BEKLEME YAPMA!

 

“Bekle dur,” hayatın özeti. Doğumdan ölüme kadar hep bir şeyleri bekliyoruz. İstediğimiz oluyor, onu unutup yenisini beklemeye başlıyoruz. İnsan beklemeyi bıraktığında hayattaysa da ruhen ölmüş demektir. O vakit ölmeden önce ölünüz tavsiyesi beklentilerden soyunmaktır. Beklemenin o pasif direngen halinden sıyrılıp sütün üzerinde kaymak oluşana kadar çırpınmaktır. Bazen tereyağı bazen çökelek olacağını kabullenmek ve neden diğeri değil sorgulamasına kafayı takmadan olanla yetinmektir.

Beklemiyorum derken bile bekler insan iyi bir şeyler olsun diler ama belki kötüyü bekler. Çağırır demiyorum Olacakla öleceğin önüne geçilmez. Nasıl çırpınınca kaymak olacağı kesin değil aynı o şekilde tedbir alırsan önüne geçilecek diye bir şey yok. Daha az yara alarak günü geçirmeye çalışmak belki de hayat.

Beklemeye buradan bakınca herkesin yeni yıl hazırlıkları ile çılgınca alışveriş yaptığı bir dünyada epey beklentimden soyunmuşum gibi geliyor. Yine de kendim dahil insana güvenmiyorum bu noktada.

Ölünce bile bir şeyler beklemiyor muyuz? Kabir bir bekleme odası değil mi? Birçok giden memnun olduğu için değil beklemeye takıldığı için gelemiyor dünyaya ve ötesine geçişi bekliyor inancıma göre. Ve orada sonsuz mutlu olacağı, aklından geçenin önüne geleceği, sorumluluklardan sıyrılacağı bir hayatı bekliyor. Ama bunun için burada beklerken aktif, sorumluluklarının bilincinde bir yaşam sürmesi gerekiyor. Körü körüne bir şeye tutunmadan, konuşması gereken yerde susmadan, dünyanın kendi doğrularından ibaret olduğunu zannetmeden, beş duyusuyla beraber aklı ve kalbini de kullanarak öteleri beklemesi gerekiyor.

İşte burada beklentiyle ertelemeler kesişiyor. Hayat yetişilmez bir hızda akınca insan bir noktadan sonra ya akışa teslim olup mekanikleşiyor ya da durup o akışı seyretmek zorunda kalıyor. Bekliyor ama erteliyor da. İkisi de öyle yorucu ki, akıntının elinden alıp sürüklediklerinin peşinden koşacak dermanı bulamıyor. Kaybetti diye yenisini beklemekten de vazgeçmiyor.

Hız insanı durduran bir şey. Sürekli koşarsanız bir gün önünüze kesen bir duvara toslarsınız, kendi duvarınıza. Kendinize geldiğinizde dönüp halinize bakarsınız. Zamanla düştüğünüz yerden kalkmanın hevesi bile geçer. Yaralarınız vardır ama saracak biri yoktur. Koşanların erteledikleri arasındasınızdır. Beklersiniz bir el uzansın ama kimse duymaz, kimse durmaz, ta ki kendi hızı onu durdurana kadar. O vakitte sizin döngünüz tamamlanmıştır. Onun ki başlar, yarayı fark ediş, pansuman, ummaktan vazgeçiş, beklemeyi bile terk ediş, Ertelenenler çöplüğünde yerini alış, İstiklal Marşı, kapanış.

Öyleyse erteleme ve duvara çarpmadan dur. Nizami bir hızda kurallara uygun giderken tosladıysan duvara yine de dur. Bekle, ruhunla bütünleş.

Eni sonu ölümlü dünya.

Hakka girme, hakla gitme.

Emaneti geri verene kadar, tekrar tekrar duvara toslamayı beklemeden yavaşla.

Ve kendinden başkasının farkına var. Kırdığın kalpleri, ezdiğin çiçekleri fark et. Acıdan inleyenin sesini duy. Mahallene sıkışma, memleketin bile değilken koca dünya. O ki bir durak, ölüm otobüsünün geçtiği. Vaktin gelene kadar bak etrafına. Son anda ertelediklerin dizilmesin karşına. Beklentilerin boğazını sıkmasın hala. Ölenle de ölünmez unutma. Ölüm lezzetleri acılaştırsa da hayatı yaşanılır kıran coşkuyu da verir insana.

