BİR BAŞKADIR –ETHOS

 SİNEMA/DİZİ GÜNLÜĞÜ  238. 



-BİR NETFLİX DİZİSİNİN BAŞARISI ÜZERİNE BİR DENEME –

Günlerdir her yerde konuşulan “Bir Başkadır” adlı dizi, Türk yapımlarını izlemeyen kesimler için dahi bir heyecan kaynağı oldu. Üzerine çok şey söylendi. Suya sabuna dokunmayan, zengin züppe oğlanı yola getiren fakir ama gururlu, güzel kız senaryolarının yapaylığından ya da uyarlama dizilerden sonra, başka bir hikaye görmek etkileyiciydi doğrusu. Yazan- yöneten, “Masum” dizisini de çeken Berkun Oya ve dizinin oyuncuları, birkaç gün içinde arama motorlarında adı en çok tıklanan kişilerden oldular. Çok farklı kesimlerden insanları karakter olarak seçen yönetmen, gerçekten iyi bir iş çıkarmıştı. İlk sezonda onların hayatlarına dair kısa hikayeleri gördük. Tanıştığımız bu karakterlerin dizinin devamında neler yaşayacağı konusunda meraklandık.


Dijital platformların artması ve orada televizyonların aksine aynı anda tüm bölümlerin yayınlamasıyla dizi seyretme kültürümüz de değişti. Eğer yapım akıcıysa tek oturuşta bitirme şekline evrilen izleme tarzı, uzun bir filmi seyretmişiz hissi ile bırakır oldu bizi.

“Bir başkadır” adlı bu diziyi ben de, birçok kişi gibi ilk fırsatta ve tek solukta izledim. Ortalama kırk beş dakikalık sekiz bölümden oluşan yapımda tempo yavaş olsa da, çekimlerin güzelliği, müzikler etkileyici olunca ikinci kez de sıkılmadan seyrettim. Muhteşem doğa planları yanında İstanbul’un yukarıdan çekimlerinin sahiciliğini özellikle çok beğendim. Şehrin eski, bozulmamış silüeti ile boğaz ve kız kulesinden ibaret klasik görüntüleri yerine, kaosunu olduğu gibi yansıtan bu planlarla bile dizi farkını ortaya koymuştu. Oyuncuların da sahicilik hususunda başarısı öyle muazzamdı ki, ardından seyrettiğim dizilerde sahtelik gözüme battı.

Dizi bir yandan eski bir Türk filmi izlemenin tadını bıraktı damakta bir yandan da, doğu ile batı arasında kalsa da, toplumun bir zamanlar kutuplaşmamış olduğunu hatırlattı. Ancak geçmişte sorunların açıktan konuşulmayarak bir sır gibi saklanıp büyütüldüğüne de dikkat çekti. Herkesin diline, sosyal medya hikayesine Ferdi Özbeğen gibi müzik tarzı ile doğu batı arasına köprü kuran, cinsel yönelimlerinin farklılığı ile de kabul görmüş birleştirici bir figürün “Aşkını bir sır gibi senelerdir saklarım/ Geceleri rüyamda, ismini sayıklarım” dediği şarkısını doladı.

Peki, bunlardan başka neydi bu dizinin farkı? Biraz bunun üzerine düşünelim:

Hepimiz görünmez iplerle birbirimize bağlıysak her davranışımız toplumda ciddi bir hareketi tetikler. Basit gördüğümüz sıradan bir yanlış ya da görmezden gelinen bir kötülük diğerinin hayatında adeta dikkatle dizilmiş domino taşlarının devrilmesindeki etkiye sebep olabilir. Biz kendi hayatımıza dair bir anı yaşadığımızı, işimizi yaptığımızı düşünüp otomatik davranışlar silsilesinde bir halkayı tamamladığımızı zannederken bir başkasının hayatında depremlere sebep olabiliriz. Yıkılan, yıkar, o da bir başkası üzerine devrilir ve bu durum bir zaman sonra yıkıntılar arasında dolaşmamıza sebep olur. Takıntılı şekilde enkazda kalan zihin, biz mesleğimizde ilerlesek, yaş alsak, rollerimize yenilerini ekleyip anne, baba, doktor, avukat, zengin, fakir, iflas etmiş ya da yeni palazlanmış bir iş insanı olsak da, bir ergen gibi davranmamıza sebep olur. Bu haldeki bir toplum da, kolayca ipleri başkasının eline geçen, manipülasyona açık, yok edici arketipi ayakta, ya hep ya hiç sığlığında, ötekine kör, kendi mahallesi dışında gerçekleşen olaylara duyarsız, diğer tarafta gördüğü insanlara yapılan haksızlıklara sağır bir topluluğa dönüşür. 

