ÇENGEL

 




Uyuya kaldığı kanepeden ani bir sıçrayışla kalktı. Kâbus mu gördüm, yoksa bu iç sıkıntısının yansımaları bu hal diye düşündü, karar veremedi. Bir süredir misafir kaldığı eve yabancılığını atmıştı. Elini yüzünü yıkayıp ferahlamak için banyoya girdi. Dolabı açtığında gördü onu. Biraz çekinerek de olsa eline aldı. İki ucundaki sivri çengelleri görür görmez irkildi. Tıpkı o günlerdeki gibi acımıştı canı. Sonra bir karışlık lastikten mi korkacağım diyerek eline aldı. Usulca dağınık saçlarını topladı. Lastik eskidiğinden mi, yoksa saçları yıllar yılı talimli olduğu için mi canı o kadar acımamıştı. Sonra çok sıkmadığını fark etti.


Aynaya baktı. Hala iyi sonuç veriyor, sıksa da güzel gösteriyor diye düşünüp gülümsedi. Sıkılmak istemiyorum dedi bedeni. Güzel olmak için bile olsa sıkılmak istemiyorum. Aynada sıkılan ruhunu izledi.
Artık bedenine sığmayan, neredeyse onu patlatacak kadar şişiren iç sıkıntısını bir ah çekip karşıki dağlara göndermek istedi. Neden onların taşıyamadığı bu yük üzerimde diye düşündü. Saçına sapladığı çengeli çıkarırken ruhumu kanatan diğer ucu bir dağcı edasıyla zihninin labirentlerine attı. İnsan olmak şereftir diye mırıldanan aklıyla dalga geçen kalbi, “Olmak ya da olmamak, işte bütün mesele bu” dedi.


Siyah lastiği çıkarıp aldığı yere bırakırken aynaya doğru yaklaştı, gözbebeklerine odaklandı. “Sıkma canını” diyecek o şefkat dolu silueti ararken “Sıkı can kolay çıkmaz” diyen annesi belirdi. Giderek ona benziyorum, tıpkı onun gibi sığmıyor artık içime attıklarım, bir büyük bedenini almalıyım kendimin, diyerek banyodan çıktı.


Işığı söndürürken içine sığamadığı ve üşüyen bedenini battaniyenin altına sürükledi. Şimdi, gözlerinden süzülen damlanın içine sığan ruhu ile bedenini terk edip görmek istediği rüyanın içine kendini bırakma vaktiydi. O esnada kalbindeki çengelleri fark etti. Çekip çıkarırken canı yandı, hisleri ortaya saçıldı.
Uykuya dalarken usulca saçlarını okşayan o eli hissetti: “Sıkma canını, her şey olacağına varır” dediğini duyunca başını yastıktan kaldırıp yüzüne baktı gülümserken gözlerini kapadı.


KUYU


Kuyuya düşmekle atılmak başta farklı gibi görünse de mücadele etmek zorunda olduğun şeyler aynıdır. Diplerden yukarıya tırmanmanın yolunu aşağıdaki su kaynağında boğulmadan bulman gerekir mesela.

Karanlıkta yanından geçen hatta seni ısıran hayvanlardan korkmaman, tutunacak bir dal bulman da şart. Bir destek gelene kadar sesini duyuracak kadar bilincin açık olacağı şekilde durmak da gerekir.

Yardım hiç gelmeyebilir, hatta kuyunun başına korkacağım başka hayvanlar gelip hayatını da tehdit edebilir.

Dibi karanlık bir bilinmezlik, yukarısı belirsizlikle doludur kuyunun.

Hak etmemişsindir oraya itilmeyi, düşmeği, düşürülmeyi, atılmayı, çıkartılmamayı.

Kimse hak etmez ama bunun da önemi yoktur. Hayat o kuyunun dışında başlar kimi zaman avare koşarken kimi zaman bir tehlikeden kaçarken kimi zaman meraktan o kuyuya girilmesi ile devam eder.

Gözleri karanlığa alışınca kuyunun ağzındaki o ışığın uzak olduğunu anlarsın. Her gün ölüme biraz daha yaklaştığını görürsün dolayısıyla günü gelip çıksan bile bir şeylerin aynı kalmadığını fark edersin. Her şey değişmiştir herkes gitmiştir senin de kuyudan önce hayallerim dediğin isteklerin seni terk etmiş, heveslerin dünyanın öbür ucuna gitmişçesine uzaklaşmıştır.

