilde dahil olan karakter ve tiplerin hepsinin hikayesinin ana karakterleri güçlendirecek şekilde akması, çember tamamlanırken de usulca toparlanıp insan, mekân, atmosfer bütünlüğü ile değişimin görünürlüğüne katkı sunulmasını çok başarılı buldum.

Edebiyatın hayatı etkileme gücünün de tartışıldığı kitapta bu kadar sade biçimde hüznün, çaresizliğin anlatılması da etkileyiciydi. Tabi şartlar ne kadar kötü olursa olsun insanın dayanacak donanımda olduğunu göstererek umudu taze tuttuğunu da söylemek gerek.

Arka kapakta da giriş cümlesinden ilhamla aktarıldığı gibi bu kitap “Herkesin lunaparklardaki atış poligonlarında duran kukla hedefler gibi bir vuruşla devrilip kaybolma ihtimali ile yaşadığı günlerde aşkın dönüştürücü gücüne” yeniden inandırıyor insanı.

Kitap Türkiye’de basılmadan önce yazarı ile yapılan bir YouTube söyleşisinde Ahmet Altan içeride üç kitap yazdığını söylüyor. Bu romanı kaleme aldığı vakitlerse sık sık henüz kapanmamış olan eski FlashTV’yi izlediğinden bahsedince dikkatimi çekti. Çok seyrettiğim bir kanal değildi ama ara sıra parmaklıklar ardında çekilen bir programa rastlamış Dilberay adlı bir sanatçının içli şarkılar söylediğini görmüştüm. Yazar da cezaevinde olunca romanın parmaklıklar ardında geçeceğini düşünmüştüm. Televizyonda bu konsepte programlar yapılırken hatta cezaevi temalı diziler yurtiçi ve yurtdışında çok revaçtayken kitapta da konu bu olabilirdi. Ama okuyunca gördüm ki cezaevi kelimesi bile neredeyse hiç geçmiyordu. Birkaç yerde tutuklananlardan bahsedilmişti o kadar.

İşte o zaman yazmanın özgürleştirici gücünün gerçek bir yazarı mekândan, yaşanılanların sarsıcılığından koruduğunu, soğuğun, sıcağın korkutmadığı gibi bir şekilde beslediğini gördüm. O, içeride iken dışarıyı, dışarıdakilerden daha iyi yazacak kadar hayal gücü, kalem ustalığı ve entelektüel birikime sahip kırk yılı aşkın süredir yazan bir romancıydı ne de olsa. Dil gücüne, şartlara göre değişmeyen tavrına şapka çıkardım.

Kadını, aşkı kadınlardan iyi anlatan en başarılı romancılardan olduğu zaten kendisini seven, sevmeyen herkesin kabulü iken ustalığı sayesinde edebiyatla hayatı, yazmakla yaşamayı, aşkla sevgiyi belli bir ritimde dans ettirdiği satırları hayranlıkla okudum. Aşka yeniden inandım. Geçtiğimiz yerlerde ruhuna dokunduğumuz insanlarda hep yaşadığımızı bir kez daha hatırladım. 

Roman yazmak üzerine yoğunlaştığım bu vakitlerde kitabı sadece okur gözüyle değil yazım tarzına dikkat ederek okuduğumdan duygularımdan ziyade teknik sayılabilecek başlıklar üzerinden değerlendirmelerde bulundum. Henüz kitabı okumayanları düşünerek konuya dair fazla bir şey yazmadım.  

Kalemin cesaretle birleştiğinde bir romancıya, yazının ruhunda olmazsa olmaz o özgürleştirici gücü verdiğini gördüm.

Edebiyat, hayatı bir çırpıda değiştirmiyordu elbette ama hepimizin yaşarken bir başkasına dönüştüğü bu yolda beraber yürüdüğümüzü anımsatıp yalnız değilsin diyordu. İnsanın kalabalıkta ya da bir başına, sosyal medyada binlerce takipçili ya da değilken hiç fark etmez, yalnızlığın pençesinde can çekiştiği zamanımızda bu da az bir kazanım değildi. Hem roman dediğimiz sanat insan ruhuna tuttuğu projektörle, aydınlık ve karanlık yanlarını gösterirdi. Böylece kendiyle yüzleşme cesareti bulan insan, daha çıkması gereken çok basamak olduğunu hatırlar, edebiyattan aldığı güçle harekete geçerdi.