Hadi bugün ertelemeyi bırak ve başla.

Handan Kılıç

28/11/2022

Yazıyı dinlemek isterseniz linki tıklayınız.

İKİ GÖZÜM SENELER GEÇİYOR

 

Üzüm mevsimi bitiyor. Tarhana çorbası ile üzümün beraber yendiğini ilk kez Manisalılarda gördüm. İlçe, merkez fark etmeksizin hemen hepsi bunu coşkuyla karşılıyorlar. Ekime girerken gündüzler hala ılıksa da geceler serinliyor. Tabi, sıcak çorbalar da özlenmiş. Üzümler de toplanınca mevsimin kaderlerini birleştirdiği vazgeçilmez ikili doğuyor. Benim damak tadımda tatlıyla tuzluyu aynı anda almak yok. Tarhana ile üzüme alıştım ama gözlerimi ışıldatmıyor. Bir de Balıkesirlilerden gördüğüm peynirle karadut reçeli var tatların karıştığı ki, o favorim. Bu testi Ege dışında da yaptım. Kaç tane birbirini tanımayan Manisalı gördüysem gözünde o ışıltı hemen beliriyor. Belli ki herkes toprağını, annesini en çok da çocukluğunu özlüyor.

Benim içinse o ışıltı ancak annemin mayalı poğaçaları ile olur. Her hafta belki birkaç kez yapardı sağ olsun. Aslında o güzel koku misafir geleceğinin işaretiydi. Onlara pişer bize de düşerdi. Misafirimizin olmadığı gün azdı. Annemin sosyalliği yorucuydu hem kendini hem sürekli teyakkuzda yaşattığından bizi yorardı. Ve itirazlar reddedilirdi. Annemin lügatinde kabul görmeyen kelimelerin başında gelir yorgunluk. Hele de gençsen. Annesiyle konuşunca yaşı kaç olursa olsun gençtir insan ve yorulmamalıdır. Annem hep uzakta, kardeşimle yaşıyor şimdi. Bense hep yorgunum. Adeta vazgeçilmez bir kıyafet gibi yorgunluk üzerimde. Ah annem, can annem!

Gündüzleri yetmezmiş gibi gece de babamın arkadaşlarını çağırır, onu hayata katmaya çalışırdı. Babamsa tam bir asosyal sayısalcı. Buna rağmen annemin çabası ile mecburi sosyalleşmelerinde canı isterse idare eder ama yorgunsa, üzgünse, kızgınsa surat asmaktan çekinmezdi. Olduğu gibi bir adamdır. Kralı gelse iplemez. Annem gibi sadece kızdığı kişiye sınır koyup diğerlerine son derece sevecen davranmaz, davranamazdı. Kırk seneyi aşkın bu mücadelede kimse kimseyi değiştiremedi ama hayat annemin arkadaşlarını torun peşine farklı şehirlere hatta ülkelere savurdu. Allahtan onun elinin altında torunlar var da mayalılarını onlara yapıyor. Haftada dörtlü yaş maya paketini bitiriyormuş. Dün bir tarif sordum. İlla yaş maya deyince yok dedim, çıkıp alamam da. Nasıl evde maya bulunmaz diye şaşırdı. Ben yıllardır almadım maya, alerjim var yediğim zaman her yerim şişiyor ama en sevdiğim, hani gözüme ışıltı veren cinsten istediğim de yine mayalı hamur işleri.

Şu hayatta neyi, kimi sevsem bana zarar verdi. Sağlıklı olmak demek zararlılardan uzak durmaksa duruyorum. Ot gibi yani gözde ışıltısız devam ediyorum ama bu yaşamak mı? Yalnız, misafirsiz, poğaçasız, aşksız, annesiz. Avokadoyla, salatalıkla, brokoliyle, lahanayla olduğunda da beslenmem mutsuzum. İstisnasız hepsi bana dokunuyor. Bağırsaklarım ağlıyor, midemde şişkinlik yapıyor ve asla gözüm bir Manisalının üzümle tarhana gördüğünde ışıldadığı kadar ışıldamıyor.

Her şey tatsız, tuzsuz, bütün uğraşlarım boş geliyor bu günlerde. Sınav zamanı ya ondan mı? O da ayrı bir saçmalık. Hepi topu bir ölüye çıkmak için mi hepsi? Sonrasının olduğuna inanıyorum ama onun için de elimde ne var?

