VOİD-WAYNON- 2013 LÜBNAN FİLMİ ve FEYRUZ ile Lİ BEYRUT


SİNEMA GÜNLÜĞÜ 81. FİLM 

-Spoiler içerir -



Yedi ayrı yönetmenin (Maria Abdel KarimNaji Bechara, Jad Beyrouthy, Salim Habr, Christelle Ighniades, Tarek Korkomaz, Zeina Makki) çektiği "Void" isminde etkileyici bir film izledim dün gece. Kelime manası dilimize "Geçersiz, boş, hükümsüz" olarak çevrilen film gerçekten de yeri dolmaz bir boşluğu anlatıyor. Hükümsüz kalan sözleri, arafta yaşayan insanları, umutsuz bekleyişin insanı o yoran, yıkan, acıtan hali ile beraber bir direnişin temsilcisi haline gelmiş kaybının bir gün döneceğine dair umudunu seyrediyorsunuz her karede. 

Hayatın kırılma noktaları vardır. Bunu dünyanın her yerinde, farklı şekillerde de olsa herkes yaşar. İnsana dair olan her şey evrenseldir. Bu yüzden acı, aşk, tutku, hırs, mücadele, direniş filmlerde, kitaplarda kurguyu ayakta tutan değerler olarak var olur. Sanat evrensel acının, sevginin taşıyıcısı olduğunda dilden dile çevrilerek farklı coğrafyalarda, başka başka kalplerde aynı yere dokunur. Sanatın, gerçeğin en çıplak haline olan bu yalın tutkusu, yazanına göre değişen resmi tarihlerden daha çok tercih edilen yapıtların doğmasına sebep olur. O zaman iyi ki edebiyat var, yaşasın sinema der, günlerce, aylarca çekilen acıları kocaman perdelere taşıyan yönetmenlere, kurgu için gecesini gündüzüne katan, yaşamaktan vazgeçip yazmaya kendini adayan ustalara teşekkür ederiz. Bu film de öylesi bir etki bıraktı üzerimde. 

Dün Şili, bu gün 70' li yılların Lübnan'ı derken aslında geçmişin geçmişte kalmadığını, sürekli yeni yüzlerle varlığını devam ettirdiğini hatırladım. O kırılma anlarını düşünürken dalıp gittim.     

Hayat, sürprizlerle dolu bir cümbüş. Bahtımıza ne çıkacağı hiç belli olmaz. Ama kesin olan şu ki, karanlık ve aydınlığın bir anda yer değiştirmesi gibi her şey her an değişebilir. Bir sabah uyanırsınız ve o kırılma anından sonra bir de bakarsınız ki, dünün hükmü kalmamıştır. Uzak bir mazi gibi gelir bir anda. Her şey elinizden kayıp gider. Hayat bir daha eskisi gibi olmaz. Bir adam tanırsınız, başka bir kadın olursunuz. Vurulduğunuz bir kadın sizi ummadığınız yerlere sürükler. Bir sabah kulakları yırtan bir ses duyarsınız, havada uçuşan bedenleri televizyondan izlerken akşam masaya koyduğunuz bir tabağın boş kalacağını bilmeden yemek yaparsınız. Babasınızdır, oğlunuzun çok istediği gitarı almışsınızdır. Daha çalamadan gitmiş ve bir daha dönmemiştir. İnsanoğlu bir kaza geçirir de kendinden bildiği ve basit bulduğu yürüme eylemini bir daha yapamaz. İşe giderken bir arabaya zorla bindirilir, bir daha haber alınamaz. Bir camdan atılır, ancak gazetelerin üçüncü sayfasına konu olur, bir iki gün yazılır çizilir sonra unutulur gider. Ama geride bıraktıklarının çektiği acı kalplerinde iyileşmez yaralar açar. 

İnsan her şeye alışır. Zaman, günlerini un ufak ederken duyguları da bundan nasibini alır. Bir zaman sonra acı azalır. Aşk söner, tutku yitirilir, hırs önemsizleşir. Kalpte yeri çok değişmez belki ama duygusu kanıksanır, hayat acılaşır. Zevkleri duyumsama eşiği yükselir. Yüz güldüren olaylar da, kelimelerin anlamları da değişir. Ama sonu ölüm de olsa her acı zamanla kabuk bağlar. 