Kalemini özlediğimiz yazarın, nice eserini daha, keyifle okuyacağımız güzel günlerde beraber olmayı dilerken nerde olursa olsun özgür olan kalemini hep “Dışarda” oynatmasını temenni ediyorum.

Handan Kılıç

Not: Bu yazı ilk kez Medıum Türkçe Yayın adresinde, ikinci olarak da Edebiyatblog sayfasında yayınlanmıştır.

Don't Look Up -Netflix


SİNEMA-DİZİ GÜNLÜĞÜ 

295-DON'T LOOK UP- YUKARI BAKMA

Son günlerin popüler filmi Netflix'te yayına girdi. 2 saat 25 dakikalık bir kıyamet senaryosu, yuvarlandığımız sanal alem, popülerite merakı, herkesin delirmişcesine gerçekleri yok saymasına dokunduran komedi filmi gayet güzeldi. 

Başları biraz uzun tutulmuş olabilir. Film süresi kısaltılabilirdi. Son kırk beş dakikasının nasıl geçtiğini anlamadım mesela. Tempo önemli filmlerde. Hele de günümüz sabırsız seyircisine. 

Ve(d/f) asız adlı öyküm Halley Dergisinde

 Merhaba,

Bir öyküm daha farklı bir mecrada yayınlandı. Halley Dergisinden okumak için linki tıklayabilirsiniz.


Nardugan Bayramı


#nardugan

21 Aralık, Nam-ı diğer “Şeb-i yelda” geldi çattı. Gün dönümünün ve uzun gecelerin taşıyıcısı kış başlıyor. Zaten 2021’nin bitmeyen dertli günleri, virüsleri, maskeleri, ekonomik krizleriyle hepimizi zorladığı bir dönemde, hayattan yorulmuşken şimdi bir de Nevruz bayramına kadar sürecek bu soğuk mevsimi atlatmamız gerekiyor. Zaman döngüsü, bizi de önüne katmış bahara akarken, bu kış içimizi ısıtacak, gönlümüzde kök salıp meyveye duran ağaçların çiçeklerini tomurcuklandıracak bir seraya ihtiyaç var.

Yaza Düğün Var

 Hanımefendi camı diyorum, açar mısınız?

İyi çalışmalar, buyrun memur bey!

Kimlik numaranızı söyler misiniz.

150…

Biraz yavaş, tamam.

Hayırdır bir durum mu var?

Yok yok, rutin kontrol.

Bizi de kontrol edecek misiniz memur bey?

İstiyorsanız edelim söyleyin TCinizi

142

Bir de ehliyetinize bakalım hanımefendi,

Arabayı ben kullanıyorum, onunkine neden bakıyorsunuz ki?

Ooo Ankara mı? İlk görev yerimdi Kalecik. Sonra merkez. Doğu derken şükür memlekete döndük.

Hayırlı olsun memur bey de rutine dönsek.

Fethiye karışma istersen!

Seval Hanım siz nerelisiniz. İnstagram kullanıyor musunuz?

Memur bey işimiz bittiyse mesai saati bitmeden yetişmem gereken bir yer var da…

Ya dursana Fethiye memur beye eksik bilgi vermeyelim. Seval alt çizgi sev sev

Seval, işim var sonra ekleşirsiniz, kolay gelsin memur bey.

Ekledim Seval hanım, görüşürüz.

Tövbe tövbe Seval, cidden ilginçsin.

Ya adam sana sorarken bile gözü bendeydi yavaşladın ya karşıdan gördü beni, ondan çekti kenara. Diğer memur daha yakındı koşa koşa kendi geldi. Neden acele edip bahtımı kapatıyorsun? Otuz yaşındayım ve kapımda sıra yok, ekledim vallahi yakışıklı adamdı, hem işi de sağlam bak, seni bile mum etti karşısında.

Valla haklı Fethiye Abla. Ben durduğundan beri adamı izliyorum arkaya da uzattı kafayı bana da baktı güya da gözü Seval’deydi.

Ekledi bile kızlar, hadi hayırlısı bu yaza düğün var.