Hasılı kelam kuyuya düşsen de atılsan da kuyu seni çalar.


HANDAN KILIÇ

YAMUK


Deniz kenarında dolaşıyorlardı, kırmızı yeşil taşları topladı, en güzel şekilde olan, pürüzsüzleri aradı. Arkadaşı yamuk yılık delik bir sürü taş toplamıştı, şaşırdı. “İşini iyi yapsana, yamuk bunlar” diye çıkıştı. “Ben renklere baktım sadece. Işıl Işıllar, şekillerine bakmak hiç aklıma gelmedi” yanıtı gelince ağız burun büktü.

“Babam” dedi, “Babam yamuk şeyleri istemez. Annem de düzgün olmayan taşları götürürsem “Bunu mu buldun?” diye söylenir. Düzgün olmalı her şey” deyince arkadaşı boş boş bakıp sonra umursamadan taş toplamaya devam etti. O ise sanki dünyayı düzeltmeye gelmişti. Koca bir sahili yürüdüler. Yeni bir taş daha ekleyemedi. Elinde üç güzel taşı varken arkadaşı ona göre bir torba çerçöp toplamış “Ganimetlerim işte!” diye sevinçle annesine seslenmişti.

Annesi daha taşları bile görmeden “Aferin kızıma” dedi. O da kendi elindekileri gösterdi. “Seninkiler de güzelmiş, niye bu kadar az?” deyince annelerin hep bir niyesi var işte diye sevinirken “Sana ne, ben böyle istedim” demek geçti içinden ama “Bu kadarını buldum” diye eksiklendi. Öyle ki, konuşurken sesi bile çıkmamıştı.

 

Zaten soran teyze de çoktan kendi işine dönmüş arkadaşının getirdiği taşları bahçenin bir köşesine atmıştı. Çocuk da çoktan başka bir oyuna geçmişti. O ise hala elindeki üç düzgün taşa bakıyor “Neden bu kadar az topladım?” diye düşünüyordu.

Handan Kılıç

Yas(lanma)


 “Yas içinde kutlama barındırır” derdi. “Sevdiklerimizin kapladığı o kocaman yer bir anda boşalacak düşünsene, neler konmaz oraya, salondaki üçlü kanepenin gittiğini düşün mesela yeniden dizayn edersin hayatını.”

Hayretle izlerdim bu söylediklerini: “Sensiz kalacağım, Hu hu duyuyor musun beni, ne yapayım salonu, koltuğu” diye haykırmak isterdim. 


Dinlemezdi, zaten beni hiç dinlemedi. Kendi sahnesini oynar, tiradını atar sonra kulaklarının panjurunu indirirdi dünyaya. 


Ama şimdi olasılıklar gerçeğe yürüyor.. “Gitti, gidiyor” dediklerinde göz pınarlarımdan süzülenler öyle çoktu ki… Sonra topladım kendimi, istediği gibi.


Salonda dolandım, bir genişlik, ferahlık. “Yeni bir koltuk alsam” fikri. 


Renkleri ara sıra değiştirmeli. Mevsim geçişleri sancılı olur ama özletir kendini. Hava güzel bugün, pencereleri aç, mis gibi kokularıyla yeni mevsim girsin içeri. 


Ne yapıyorum ben, neler düşünüyorum. Ölüyor, ölüyor yahu ölüyor. Neden seviniyorum? Neden bu kadar kalpsiz oldum? Üzülemiyorsam da sebebi sensin ben ne öğrendiysem senden öğrendim. Yokluğunda yalnızlığı, varken ağırlığını, Gittiğinde hafifleyeceğimi, yeni bir koltuk alma fikrini hep senden öğrendim. Beni bu hale sen getirdin utanıyorum halimden ben böyle olacak biri değildim ama eserinim, utancımdan da sen sorumlusun, yokluğundan da , varlığının kapsayıcılığından da, aynaya bakamıyorum şimdi, gözlerimin güldüğünü görmemek için. Oysa hep göz bebeklerim gülsün isterdim. Sen istedin mi bunu, hiç bilemedim. İstesen, başka olurdu her şey ama artık önemi yok. Gidiyorsun.