Ya kayıplar? Bir sabah evden çıkan ve bir daha kendisinden haber alınamayan insanlar... Ya geride bıraktıkları... Bir daha hiç bir şey aynı olmaz onlar için. Gidenin nerede olduğunu, ne yaptığını, bir gün dönüp dönmeyeceğini bilememek her gün yeniden ölüm haberi alacağın korkusu ile yaşamaktır. 

William Shakespeare, "Beklemek cehennemdir, ama yine de beklerim seni" der. İşte bu filmde de, on beş yıl süren ağır iç savaş sonrası hem hayatta olmanın şansı ile zevk almanın cenneti, belirsizliğin cehenneminde bekleyen, arafta kalıp telef olan farklı yaşlardan altı Lübnanlı kadının hayatı ayrı yönetmenlerce çekilip film yapılmış. 

Lübnan iç savaşında, cezaevlerinde on yedi bin insan kaybolmuş. Tabi ki, devlet bu acılarla yüzleşmemiş. Ailelere de her hangi bir bilgi verilmemiş. Ama hayatta olanların döndüğü herkesin malumu. Yakınları için "Belki bir gün gelir" ümidi ile yaşayan insanlar aslında içten içe yirmi yıl geçmesine rağmen dönmedikleri için umutsuzlar ama içlerindeki "Ya hayatta ise, dönerse" bekleyişinin de esiri olmuşlar. İnsanlar, kayıp olan oğullarının, kardeşlerinin, kocalarının veya sevgililerinin geri dönüşünü beklerken eğer bir gün bu gerçekleşirse hayatın nasıl akacağını kestiremiyorlar. Çünkü onları değiştiren kırılma, gideni de başka biri yaptı. Yine de sonucu bilmek, yüzleşmek, yollarını ayıracak kadar başkalaşmışlarsa da bunu kendileri yapmak istiyorlar. 

VOID, kadınların, kayıp erkek vakalarını yeniden gündeme getirmek için rutin toplanan kayıp ailelerinin, dilekçe verdikleri Beyrut Parlamento Meydanında Meclisteki oturum arifesinde kadınların bir gününü konu alıyor. Bu kesitten, hayatlarının kırıldığı o anın yıkıntıları arasında dolaştıklarını görüyoruz. Bu kadınların yaşamları da, erkeklerin yaşamları da beklemek etrafında dönüyor. Belirsizlik ve umut dolu bir bekleme.

Filmin sonunda hepsinin elinde farklı bir resim olan bu kadınların aslında aynı adamı beklediklerini anlıyoruz. Biri onu büyüten zenginleştiren biricik ağabeyini kaybetmiştir diğeri asla öldüğüne inanmayıp her gün sofraya oğlu için tabak koyan bir annedir. Birinin kendini tanımasına vesile olmuş ilk aşkıdır, diğerinin ömrünü beraber geçirmek için yola çıktığı kocasıdır. Bir başkasının en son yedi yaşındayken gördüğü babasıdır. Artık genç bir kadın olsa da bir türlü güvenli bağlanamayan, terk edileceği korkusu ile terk eden, ardında bıraktığı kırık kalplerin onu unutamadığı ama o da hayalen hatırladığı babasının peşinden kaybolmuş bir kadındır. 

Hasıl-ı kelam, bir kayıp, sadece bir kayıp değildir. Dokunduğu her kesin eksilmesidir. Bekleyen her insanın cehennemidir. Hayat duvarında kocaman bir boşluktur. Yaşamak isteyen yanları ile savaşan sevdiklerinin arafıdır. Ne yaparsa yapsın vicdan azabı duyan, hayatı bir daha asla eskisi gibi olmayan insanların mutsuzluğudur. Umudunu yitirdikçe her gün yeniden ölen, merhamet görmedikçe, ötekileştirilip itildikçe yalnızlaşan kalbinde merhamet pınarları kurumaya yüz tutan, gülmeyi unutmuş insanların dünyasıdır. 