Handan Kılıç

#handankılıc

16 Aralık 2021


Le Bazar de la Charité Alevlerin Ardından 2019 Netflix

 SİNEMA-DİZİ GÜNLÜĞÜ 

294-Le Bazar de la Charité Alevlerin Ardından 2019


Dün gece sabah olmak bilmeyen, o karanlığın en siyah haliyle ruhumu ele geçirdiği efkarlı vakitlerden biriydi. Gün boyu hastane işleri vs ile uğraşırken yorulmuştum. Bana eşlik eden yakınım, yemek de ısmarlamasa güne ait güzel anlardan bahsedemeyeceğim. Ama daha ilk çatalı almadan kötü haber yetişti ve böğrüme oturan öküz gün ağarana kadar yerinden kıpırdamadı. Böyle zamanlar iştahımı kesmez bilakis açar. Hızlıca yedim yemeğimi. Yirmi dakikada çevre yolundan il değiştirdim ama şehir içinde beş dakikalık mesafeyi yetmiş beş dakikada aşamadım. Akşam trafiğinde ayağım dur kalktan uyuştu, kalbim ve ruhum ezildikçe ezildi. 

Anahtarla eve girerken yumuşak bir şeylere tutunmak istedim dönüp pasta aldım. Evet kutlamak için değil, bir nevi isyan. Sağlıklı beslenmeye, hayata verilen emeğe, umudun hiç bir işe yaramamasına. Aksi gibi annem babam başka şehirdeydi. Eşim ve oğlum da birbirinden farklı şehirlerde. Bana yine karanlığı yalnız atlatmak düşmüştü. Demek bunu öğrenmem lazım ki tekrarlayan bir imtihanım oldu son yıllarda. 

Şu hayatta çok aydınlık günler görmedim ama karanlıktan çocukken bile korkmadım. Geceleri severim. Sabaha karşı yatıp üç beş saat uyumak yeter. Günlerdir sel boyutlarında yağmur alan şehirde güneşe hasretiz ama gündüz gündüzdür diyerek karanlığın yırtılmasını bekledim dün gece. Zaten öküzüm de bir gıdım kıpırdamadığından pasta da yumuşacık saramadı yalnızlığımı. Sonra can dostum Netflixi açtım ve ilk önerdiği diziye başlayıp sabaha kadar sezonu bitirdim.

Alevlerin ardından adlı bu dizi trajik ve tabi ki gerçek bir yangın hikayesiyle başlıyordu. 1897'de Paris'te çıkan bir yangında yüz yirmiden fazla kadının yanarak can verdiği olaydan esinlenen senaryoda birbirinden zor hayatın ve aşkın taşıyıcısı üç kadının hikayesi anlatılıyordu. Çoğu eziyet tanıdık geldi. Fransa'nın 1800'lerde yaşadığı sıkıntılar ülkemizde her gün hala yaşanıyordu. Bir buçuk asır geriden gelen bu haksızlık ve yalnızlıklar, keder coğrafyasında her gün yeniden sahnelenen trajedilerden farksızdı. 

Kaza ile çıkan bir yangını gariban bir kaç fakir gencin üzerine atmak isteyen yöneticiler toplumu yanlarına çekmek için onları vatan haini ilan ettiler. Ve özgürlük mücadelesi veren gençler bu iftira ile giyotine mahkum edildiler. Taksimde sallandıracaksıncılar her devirde her ülkede vardı. Bu vahşeti seyretmek için toplanıp tezahürat yapıyorlardı. Ve bu çetrefilli işlerin içinden kadınların yılmayan cesareti ve zekası ile çıkıldı.

Yangın sahneleri dehşet vericiydi. Yanmak en ağır yaralanma biçimidir. Eziyetli olduğundan sanırım her dinde ceza olarak cehennemden bahsedilmiştir. İki dünyada da yanmamak dileğiyle karanlık gecemi aydınlatan diziyi tavsiye ediyorum. 

Sonuçta bir şekilde sabah oldu. Hiç bir şey eskisi gibi değildi. Çok zamandır da öyle zaten. 