Aslında sana çok şey borçluyum, hayatımıza giren herkes hediyedir bize diyorlar ya, yerden yere vursa da bizi, kahramanın yolculuğunun evrelerinden hangisindeyiz diye bakıyoruz yaşananlara. Bu bizim saflığımız mı bilmiyorum ama madem gidiyorsun kalpten bir teşekkürü hak ettiğini düşünüyorum. İyi ki geldin, yaktın, yıktın, sevdim, alkışladığın da oldu, yerip sarstığın da ama işte buna hayat demiyor muyuz? Gelenler gidenler, yarışanlar yenişenler, kahramanlıklar hainlikler! Hepsi durmadan yer değiştirir, geçer gider. Hayat perde perde, doyurur herkesi her şeye.


Unutulmamak için tüm çabamız ruhlara bıraktığımız izler, can acıtıcı çentikler. İçimden mırıldanıyorum “Unutulmayı da göze aldım, hayat sana teşekkür ederim”


Yine de “Hayata da sana da teşekkür ederim” tekrar olsa yine seni seçerim, seninle olmak, zorlukları aşmak şahaneydi , yolda beraber yürümek güzeldi, hayat hepsi bir bütünken güzel. Gülerken inceden iğnelemeler, severken üzmeler de olsa hayat olduğu gibi yaşamaya değer. 


Yeni koltuk mor olsun. Halı ve perde de değişmeli. İpini çekince odayı aydınlatan abajurlardan eklenmeli. Karanlık yetti.


Handan Kılıç 

15 Temmuz 2021

İzmir

Yenilgi


 Yanılgıya düştüm, olabilir; insanın başına her şey gelir. Yıkık bir duvarın altında da kalabilirdim ama şanslıydım; zamanında kenara çekildim, kuyulara da inip çıktım, denizin dibini de çıplak gözle görüp boğulmadan kıyıya vardığım oldu. Karanlığa, yalnızlığa ve sessizliğe alışığım , beni ırgalamaz. 


En son böyle yazmışım defterime günler önce. 


Ama bugün diyorum ki alışsa da her karşılaştığında yeniden kuşatıyor karanlık insanı. Hayatı izleyecek küçücük bir penceren kalıyor; oradan ışık sızıyor. İçinde bulunduğun karanlık her yerin öyle olduğu hissini yaşatıyor. Sıkıştığın yerden çıkmak istesen de kollarından tutup bırakmıyor hayat. Ve orada ne doğru ne yanlış karışıyor. Yanılgılar yenilgilerle yarışıyor. 


Yalnızlığı seyrettiğin pencere değişiyor, çaresizlerin çare aradığı koridorlar uzuyor. Sağa bakıyorsun acı, sola bakıyorsun acı, ilerisi belirsiz, gerisi karanlık, olduğun yer suni bir ışık. 


Sürekli aynı kaybolmayı yaşadığın bir zaman labirentinde yeni olasılıklar arayan bir deney faresi gibi dolaşıyorsun. Çıkışı ararken çığlık çığlığa susuyorsun. 


Handan Kılıç


14 Temmuz 2021 

İzmir

Olan Olmuştur

“Olan olmuştur olacak olan da olmuştur” derler. Her ayrıntısı yazarı tarafından bilinen senaryoların içindeyiz hepimiz.

Ne olacağını bilmeden çıktığımız sahnede doğaçlama ile oyunculuk yeteneğimizi sergiliyoruz. Bölüm sonlarında neler yaptık diye bakarken zihnimizden geçiriyoruz yaşadıklarımızı.

Senaryoda beğenmediğimiz yerleri değiştirme şansımız olmuyor bir daha aynı şeyle karşılaşırsak, bu olan çıkarsa karşımıza böyle yaparız diye karar alıp tecrübe adı altında bir dosyaya topluyoruz fikirlerimizi.

Ama bir türlü aynı olaylarla karşılaşmıyoruz. Tek kullanımlık karton bardaklarla yarışan kağıt kuklalar gibiyiz.