Bir kalıp peynir al dedim bizimkine. Küçük bir kalıpla gelmiş. Yetmez böreğe dedim. Yapma dedi, neyimize börek, boş kalori. “Seviyorum işte var mı diyeceğin” demek isterdim, sustum. Ben hep susarım, içime kaçar kelimelerim. Tulumun üzerindeki fiyatı görünce şok oldum, bu miktara bu fiyat. Birileri bizimle dalga geçiyor, her şeyin içini boşaltılıyor. Kimse bir şey yapmıyor, saçma sapan yaşıyoruz. Mahalle arasında küçük Migros’a girdim birkaç gün önce. Her elime aldığımı bıraktım. İyi ki alışverişi ben yapmıyorum da fiyatlardan bihaber geleni yiyorum. Bir paket kuru yemiş ya, o kadar para verilir mi kuruyemişe, hani eğlencelik, karın doyurmaz, etmez. Kalsın dedim çıktım. Kabuklu yaş ceviz de almıştım birkaç hafta önce. Onlar kurumaya başladı diyerek kırdım. Hem böylesi daha iyi besin değeri ölmeden yiyeceğimiz kadar kırarız dedik. İlk günlerde ıslakken güzel olan cevizler kuruyunca kötüleşmiş. Birçoğu da küflenmiş. Kır, ayıkla bitmiyor. Hazırlanması zahmetli tamam da bu kadar pahalı mı olmalı paketi? Peki niye sadece bizde? Dışarıda yaşayan arkadaşların böyle dertleri yok. Demek ki hayat bu kadar keder dolu, heyecansız değil. Gözleri de parlıyor. Her gün hayatlarına ekledikleri yeni hobiler, uğraşlar, gezilerle. Tarhana ve üzüm görmeden de ışıltı oluyormuş demek ki! Gerçi onları sevene hepsi her yerde. Şu anda ikisi de var dolapta, peki neden gözlerim parıldamıyor? Benim ışıltı sebeplerim değil de ondan. Benimkiler bana zarar veriyor, olması gerekenler rahatsız ediyor, her ikisi birden mutsuz ediyor. Her şey çok ama dert olanlardan… Bu kadarını hak ettik mi? Kim hak ettiğini yaşıyor? Neyse ki ölüm hepimizi eşitleyecek.

Yokluğa katlanmanın en iyi yolu varlığın avantajlarının bir şey değiştirmeyeceğine kendini ikna etmektir. Huzur var, bolluk var ama oralar da intihar ediyorlar. Her şey tam olmayacak ki yaşamaya nedenin olsun, burası cennet değil söylemleri. Peki sürekli cenderede yaşayıp gözümde o ışıltı yani aslında bir nevi şükür olmadan cennetin yolları açılır mı? Hiçbir dert çekmeyenle dert küpü olanlar arasındaki uçurum ne olacak? Söylenecek çok şey var ama sorumlulardan anlayacak üstüne alınacak kimse yok. Söz biteli çok oldu.

Neyin kıyısındayım da oradan yuvarlanmamak için geri koşuyorum, elimde kalem kâğıt? Ne kadar uzaklaşsam da bir şey çıkıyor, bir haber, bir selam, bir acı, bir ayrılık, bir ölüm… Beni tekrar o uçuruma getiriyor.

Uçurumun kenarındayım Hızır, bir gamzelik rüzgâr yetecek ha itti beni ha itecek!”

Gecelerdir uykusuzum, kanlı dolunay, kansız dramlar derken iyice yoruldum. Taşıdığım her şeyi sürükler moddayım ya da onlar beni sürüklüyor uçuruma. Yine yar yine uçurum. “Uçurumun kenarındayım Hızır, divan hazır, ferman hazır, kurban hazır

Yazdıklarımı sesli okudum kendime. Duyduğuma göre çok mutsuzmuşum. Üzüldüm, her gün başkası için gözyaşı dökecek değilim. Ölmüşüm ağlayanım yok. Kimsenin umurunda olmamak çok ağır biliyor musunuz? Ben de sizle konuşuyorum böyle. Yani kendimle. Ağla ağla bir yerden sonra gülmeye başlıyorsun. Orası güzel bir yer. Herkesin üzerinden döküldüğü. Büyük şeyler peşinde değilim ama istediğim hiçbir şey istediğim zamanda olmuyor. Olanlar niyetimden başkası… Sonuçları değerlendirip kalbime izah için hikmet aramaktan da polyannacılıktan da olumlamalardan da yoruldum sanırım.