Hayatta yaşarken, yol ayrımlarında seçimler yaparken gözü kara olmak lazım, amenna. Ama dizide de olduğu gibi insan zorluklar karşısında hep yalnız. Bazı eşikleri yalnız aşmak zorunda. Öyleyse ilk iş insan kendine destek olmayı öğrenmeli. Erkekler genelde sıkıntılarını kendileri yaşarlar, içlerinde. Yanlarında birileri olsa da saklarlar duygularını, paylaşmazlar. Aydınlığa çıkana kadar mağaralarında gizlenirler ama biz kadınlar bazen destek arayabiliyoruz. Bundan da vazgeçmek lazımmış demek. Çok istediği hep uzaklaşıyor insandan. 

Hayat gerçekten yorucu. Son zamanlarda da çok hızlandı. Ve bir de çok sıkıştı, bizim topraklar için tabi. Yurt dışından çok takipçim var onlar belki yaşadıklarımızın yoruculuğunu anlayamazlar tatlı Noel telaşından ama gerçekten nefes almak bile lüks oldu. İnsanlar çok yorgun. Herkes kendi derdinin peşinde, dağılmış zihniyle hayaletler gibi dolaşıyor. Bir başkasını göremeyecek kadar mutsuz, yalnız ve uzak birbirine. Kendine yetme gayretinde. Bir arkadaşım öyle demişti yıllar önce. Herkes bir bir dökülecek üzerimizden ve biz kalacağız bir tek Rabbimizle. Ona anlatacağız derdimizi. Ve bu değil midir insanın yaratılışının gayesi. Aciziz, çok konuyu biz çözemeyiz. Seçtim oldular hikaye. Anestezisiz ameliyat olmak gibi yaşadıklarımızı tüm ayıklığımızla kaldırmak için bizden çok büyük bir gücün yardıma muhtacız. Gerisi lafı güzaf. 

Handan Kılıç

15/12/2021 

18:22

İzmir               

Ne verirsen elinle o gider seninle


          “Komodin gerekli mi? Onun yerine bir şifonyer alalım, çok raflı olanlardan, oda genişlesin. Başında su falan tutmuyorsun, çok susarsan kalkarsın, hem hareket olur. Abajurların modası desen çoktan geçti. Uzanınca elektrik düğmesine yetişirsin. Telefon zaten girmesin yattığın yere. Anne ben bunları boyaya gelen çocuğa veriyorum, oturma odasındaki ikinci grup sehpayı da. Bitti artık misafircilikler. Sehpanın da yedeği olmasın hem canım.”

“İyi, sen bilirsin.”

“Ne fazlanız varsa alırım abla dedi, ev kuruyormuş genç çocuk daha. Her şey ateş pahası bir faydamız olsun hem. Sehpanın çiziklerini gösterdim, boyarsın dedim. En alasından dedi, kapıları görünce marifetini anladık zaten masayı da verdim.”

“Hangisini kız iki gün teyzene geldim diye evimde eşya bırakmayacaksın.”

“Yapma anne, yarısını versem evden daha üç ev döşeyecek eşya çıkar. Babaannemin gençliğinden masa var yahu.”

“İşte eski hepsi, insana verilmez. Hem hatıra kızım saygılı ol, biz gidince her şeyimizi atmayın bak, evinize götürün, biz öyle yaptık, olmadı hayra verin, çöpe falan bırakırsanız hakkımı helal etmem”

“Anneciğim Allah gecinden versin de sen kendin hayattayken ver vereceğini. Ne verirsen elinle o gider seninle. Kimse ölüden gelen bir şey istemiyor ki! Helvası bile kavrulduğunda kimse yemek istemez, sen de anlatırdın babaannemin helvasını kendim kavurana kadar getirilenleri yemezdim diye. Sanki ölü yapmış gibi korkarız derdin.”

“Cahillik işte, gençken insan hiç ölmeyeceğine sanıyor, ondan ölü şeyi diyor, öleceğiz hepimiz.”

“Tamam işte o vakit yaşarken faydamız olsun birine. Dolabı da veriyorum komodinler tek kalmasın çocuğa, takım olsun, oda açılır hem.

“Leyla, yeter ama.”

“Annem kapatmam lazım, geldi ustalar, hadi selam söyle teyzeme. Allah hayırlarını kabul etsin şimdiden.”

#handankılıc

9.12.2021

Bilmiyorum seninle sonumuz ne olacak?

“Bilmiyorum seninle sonumuz ne olacak, belki bu aşk ölümsüz belki yarım kalacak” diye şarkıya eşlik ederken yine seslendin bana.