Zaman içinde dosyalar kabardıkça ve onları yeniden kullanma şansını yakalayamadığımızdan bari geriden gelenler faydalansın diye düşünerek dosyamızı sık sık açıp akıl veriyoruz:

“Şöyle şöyle olursa şöyle şöyle yaparsın. Bir kapı böyle bu tonda çalarsa açma, bak bu tınılar güzelmiş, renklere, işaretlere dikkat et”

Karşımızdaki, sana ne diye dinliyor söylediklerimizi, sen kendine bak, kelin merhemi olsaydı başına sürerdi diye sıralarken içinden kaçırıyor süzme ibretliklerimizi.

Biz de aynı yollardan geçmedik mi ? Bize anlatılanları dinlerken kendimizi onlardan daha akıllı, daha yetenekli, daha şanslı hissetmedik mi?

Ama değildik, dinlemeyenler de değiller.

Senaryonun formülü belli: O yüzden olacak olan da biliniyor çoğu zaman ama engellenemiyor.

Çünkü oyuncular değişiyor bir değirmen misali dünya, sahneden indirdiğini öğütüyor.

Yeniden başlamak hep mümkündür demek bu yüzden züğürt tesellisidir. Sahneye yeniden çıkılmaz ama çıkmayan candan umut kesilmediğine göre hangi evresindeysek senaryonun, devam etmeli oyuna, oyunculuğa.

Başrolleri kaptırdıklarımız da inip sahneden, gelince yanımıza haklıymışsın demeyecekler ama sessiz bir kabul verecekler adımlarımıza.

Duracaklar usulca: “ Yol bir yere gitmez o bir durma biçimidir” der ya şair. Çıkarılana kadar kendimizce duracağız oyunda.

Handan Kılıç

8/7/2021

Başkalarının Hayatı

   SİNEMA GÜNLÜĞÜ 284. FİLM




Başkalarının Hayatı Filmine dair film inceleme yazım 

yeni sayısı yayına giren Yazı-yorum Dergide

PDF olarak indirmek için tıklayınız.









Bir de benden yeni haftaya bir şarkı gelsin




  

Gün Batımı
















 

Yeşil Ojeli Kız


Yemyeşil gözleri var onun, benim de yeşil ojelerim işte. Biraz yıprandı belki ama yine sürerim. Elim sudan çıkmıyor ki; beş kardeşin çamaşırı, bulaşığı hep bana bakıyor. Annemle babam tekstil atölyesinde çalışıyor.

Durun durun en iyisi her şeyi baştan anlatayım; biz şanslıyız. Ailecek geldik buraya. İlk kez denizi gördüm, gökyüzü kadar genişti. Daracık karanlık bir mağaradan çıkmış gibiydim. Yıkıntılar arasından da sağ salim çıkabildik. Ama babam hapis bile yattı yıllarca. Sonra olaylar iyice karıştı tabi hapishaneler de. Tam bırakmışlardı ki, tekrar alacaklarını öğrenmiş babam, “Gidiyoruz” dedi. İki katlı bahçeli bir evimiz vardı. Annem en küçük kardeşime hamileydi. Ben de ilkokula gidiyordum. Hiçbir şey alamadık yanımıza. Sevdiğim defterlerim, renkli kalemlerim, kıyafetlerim hep Suriye’de kaldı. Cebime bir oyuncak bari alayım diye avucumun içine sığacak bir şey arıyordum ki halamın bizde unuttuğu o küçük cam şişeyi gördüm. Hemen alıp cebime koydum. Bir kere bana sürmüştü. Öğretmendi halam. Ben süslenmeyi severdim, annem de hiç sevmez, takıları, süsleri hiç yoktur, erkek gibidir annem. “Kız halaya çekermiş” diyerek burun kıvırırdı ojelerime ama ben halamın küpelerini, yüzüklerini de merakla süzerdim. Ne güzeldi! Halam da yeşil gözlüydü. Onun gibi. Şimdi öldü halam, bizimle gelmedi. Sevdiği vardı. Sonra dediler, siz gidin biz geleceğiz, gelemediler. Saldırının olduğu gece nişan varmış, Hiç ayrılmamaya söz verip yüzükleri takmışlar.  Sonra büyük bir gürültü, kargaşa. Her yeri saran toz duman dağıldıktan sonra bir de bakmışlar ki halam ve sevdiği el ele göçmüşler. İşte o zaman evden getirdiğim o oje kıymete bindi, gıdım gıdım sürüyordum, halamı çok özlüyordum.