Cumhuriyetle birlikte Türkiye ismini alan devletin, ilk anayasasında millet kelimesi tasada, sevinçte, kıvançta beraberliği kapsar şekilde tarif edilmişti. Çünkü bu duyguları hisseden insanlar arasında sıkı bir bağ vardır. Farklı etnik kökenlerden olsalar da, aynı duygular etrafında birleşirler. Bayramlarını beraber kutlar, zor zamanlarda dayanışma sergilerler. Ancak birbirine yabancılaşmış, kutuplaşmış ve erginleşememiş bireylerin, aynı toprağı paylaşması, sürekli birbirini aşağı çekmesi sonucunu doğurur. Sonrası malum, coğrafya kaderdir, coğrafya kederdir. 

Eğri oturup doğru konuşalım. Bizim toplumuz hiçbir zaman ötekine çok da hoş görülü olmadı. Herkes herkesin hayat tarzına karıştı. Sistemde güçlenen, diğerini ezdi. Kendi çıkarlarını gözetti. Bir insana yapılabilecek en büyük saygısızlık onu görmezden gelmektir ya, bir topluluğu, inanç tarzını, yaşam kültürünü yok sayıp kendininkini dayatmak da, sonuçları ağır bir eylemler bütünüdür. En iyi hali ile bu durum, ezilen, yok sayılan, kaynakların eşit dağıtılmamasının bedelini fakir ve eğitimsiz kalarak ödeyen insanları güce karşı biler. Ve bir gün o güç yer değiştirdiğinde ezilmiş, yok sayılmış insanlar refleks olarak öç alır, güçlü görünen temsilcilerini kayıtsız şartsız destekler ki, tekrar ezilen, yok sayılan hale düşmesinler. Hatta kimisi öyle bilenir ki, göze batarak varlığını ispatlamayı marifet zanneder. Simgelerini ilan eder, her yere diker ki, yok sayanlar adım başı karşılaşsın ve varlıklarını görmezden geldikleri zamanların geçtiğini hatırlayarak eziyet çeksin. Ama güç öyle bir hırs yumağıdır ki, kısa zamanda sahiplerinin sahibi olur. Onu elde eden, kaybetmemek için ne gerekiyorsa yapar. Etik, vicdan, inanç sistemleri unutulur. Daha önceki söylemlerine ters davranışlar sergilenir. Güç, insanı, karanlık yanlarını kullanarak ayakta kalacağı şekilde dengesizleştirir. Bu husus birçok edebi eserde, filmlerde “Deha”larca işlenmiştir. Oralarda da gördüğümüz üzere, bir zaman sonra sadece mevcut konum korunmaya çalışılır. Bunun için de ezilenlerin desteğini diri tutacak gösteriler sık sık sergilenir. İnançları gücün sarhoşluğu ile yıpransa, misal artık uğruna mücadele ettikleri ibadetlerini yapamasalar da, kendini bir tarafta görenler, boş kalacağını bile bile adım başı kutsal mekan yapılmasını isterler. Nasıl vaktinde ezenler ölçüsüzce kendi bildiklerini okudular, ötekine dönüp bakmadılar, toplu yaşam alanlarında ibadet ihtiyaçlarını gözetmediler, onlar da acısını çıkarır. “Bu kadar da olmaz” denen ne varsa denerler. Durduracak bir mekanizma kalmayınca da, yıllarca maruz kaldıkları haksızlıkları daha zalimce hayata geçirir, bunu da sorgulamazlar. 

Ama toplum dediğimiz yekûn bireylerden oluşur. Herkes kendi mahallesinde bir yaşam mücadelesi içindedir. Varoluşsal sancılar yanında fizyolojik olarak hayatta kalmak için çalışmak, toplumda yer edinmek zorundadır. Şarkıda “Hayat herkese başka sunar oyunlarını” dediği gibi aynı anda binlerce hikaye yan yana akar. Bunlar belli noktalarda kesişir. Hizmet alanlar, verenler, dertleşenler, arkadaşlar, mesleki birlikler, yaşam kültürünün doğurduğu ortamlarda farklı insanlar karşılaşır. Ne zaman ki, öteki ile kişisel ilişki kurup insan olarak diyaloga geçerse, kendine çok benzediğini, onun da, aşık olduğunu, acı çektiğini, sağlık sorunları yaşadığını, çaresizliklerine kendince çözümler arayarak hayatta kalmaya çalıştığını anlar ve kalbinde ona karşı bir sıcaklık oluşur. Bu temaslar olmadığında ya da profesyonel boyutta kaldığında, kişiler dahil olduğu topluluğun sessiz kurallarına teslim olarak yaşayan, at gözlüğü ile dolaşan bireylere dönüşür. Kendi klanında kabul görmek için sivrilen yönlerini törpüler ki, aidiyet hissi ile kendini merkeze odaklasın. Böyle yaparak, farklılaştığı zannındadır insan ama aslında aynılaşmaktadır. Çünkü herkes kendine öğretileni doğru/normal kabulü ile alır ve başka bir odak noktasını garip karşılar. 