Değirmen taşı edasıyla yavaşsın ama öğütüyorsun pastayı, böreği. Gelenler yeşillik olmasın sade. O vakit bir naz bin niyaz. Günlerce bekletiyorsun değil mi?

Hele bu ara hep bir isyan! Ne vereceğim sana, şaşırdım vallahi.

Çok yüz verince böyle olur. Kimi başına taç edersen ondan görürsün eziyeti.

İlk zamanlar neler çektirmişsin anneme, bir yumurtayı alman saatlerce sürermiş. Sonunda onun istediği gibi ne verirse alacak şekilde hizaya gelmişsin ama bu sefer büyüdün diye en çok kızan yine o olsa da olan bana olmuş.

Seni kestirip atmayı çok düşündüm ama kıyamadım. Hem sonra bir parça bile kalsan büyüdüğünü söylediler. Üretkensin maşallah. Öyleyse uğraşmaya değmez dedim. Komşular da üşüşür başına, kan parası ister. Sonra uğraş dur, isyan bastırmaya dediklerinde tamamen vazgeçtim. Bana senin başkaldırıların yetiyor.

Allak bullak hayatım belki yirmi gündür. Gel seninle bir anlaşma yapalım sen beni üzme, isyana son ver, ben de seni üzmek zorunda kalmayayım. Aman bu lafları da çok duyduk değil mi? Üzmem, kıymetlimsin diyenler üzmedi en çok beni, seni.

Ama neyse boş verelim, önümüzdeki maçlara bakalım. Gel seninle anlaşalım. İstediklerini vereceğim ama sen de şartlarıma uyacaksın. Öncelikle bekleme yapmayacaksın. Girişleri, çıkışları düzenleyeceksin. Geleni denetle. İstemiyorsan hiç sokma, daha o anda iade et. Hadi katakulliye geldin kapıyı açtın. Çıkışı da bırak, sal gitsin yahu! Sen ne uğraşıyorsun. Başkasının işini yapma, bırak öbürleri de çalışsın hem sana da yazık. Ve inan bana da yazık.

 Suçum ne benim, neden yapıyorsun bana bunu? Hangi dediğine karşı geldim, ne istedin de vermedim? Ömrüm senin emrinde geçti. Krallık senin, söz senin, daha ne istersin?

Hadi gel, el sıkışalım, barışalım. İnan bugüne kadar ne hata yaptıysam bir daha yapmayacağım.

#handankılıc

9.12.2021 

 

Zaman tüm topukları yaralar

Bir Fas atasözünde “Zaman tüm topukları yaralar” diye ne güzel söylemişler.

Zamanın yapamadığı mı var insana?

Bazen bir değirmen bazen bir sel, kimi zaman deprem, kimi zaman özlemle geçer hepimizin üzerinden.

Yorar, yaralar, gözyaşına boğar.

Sevinçli zamanları hatırlasan bile geçtiğini fark edince üzülürsün.

Zamanın henüz topuklarına yaralar açmadığı yaşlarda insan çok da fark etmez bu durumu.

Zaman yönetimi üzerine geliştirilen teknikleri uygulayarak onu zapturapt altına alacaklarını zannederler.

Heyhat o bir yılkı atıdır, eğerlenmez.

Geçer gider, eğlendirirse de eğlenmez.

Durmak nedir bilmez.

Çatlayıncaya kadar koşar özgürce.

Herkese ayrı biçilmiş vaktince eşlik eder.

Yaralı topuklara, kana, gözyaşına bakmaz.

Dur diyeni dinlemez.

Bekle diyene yüz vermez.

Acısıyla tatlısıyla geçer gider.

Bitişiyle bize sonlu olduğumuzu hatırlatan her şey gibi acıtır.

Zaman, sonsuz görünen en sonlu varlıktır.

#handankılıc

10/12/2021

#izmir





 

Kilimin dilinden ancak anlayan okur

 “Hayata serili kilimin” saçaklarından başlarmış yıpranma. “Bir tel kopar ahenk ebediyen kesilir” ne de olsa.

İlk ilmeyi tutan sıra söküldü mü gerisi gelir. Dişlerinin arasında bir yemek kalıntısı nasıl rahatsız eder insanı. Ya da eksik bir diş olduğunda, yani fazlalık ve yokluk durumunda dilin hep oraya gider ya hayat kiliminin bir yerinde o yıpranmışlık varsa göz de oraya kayar, ayak da.