Onunla ilk karşılaştığımız da “Ojelerin ne güzel” demişti ben de nasıl cesaret ettim bilmiyorum ama “Senin de gözlerin” deyivermiştim. Sadece abisi var burada, ailesinden geri kalan herkes ölmüş. Çok zor günler geçirmiş. Babamla aynı tekstil atölyesinde çalışıyormuş. Bir gün babam telefonunu düşürmüş, benimki görmüş almış. Peşinden koşmuş babamın ama dolmuşa binince yetişememiş. Sormuş soruşturmuş, evi öğrenmiş. O akşam annemle babam bir akrabaya gitmişti. Kapıyı onlar geldi diye sormadan açtım, karşımdaydı: Halamın su yeşili gözleri. Daha görür görmez içime ateş düştü. Sonraki gün bu sokaktan geçti defalarca. Demek o da yandı bana. Çocukları hazırlayıp çıkardım hemen parka. Çekirdek alıp yanımıza geldi, çitledik. Çocuklara da şeker getirmiş. “Çiğdem” diyorlarmış burada dedi. “Çiçekmiş çiğdem, ince, narin. Sen de çiçek gibisin, ellerin gövden, parmakların yaprakların. Çiğ damlası gibi yeşil ojelerin.” Kırık parmağımı saklarken tutuverdi elimi, titredim. “Çok güzelsin” dedi ya sabahı zor ettim. Çocuklara birkaç lokma yedirip “Gelirim” dediği öğle saatinde yine gittim parka. Bu sefer halamın küpeleri ve bir yüzüğü de vardı elimde. Annem evde olmayınca süslenmiştim kendimce. Görür görmez fark etti. “İncecik bedenin gibi sallanıyor küpelerin” deyince “Şair misin sen, kitap gibi konuşuyorsun” diye sordum. “Şair yaptı güzelliğin beni” deyince sırtımdan kanatlar çıkmış da gökte süzülüyorum gibi hissettim. Gülerken kapadım ağzımı. 

Madem şair, göz dili bilir değil mi?

Handan Kılıç 

Medıum.com dan okumak için tıklayınız.

 

"Hayat sende durmam diyor"

 "Hayat sende durmam

diyor, her nefeste son geliyor." 

Ne kadar doğru bir cümle! 

Duyunca yine seni hatırladım. 

Kırılgandım, hayır güçlüsün dedin. 

Dayanamıyorum dedim, sen en dayanıklısısın dedin. 

Sende tanıdım ben, yoklukta varlığı görmeyi. 

Ah be yalancıların vicdanlarına kaldın şimdi. 

Sahtekarların adaleti ile tartıyorlar seni, beni. 

Kendi ellerinle büyüttüklerin bile adalete perde. 

Sen yine de bir mucize gibi ayaktasın. 

Yaşadıklarını seyretmek beni yatağa düşürüyor bazen. 

Kimler geldi kimler geçti kimler yitirildi daha kim bilir neler yaşanacak? 

Çünkü hayattayız, yaşamak böyle bir şey, belanın içinden mucizelerle geçmek. 

Muhteşem sandıklarının belanın diğer adı olduğunu, karanlık benliklerinin tünelinden çıkınca keşfetmek. 

"Kimse kimsenin her şeyi olamazmış" en güzel yazın olmuş demiştin. 

Ondan önce ve sonra binlerce satır yazdım okumadığın, okuyamayacağın. 

Her şey olmaya gerek yok ama çok şey olabilir insan, insana. 

İçim nasıl yaralı, senin canına batan camların kırıklarıyla. 

Vicdansızların elinden ne zaman kurtulacaksın bilmiyorum.

Seni çok özlüyorum. 

Senin gibi üç tane insan tanısaydım muhteşem bir hayatım olurdu. 

Sen sevinciyle sevinirdin insanın. 

Severdin ve söylerdin. 

Hiç fesatlığını görmedim. 

Sen ki cennetliktin, belki ondan bunca çektiğin. 

Hep daha iyi olsunlar diye uğraştığın insanlar seni görmezden geliyor şimdi. 