Annemin mayalı poğaçası neden bu kadar uzaktasın?

Hani “Gönül ektiğini biçiyor”du Sezenim? Beni tohumlar komple çürük çıktı. “İki gözüm seneler geçiyor” Olan sadece bu…

Handan Kılıç

12.11.2022

İzmir


Bu yazı ilk kez aynı tarihte medıum.com da yayınlanmıştır.  


Hayat Memat Meselesi

 

“İnsan ziyandadır”

Doğduktan sonraki her gün biraz daha yaklaşırken sona tükenmektedir.

Ve ömür boyu bu hali valizinde şaşkınlık olarak taşır.

“Hayat bir gündür, o da bugündür” derler elbette ama hayat sayfa sayfadır.

Bazen bir sayfa korkudur, ele geçirir insanı.

Bazen bir süzgeç hınçtır, tüketir kalbi.

Bir kalem sabırdır, mısra mısra şiirler yazdırır.

Bazen bir ev dolusu heyecandır, içinde cıvıl cıvıl seslerin yükseldiği.

Kimi zaman bir toplu iğnedir, tahammülsüzlüklerin ele yüze battığı.

Ama bazen de bir koltuk neşedir, komik bir karakterin herkesi gülüp geçirdiği.

Bazen kıskançlıktır, söylenmiş sözlerin zincirleme gaflara sebebiyet verdiği.

Hayat bir kakofonidir, içinden istediğin sesleri duyup diğerlerine sağır kesildiğinde dinlersin senfonini.

Bazen seçtiklerimizden nefret ederken başımıza gelenlerin iyi ki dedirttiği bir bilinmezliktir hayat.

Hasıl-ı kelam seçtiklerimizle yaşadıklarımızı senkronize etmeye çalışmaktır.

Ve sonu elbet bir memata çıkacaktır.

O kadar da önemseme kendini.

11.11.22

02:11 

Handan Kılıç

* Bu yazı ilk olarak 11.11.22 tarihinde medıum.com adresinde yayınlanmıştır.

CİCİ Netflix


  SİNEMA-DİZİ GÜNLÜĞÜ 


306-CİCİ

Bir Başkadır'ı severek izlemiş, yazmıştım. Devamını beklerken Berkun Oya'dan aynı oyuncu kadrosu ile yeni bir film geldi. Tanıtımları dönmeye başlayınca da heyecanlandık. Ancak üst üste bir izleyip sezonu bir kerede bitirebilen biri olarak neredeyse üç saate uzayan bu filmi defalarca durdurup ve sonunda iki güne bölerek izledim. İkinci yarı hızlı ve etkileyiciydi ama ilk bölümde yavaşlıktan çok sıkıldım. 

Islatılmaktan travma mı olur (evet her şeyden travma olur ama konunun uzmanı değilim o yüzden uzatmayacağım) gibi gereksiz tartışmalarının yapıldığı film için süre konusu dile gelmeliydi. Çünkü bu kadar kaliteli oyuncu, bu kadar güzel planlar ve film içinde film çekilirken ilk bir buçuk saatteki diyalogsuz sahneler boş geldi. Saklanan bir sır var ama bu ortaya çıkana kadar dallanıp budaklandığı için çok kopuk sahneleri var.       

Olgun Şimşek ne kadar büyük oyuncu olduğunu bir kez daha gösterdi ve çok iyiydi. Senaryo da güzeldi. Bir saat daha kısa olsa çok daha çarpıcıydı. Sonunda film izleyiciyi kazandı ama sadece sabırlı olanları.

Travmalar kolay değil, anlatması hele de sinemada vermesi çok zor. Yine de üstesinden gelinmiş film için emeği geçen herkesin eline sağlık.

Aslında bu ara çok fazla dizi ve film izleyip not aldım. Zaman bulsam daha çok şey yazacağım. Ama günler öyle hızlı geçiyor ki yazmak yaşama yetişemiyor.  

Cici için iyi seyirler!

Bir Olgun Şimşek sahnesi eklemek farz oldu. 

Keşke aşıklar bu kadar güçlü sevip vefalı olsa !


  


Baby Reindeer Dizisi Üzerine Değerlendirmeler

  Afişiyle dikkatimi çeken bu diziyi, edebi zevklerine güvendiğim bir kaç arkadaşımın hikayesinde "çok etkileyici, bitince iki gün kend...