Zamanında tamiri mümkün olan durumlar olabilir tabi, ustasının elinde derlenir, toplanır o sergi ama bir de ehline düşmezse yamalanır, yırtılır. Bir bakmışsın yörüngesi kaymış varlığı zarar görmüş.

Hayatım herkesin ayakları altına serilmiş bir kilim adeta. Oysa hayata serili kilim olmaktı niyetim. Doyurmak, doğurmak, doymak, yeniden kendi ile karşılaşacağı bir platformda insana dokunmaktı isteğim ama olmadı. Ayağımın altından kayıp gitti zaman tutamadım. Uçan halıya dönüşmedi kilimim. Kıymet bilmezlere denk geldi, soldu rengim. İlmek ilmek dokumuşken saçaklarındaki sökükten tuttular. Çekip ucundan sonuna kadar gittiler. Kök boyayla boyanmış o ilk halime dönünce öylece bıraktılar. Kaybolup gitti emeklerim. Yordu, ehline denk gelmeyişlerim. En zoru da başarısız değilken yenik sayılmaktı ya, kazanmak sevdasından çoktan vazgeçtim.

#handankılıc

23/11/2021

Ben Buradayım Sevgili Okur…

Bu yıl ne kadar çok ölüm haberi ile sarsıldık. Çocukluğumun şahidi insanların gidişi artık çok geride kalan o zamanlara veda etmem gerektiğini hatırlattı. İçimdeki çocuk büyümeliydi. Saat işliyordu herkesle beraber benim için de…

Ne yapıyorum diye düşündürttü bu olanlar. Geride hayırlı bir iz bırakabilmek için ne yapıyorum? Yazmak dışında kayda değer bir cevabım olmaması hem hoşuma gitti hem canımı acıttı.

Yazıyorum çünkü bir gün bir yerlerde okurunu bulacağına inanıyorum. Canımla, yüreğimin en ince, en samimi halleriyle, ışığım ve gölgemle bir bütün olarak yazıyorum. İnsan olduğumu satırları okudukça görüyorum.

Ve bazen "Aferin" diyorum iyi dayanıyorsun. Ve zor bir döneme şahitlik ediyorsun, olanı kayda geçiriyorsun. Zor günleri yaşayanların şimdilik bunları okuyacak güçleri yok. Çünkü bir şeyin içinden geçmek kolay değildir. İnsan o zorlukları unutturacak şeylerin peşinden koşar. TikTok videoları seyreder, Instagram’da reelslerde kaybolur. Ama okumaktan ve yüzleşmekten kaçar çoğu zaman.

Acıyı çekenler de acıtanlara göz yumanlar da kulağının üstüne yatar. Ne vakit her şey biter insan geçtiği tünelin farkına varır, işte o zaman salim kafayla yaşadıklarının üzerinden geçer. Orada hatıratlar önemlidir. Geçmişi tüm çıplaklığı ile ancak bu tarz yazılarda buluruz. İşte o zaman geldiğinde yazdıklarım okuyucusunu bulacaktır. Önemli olan devam edebilmek insan olmaya, insan kalmaya çalışmak.

“Ben buradayım sevgili okur sen neredesin” diyen ustaya selamlar.

#handankılıc

08/12/2021

 

Neden Buradasın?


Salona girdi ve ilk sırada oturan bana pat diye sordu:

-Neden buradasın?

Önce afalladım. Neyse ki çabuk toparlarım:

-Yazmak için elbette dedim.

Yaklaştı, gözlüklerinin ardındaki iri gözlerini kocaman açıp soruyu yineledi:

-Neden buradasın? Niye ben?

Güldüm. Masaya doğru iki çevik adım attı. Koltuğuna yerleşirken her zamanki gibi kırmızı rujlu dudaklarını ısırıyordu.

-Yonca ile yazmak demek gölgelerinde dolaşıp kendini kazmak, çıkanla yüzleşmek, sarsıntının içinde belki günlerce artçılara maruz kalmak demek. Bazen içimde kuytuda gizlenmiş hikayeler de gün ışığına çıkıyor ama daha çok kendime içimin aynasından bakabilmek için buradayım, deyince sustu. Yerinden kalktı, bir başkasına doğru yürüdü. Soru aynıydı. “Sen neden buradasın?”