Bu kayıp olayları sadece Lübnan'da yaşanmış değil elbette. Hala dünyanın bir çok yerinde, karadelikleri bol ülkelerde her an insanlar kayboluyor. Kayıplarını arayan insanlar da tıpkı filmdeki gibi belli aralıklarla bir araya geliyor ve çocuklarının akibetini soruyor. Bunlardan en ünlüleri Plaza de Mayo Anneleri, Arjantin’deki cunta hükümetine karşı mücadele verirken hükümet tarafından kaybedilen çocuklarını aramak için 1977’de Buenos Aires şehrinin Plaza de Mayo Meydanı‘nda ilk eylemlerine başlıyorlar. Hükümetin eyleme öncülük eden annelerden bazılarını kaçırarak göz korkutma çabasına rağmen, katılımcıların giderek artmasıyla her Perşembe saat 3’te buluşmak suretiyle aralıksız devam eden bu oturma eylemi, hak arayışlarına onlardan tam 18 yıl sonra 1995’te başlayan Cumartesi Anneleri’ne ilham olmuş. İki grup da oturma eylemine beyaz tülbentleri ile katılıyor ve erkeklerinin, evlatları için dile getiremedikleri o acının taşıyıcılığını yapıyor. Birbirlerinin dilini, kültürünü ve hatta coğrafyasını dahi tanımayan bu annelerin arasındaki en büyük ortaklık düzenin çocuklarını yutan bir kara delik olması. Bu ağır acı elbette tarif edilemez. Filmde de oğlunun ölmediğine, bir gün mutlaka eve döneceğine inanan sadece annesi kaldığı gibi dünyada da Plaza de Mayo Anneleri 42, Cumartesi Anneleri 24 yıldır çocuklarını arıyorlarmış.

Film gösterimi Uçan Süpürge Derneği'nin etkinliği olarak Mülkiyeliler Birliğinde gerçekleşti. Gösterim sonrası kalabalık bir grup filmi tartıştı. Moderatör olarak Ankara Üniversitesi İletişim Fakültesi'nin eski hocalarından Prof. Dr. Funda Şenol Cantek kürsüde idi. Sosyolojiden tarihe, sinemadan psikolojiye geniş bir yelpazede film okuması yapıldı. Son derece verimli bir akşamdı.

Ödüllere doymamış bu filme festivallerde denk gelirseniz izleyin derim. 

Yukarıda söyleşi öncesi paylaşılan Feyruz'un Beyrut şarkısını ve aşağıya fragman ile filmin ödüllerini de ekledim.

Kaybedeceğimiz tek şeyin kaygılarımız olduğu günlerde, kırılan hayatlarımızı toplayacak bekleyişlerin bitmesi, insanlığın sahneye çıkıp ötekileştirmeyi alt etmesi temennisi ile... 














3 yorum:

  1. Güzel bir film, nefis bir değerlendime:) Soluksuz okudum yazınızı. Çocukluğum ve ilk gençlik yıllarımda haberlerde duyardık Lübnan'daki iç savaşı. O savaşta neler yaşandığından bihaberdim o zamanlar. Şimdi yine yüzeysel bilgiler var aklımda. Filmin konusu bu yüzden ilgimi çekti. Tanıtım ve güzel yazınız için teşekkürler...:)

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Çok teşekkür ederim durum ve katkınız için Acılar dünyanın her yerinde aynı yere dokunuyor kalbimize , Hala bir çok yerde bu acıları yaşayan nice insan var

      Sil
  2. void izlemedim izlerim ama. lübnanlı nadine labaki nin bütün filmlerini öğütlerim :) özellikle karamel :) uçan süpürge yi de iyi biliyom mülkiyelileri de :) ankaranın kültür sanat ortamına bayılırım yaa :)

    YanıtlaSil

Bırak Dağınık Kalsın sitesinde Çam Ağacının Gölgesinde vardı

  *Çam Ağanının Gölgesinde, Handan Kılıç’ın 2022 yılında çıkan romanı. Yazarın bu ilk roman fakat daha önce yayınlamış öyküleri var. Bir ilk...