Oysa insan, çok boyutlu bir varlıktır. Her gün karşısına çıkan yeni soru ve sorunlarla baş ederken yani yolda yürürken tanır kendini. Kimse dündeki kendi değildir, yarın da bugünkü haliyle var olmayacaktır. Bunda ısrar edenler de zamanın güçlü rüzgarında savrulup gidecektir. 

İşte bu dizide de, toplumda sorun olarak ima edilen sosyo- ekonomik, dinsel, inançsal, etnik yapılara ait prototipler ele alınmış ama hepsinin hayatlarına yakın planlarla bakılarak tek ortak noktamıza, insan olduğumuzu hatırlamamız hususuna dikkat çekilmiş. İşte buradan da seyirci yakalanmış. 

Dört yüz yıldır bu sebeple okunan Shakespeare “Konuşulmayan acı kalbi parçalar” der. Bize insani olana bakmamız gerektiğini edebiyatla, sanatla anlattığı için güncelliğini korur. Hem yönetmenliği, hem oyun yazarlığı hem de dizi senaryoları ile yetkinliğini kanıtlamış olan Berkun Oya da, karton karakterler yerine, hepimizin tanıdığı birine benzeteceği karakterler yazmış. Hiç birini sadece iyi ya da kötü yönleri ile lanse edip taraf tutturmamış. Her karakter hem içinde hem dışında sancılı vakitler yaşıyor hem de hepimizin her gün yaptığı gibi hayatını idame ettirmeye çalışıyor. 

Savrulmamak için de, öğrendiği yolları kendince seçiyor. Kimi mahallesinde, mesleği sayesinde edindiği bilgelikle saygı gören, emekli bir hocayı rehber ediniyor, kimi ötekileştirilmiş zihni ile onun yaptığını hor görürken uzaklardan bir bağ kurarak, erdiğini düşündüğü bir başka adamın spritüel öğretilerinin peşine takılıyor. Çünkü insan odaklanmak zorundadır; hem kalben hem de zihnen kendini bir ideale, amaca bağlamaz ve ara sıra durup kendi ruhunu beslemezse “Neden yaşıyorum?” sorusu ile ineceği kuyulardan çıkamaz. 

Eğitimi, kültürü ne olursa olsun herkes bir zaman sonra hayatın yemek, içmek, gezip tozup sevişmekten ibaret olmadığının farkına varır. Sınırsız özgürlükler içinde seçimler yapmaktan da bıkar. Takıldıklarından sıkılır. Sahtelikten bunalır. Çevresinde gereklilik şeklinde dayatılan her şeyden usanır. Ve tıpkı karakterlerden Peri’nin haklı gözyaşlarıyla böyle hayata da, glütene de diyerek isyan eder. 

Ve Berkun Oya, boğaz manzarasını seyreden anneyi de, kardeşine hayırlı kısmet çıkmasını bekleyen ağabeyi de, kendi geçmişinde sıkışıp anıların baskısıyla oğlunu hiçbir şey için kaygılanmayan mutsuz bir adama dönüştüren kadını da, okumamış, asabi kardeşinin, bir adamı elinde tutamadın diye azarladığı üniversite hocasını da aynı çizgide buluşturur. Doğru düzgün bir adama rastlamak için abuk subuk ortamlara girmekten bıktığını haykıran kariyerli bir kadını da, anasız babasız kalmış, abisinin evinde gıkı çıkmadan her şeye katlanan, yüzük görünce yeni bir hayatın olasılığına bayılacak kadar heyecanlanan genç kızı da, bir dizi oyuncusunu da, eşini kaybettiğinde dünyası değişen hocayı da, kendince psikoloji okumaları yapan genç imamı da aynı insani arzunun etrafında toplar. 

Dizide her karakterin hikayesi farklı, sıkıntıları özel ama hepsinin ortak noktası merkezlerinden savrulmuş olmaları, hayatın siyah ve beyazdan ibaret olmadığını kabullenmeleri gereken o değişimin eşiğinde durmaları. Bu hal, hayatlarında bir kırılmaya sebep olacak ve yeni seçimleri ile devam edecekler bir süre. Bu nedenle karakterlerin hikayeleri verimli, üzerine daha çok sezon yazılabilir. 