O an düşündüm “Peki sen neden buradasın?”

Soruyu kendine soruyordu aslında. Her söylediği, her sorduğu, her yazdığı kendine idi. Belki de yüzleşmek için kendine ait bir oda yaratmıştı bizimle. Şahit istiyordu. Kâh kol kola girip birbirine destek olacak bir yakınlık kâh herkesin aynı acılardan geçtiğine onu inandırarak teselli sunacak, kendine mesafelendirecek bir uzaklık.

İkisi de lazım diye mırıldandım. Haklıydı insana olana insan lazımdı. Yazmak kazmaktı, sonunda kendine ulaşırdı insan. Öyleyse yazmalı, vur kazmayı Ferhat çoğu gitti azı kaldı.

Handan Kılıç

07/12/2021

 

Lokma lokma her yanını mıydı o şarkı?

 

“Hardaldan iğreniyorum” diyor bizim arkadaş. İğrenmek demeyeyim de ben de çok yemem. Yeşil hali otunu yani çok yapar annem, limonlu zeytinyağlı salata, acı gelir bana. Oğlum da sos olarak sever onu hiç tatmadım kokusundan hoşlanmadım o da midesi iyiken yer. Bu ara hepimizin midesi berbat. Hadi onun sınav stresi var koşuşturuyor işi çok. Sana ne oluyor neyin var diyor bana. Neyim olduğunu bir ben biliyorum sonuç ne olacak bilmediğimden demeyeyim şimdilik. Cibes yapmıştım bitiremedim. İlk gün haşladığımda yarısını yengeme indirmişim iyi ki. Apartmanda aileden birilerinin olması çok güzel. O da bana tavuklu pilav getirmiş, ah halam da yaşasaydı hiç yalnızlık çekmezdim. Ay kız hadi gezmeye gidelim derdi her gün. Dünden hazırdı dolaşmalara. 

Bugün halamın birinci ölüm yıl dönümü. Öyle hayat dolu kadın gitti. 

Üst Kurmaca


“Doğmamış çocuğa don biçilmez” derler. Doğmadan önce yaşayacaklarını bilsen gelmek ister miydin soruları bir lüks olarak dolaşır bazen kafalarda. Ara sıra romantik olsam da gerçekçi biriyim. O nedenle bu soruları anlamsız bulurum. Gelmişsin bir kere bunun çaresi yok. Yaşayıp geçeceksin. İstesen de istemesen de affetsen de küssen de gideceksin.

Sil baştan başlamak lazımdır bazen ama bu bir zihin hastalığı yaşamıyorsan şarkılardaki kadar kolay değildir hatta işin gerçeği mümkün değildir. İnsan geçmişini sırtında taşır. Hepimiz ömür boyu çocukluğumuzda yaşadığımız olayların etkilerine sıkışmışsak, travmam var diyerek geçmişte dolaşıyorsak, hayatımıza aldığımız insanları orada tanıdığımız figürlere göre kategorilere ayıran bilinç dışı ile yaşıyorsak yapacak çok da bir şey yok. En fazla bilince çıkarır, onla barışabilir, ne olursa olsun devam edecek gücü bulabiliriz. Bir daha bu hataları yapmayacağım da diyebiliriz ama malum genelde aynı sorular bir daha gelmez önümüze.

Senin hikayen nasıl olacak?




İnsan çok olasılıklı bir varlık olsa da hazır bir hikayenin içine doğuyor, kuralları öğreniyor, onlara göre yaşarken evden çıktığı noktada hayatının kesiştiği insanların yaşam öykülerine kulak kabartıyor. Bu deneyim ona kendi hikayesinin peşinde kahraman olanları izleme şansı veriyor.

Gün geliyor, kendi hikayesini sadece kendisinin yazabileceğini anlıyor, işte o vakit üzerinden, etkisi altında kaldığı herkes bir bir dökülüyor.

Baby Reindeer Dizisi Üzerine Değerlendirmeler

  Afişiyle dikkatimi çeken bu diziyi, edebi zevklerine güvendiğim bir kaç arkadaşımın hikayesinde "çok etkileyici, bitince iki gün kend...