Görmesinler, dökülsün hepsi üzerinden ki, hafifle. 

Geleceğin günü bekliyorum özlemle.

Handan Kılıç

1 Temmuz 2021

İzmir

Renk Kartelası

 


"Günlerin de renkleri vardır varmış” (Ece Ayhan) o gün öğrendim:

Kıpkırmızı bir gündü; vedalar, karşılaşmalar, kayboluşlar ve kıyıda kalışlara yenilerinin eklenmesi. Yine bir sabah sıfıra sıfırı tükettik dedi karşısındaki adama bakarak. Anılar gölgeli bir bulut gibi üzerlerinde dururken herkes susmuştu.

İçimizde hala denizi izleyen tek adam oydu.” Sakince gülümsüyor, kelimelerde ketum davranıyordu her zamanki gibi. Bir daha dönmemek üzere giderken daha çok konuşmasını istemiştik oysa…

Son yirmi beş yılı beraber yaşadığımız şehirlerden geçerken, daha çok kelime duymak hakkımız diye düşündüğümden sık sık yeni bir şey söylüyor sohbetin akması için gayret sarf ediyordum ama orada kalmıştı herkes, o cümlede: “Gidiyorum.”

Boşa kürek çektiğimi anlayınca ben de sustum. Şaklabanlığa gerek yoktu, üzülecek bir şey de değildi. Hayallerime geç kalmıştım ama çocuklar için daha iyisi hala mümkündü diye sordum cevabı hayata geçirdim demişti.

Gençtik, geçtik beraberce günlerin gecelerin içinden, çarptığımız kayalar da oldu, üzerine çıkıp dinlendiğimiz, akışı sadece seyredebildiğimiz zamanlar da… Hepsi geçti gitti işte.

Nehir akardı, yol gider, insanlar değişir, bir zamanı beraber geçirir, sonra akış hızına göre herkes yeni bir yol belirlerdi “Biz” yolda değişirdi bunu o gün anladım.

O kahverengi gözlerini denize dikmiş uzaklara bakıp gülümserken benim için kıpkırmızı o günün onun için mavi olduğunu fark ettim; umuttu işte ve elbet her şey unutulurdu.

Mahir için de gün sarıydı, ayrılık koyardı, ama o her zaman her derdi bir kenara bırakmasını bilirdi, sadece ben hep kırmızıda dururdum.

O gün ben de arkadaşlarıma baktım, mavi ve sarı, gülümsedim. Kırmızıyı bırakmanın vaktiydi. Bir miktar karıştırdım: Yeşil, günün, hayatın rengi yeşil olsun madem dedim.

Olduğu gibi güzeldi her renk ama yeşil başkaydı, hep istediğim filizlenmiş yeşil dallardan tacı başıma takmaktı. O gün anladım yeşil takı da ben yapabilirdim, tacı da. Ayrılığa da takabilirdim, geceye, gündüze, geleceğe de.

Hatta geçmişe bile yayılırdı, yemyeşil ovalardan geçerek gelmemiş miydik o kırmızı güne. Ve yine yolumuz derin vadilerden kıvrılıp yemyeşil dağlar arasında ilerleyen trendeki huzurlu yolculukmuşçasına devam edebilirdi. Hayat bir perspektiften ibaretti.

Pekalâ bir gün ben de giden olmak neydi, yaşayabilirdim. Hem kalmakla kalınmaz, gitmekle varılmazdı. “Her şey yolunda gitseydi trenden iner inmez tanımadığım bir adam tarafından karşılanacaktım” demişti Calvino, elbette her şey her zaman yolunda gitmezdi. Ama yol illa giderdi. Sonrası meçhul. O yolda, “Biz” mi olacağız, kendimiz mi kalacağız bilinmezdi. Günün rengi her zaman keyfe göre seçilmezdi lakin kartela genişti. Alternatifleri bulmak, hayatımızı yepyeni bir renkle şenlendirmek bizim işimizdi.

Handan Kılıç

1 Haziran 2021/İzmir

#handankılıc

Baby Reindeer Dizisi Üzerine Değerlendirmeler

  Afişiyle dikkatimi çeken bu diziyi, edebi zevklerine güvendiğim bir kaç arkadaşımın hikayesinde "çok etkileyici, bitince iki gün kend...