Gride durmayı öğrenmek de sancılıdır ve yeni kendileri ile karşılaştırır insanları. Yargısız infazı öğrenene kadar, kendi yargılanmasına sebep olacak nice badire atlatır insan. Ölene kadar seçimlerinde özgür bırakılmış bu çok katmanlı varlık bir o kadar olasılık içinde ilerler. Normalleri değişir. Zamanla, atanların adı değişse de, birilerinin bir yerlerde o tekmeyi ötekileştirilerek yediğinin farkına varır. Yok saymaz, ötekinin acısına duyarsız kalmaz. Evrensel değerlere bağlılıkla sadece insan olduğu için din, dil, ırk, mezhep farkı gözetmeden ezene karşı ezilenin yanında olursa zulmün çarkını kırar. 

Caroline Myss “Kendim için yaptığım her şey toplum için, toplum için yaptığım her şey kendim içindir” diyerek önemli bir hususa işaret eder. Kendimizle yüzleşmek, onu tanımak, sevmek, şefkat ve ilgi göstermek nasıl hayatımızda yeni açılımlar sağlar, yaşadığımız topluma, yani onu meydana getiren bireylere yaklaşımlarımız ne kadar insani çerçeveden olursa, anlamaya/anlaşılmaya katkı sunar. Şu bir gerçek ki, ya beraber iyileşeceğiz, ya beraber tarih sahnesinden silineceğiz. 

Dizi, müzikleri ile de izleyiciyi yakalıyor ve insan olduğumuzu hatırlatan o çizgiye çekiyor. Şiir gibi müzik de evrensel duyguların taşıyıcısı olduğu ölçüde kültüre katkı sunduğundan birleştirici unsur olarak kullanılıyor. 

“İnsan unutmaz

Geçmiş bütün şarkılardan geçerek

Gövdemizde yaprak dökmeyi sürdürür.
” der Şükrü Erbaş. Unutulmazlar da aslında bizi bir arada tutar.

Dizinin uluslararası platformdaki ismi Ethos, bir toplumun ahlak değerleriyle şekillenen ortak eğilimi anlamına geliyor. Bu nedenle “Bir Başkadır” dizisi bizi bize hatırlatan yönleri ile sevilmiş, kendine karşı dürüst ol ve katersis yaşa diyerek hiçbir şeyi göze sokmadan, sessizliğe sığdırdığı alt metin ile bizi bizimle bırakıp sahneden çekilmiştir. Yavaşlığı konusuna bir de bu yönden bakmak gerekir. Seyrettiklerimizi sindirmek, üzerine düşünmek açısından böylesi boşluklar çok değerlidir.

Oyuncuların doğaçlama yapmadıklarını, her mimiğin ayrıntısı ile senaryoda yazdığını ifade etmeleri bize bu kadar farklı insanı detaylı yazabilen bir senaristin, ileriki sezonlar üzerine de çalışacağı umudunu veriyor.

Diziye özgün hali ile uluslararası platformda iyi şanslar diliyorum. Didem Madak’ı hatırlatan ve hepimizi çocukluğumuza götürerek gülümseten sahnenin dizelerden kalbe vuruşuna izin verelim diyorum.

Kılıç çeken kılıçla ölür.
Ama şöyle denir:
Kaderden kaçılmaz.
Ama yazgısını yaldızlı çokomel kağıtları gibi,
Tırnaklarıyla düzeltemiyor insan.
Yıllarca biriktirdim
Rengarenk çokomel kağıtlarını kitap aralarında.
Aşık olduğumda,
Çikolata kokardı kırmızı yazgım.
Hayatıma hayat diyemem artık.
Sarı yazgım her sonbahar onu
biraz daha fazla, ömür yaptı”


Ömrümüzce “İnsan”a denk gelelim, “İnsan” kalmayı seçelim. Birbirimizden farkımız olmadığını bilelim. Bize bunları hatırlattığın için teşekkürler Berkun Oya.

Handan Kılıç

23/11/2020

22 yorum:

  1. Güzel bir değerlendirme olmuş. Bu dizi ile ilgili diyeceğim tek şey yüzümüze bir ayna tutmuş ve bırakmış.

    YanıtlaSil
  2. Handan hanım, kaleminize sağlık her zamanki gibi akıcı ve güzel bir yazı olmuş. Uzun bir yazı olmasına rağmen bir nefeste okudum yazınızı. İstanbul'un bütün dizilerde jenerik olarak kullanılan klasik güzel görüntülerinin yanında berbat sehirlesmesi de ortaya güzel bir şeklide konmuş. Bence de bu dünyada en önemli şey insanın sadece insan olduğu için değerli olmasıdır. Umarım insan olur, insan olarak kalabilir ve insanlara denk geliriz.

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Teşekkür ederim mete umarım :) çok sağolUn katkınıza

      Sil
  3. Çok mükemmel bir yazı. Sadece bir dizi film tahlili değil, yazıda sosyolojik gerçekler, psikolojik tespitlerde harikulade. Gerçeği adeta gözümüze sokuyor ama okurken müthiş bir keyif almanın yanısıra, belleğinizi gerçek bilgi ile de dolduruyor. Tebrik ederim. ra

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Çok sağolun R.A. Ne güzel bir değerlendirme olmuş 👌🏻🙏

      Sil
  4. Handan hanım algınıza sağlık diziyle ilgili pek çok yorum okudum hiç biri içime sinmedi ama sizinki farklı ve gayet yerinde olmuş.Aynılaşmak konusunda sizinle hemfikirim.
    Bir de yavaşlamak hepimiz için belki de deneyimlemesi gereken bir olgu.Sevgilerimle iyi geceler 😇 Şelale

    YanıtlaSil
  5. Elimize Kaleminize sağlık. Çok kapsamlı bir yazı.
    Ben şunu söyleyebilirim, sizin de değindiğiniz gibi dizi, izleyici de çok net bir katarsis yaşatıyor. Bu katarsis hedeflenmiş ve hem görüntülerle hem oyuncu mimikleriyle hem de senaryoyla sağlanmış. Eleştirdiğim ve abartı bulduğum sahneler var ama katarsisin bana iyi geldiğini belirtmeliyim Gönül

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Çok sağolun gönül hanım sizin çok okuyan birinden takdir almak emeğin farkedilmesi onur verici epey not aldım karakter karakter gidecektim 2 tur izledim ama baktım seri olacak ve kimsenin sabrı yok notlara hiç dönmeden ne kaldıysa bende onu yazdım öğlenden beri:) eksikler çok onları da not almıştım ama genel amaç daha üstün geldi ımarım devamı gelir her karakter romanlık derinlikte

      Sil
  6. Çok güzel bir yazı kaleminize sağlık. Gerçeklerle yüzleşmeye ne çok ihtiyacımız varmış. Üstelik henüz bu buzdağının görünen kısmı. Bazı karakterlerin dizi başında ve sonunda tutarsızlığı var gibi geldi ama bu diğer sezonda çöz0mlenir diye düşünüyorum. Onun haricinde yazdığınız her şeye sonuna kadar katılıyorum kaleminize sağlık🍀 İlknur

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Çok sağolun ilknur hanımcım bir başka çok okuyan yazardan alkış göğsümü kabarttı ☺️🙏gerçekten yüzleşmek zorundayız ama bu çok zor travmatik tüm taraflar için orhan pamuk günümüzün romancıları senaristlerdir demiş bu nedenle senaryolarla zihin gündemimize gelmesi önemli

      Sil
    2. Yüzleşerek kurtuluruz belki travmalarımızdan umarım🙏🏻🙏🏻

      Sil
    3. Teşekkür ediyorum 🙏☺️

      Sil
  7. Bayıldım yazına, “insana denk gelelim, insan kalalım” 👏👏👏 Füsün

    YanıtlaSil
  8. Handan, yazını okudum. Bir Başkadır’ı güzel incelemişsin. Yorum giremiyorum. Denedim her seferşnde password yanlış diyor. Buradan yazmış olayım. 🌺

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Teşekkür ederim ☺️ Elif bazen blogger yapıyor öyle ben kopyalar eklerim 😘

      Sil
  9. Çok uzuuuuuuuun :)

    Ben de yazdım ama diziyi izlemeden hah ha:)

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Tamam okurum seninkini de :) hepsi film tadında 8 bölüm için 6 sayfa yazdım ve genel değerlendirme yaptım Nagehancığım :))) bir de karakterlere girip yazılabilir notlarım o şekilde ama diğer sezonlara artık

      Sil
  10. Onceki yorumumda izlemeden yerine okumadan mı yazmışım, emin olamadım şu anda. Yanlışlık olmasın, diziyi izlemedim ama yazını okudum.

    YanıtlaSil

Baby Reindeer Dizisi Üzerine Değerlendirmeler

  Afişiyle dikkatimi çeken bu diziyi, edebi zevklerine güvendiğim bir kaç arkadaşımın hikayesinde "çok etkileyici, bitince iki gün kend...