İKİ TUTAM SAÇ: DERSİM’İN KAYIP KIZLARI


Sinema günlüğünde 48. film:

İKİ TUTAM SAÇ: DERSİM’İN KAYIP KIZLARI 

TWO WISPS OF HAIR: THE MISSING GIRLS OF DERSIM
TÜRKİYE/TURKEY, 2010, betacam, renkli/color, 55’




YÖNETMEN/DIRECTOR: Nezahat Gündoğan

Bu belgesel filmde yönetmen, 1938’de Kürtler Dersim’den sürülürken rütbeli asker ailelerine verilen Kürt kızların saklı tarihini, onlardan ikisinin, birer tutam saçını koynunda saklayan kadınların anlatımlarıyla görünür kılıyor. Huriye ninenin sözleri, o kızların geride bıraktığı ailelerin özlemini anlatmaya yetiyor: “Taş olsaydım erirdim, toprak oldum dayandım…”
  
Bu filmi ilk defa 2010'da Ankara Film Festivali'nde seyrettim. Salonun tıklım tıklım olduğu, başında ve sonunda uzun alkışların tutulduğu kaliteli belgeseli herkes izlemeli ki, tarih kitaplarımızda geçmeyen gerçeklerden kısmen de olsa haberdar olalım ve bunu bir girizgah yapıp konuyu derinlemesine araştıralım, diye düşündüm. 

Bu topraklarda sessizce yaşanmış, şahitlerinin her şeyi İlahi Adalet'e havale ettiği, kendi insanından umudunu kesip herkese içten içe küstüğü, hayata devam edecek güç bulmak için mağdurken ön yargılarla daha fazla yaftalanmaktan korkarak kimliklerini sakladığı öyle çok hikaye gelmiş geçmiş, geçiyor ki biraz duyarlılık geliştirdiğimizde başımızı hangi tarafa çevireceğimizi şaşırıyoruz. Oysa artık her çağdaş toplumun başardığı o gerekli yüzleşmeleri yapıp hakları teslim etmeli değil miyiz? 

Ancak o zaman ülkenin çeşitli fırsatlarla aynı acıları çekmiş farklı kesimlerini anlayabilir, bir insan olarak fark ederek yaşadıklarını anlatabiliriz. Böylece onların yüreklerine su serperken bir gün memnun olmadığımız bu düzen içinde çarkın ezdiği, diğerlerinin suskunlukla izlediklerinden olmamak için de, bireysel bazda üzerimize düşeni yapmış oluruz. 

Bu belgeselde anlatılan acı çekmiş insanlardan değilim ama belleğim acının, zulmün ne olduğunu idrak edecek kadar anı biriktirmiş olmalı ki, izlerken tüm salon gibi gözyaşlarımı tutamadım. 

Umarım diğer acı çekenler de maruz bırakıldıkları halleri böyle güzel anlatabilir ve toplumumuz empati yeteneğini geliştirerek birbirini anlama noktasına biran önce ulaşır diye dilekte bulundum. Hele bu günlerde bir garip kutuplaşma ile herkesin üst kimliklere takılıp birbirini dinlemeye gerek bile görmeyerek ciddi yarılmanın yaşandığı zor zamanlarda (niyeyse kolay zamanlar bir türlü uğramıyor buralara) "İnsan" ortak paydası üzerinden bir anlayış geliştirmek gerekli ki, her şey için geç olmasın. 

Her gün bir başka zulüm, katliam, cinayet, tecavüze kurban gitmesin insanımız. Böyle yapımların çoğalması ve insanımızın orada ne olmuş diyerek yazılan yazılara, çekilen filmlere dönüp bakması dileğiyle...   

Bu konuda Sema Kaygusuz'un "Yüzünde Bir Yer" adlı romanını anlattığı bir videoyu da paylaşmak istiyorum. 

Burada yazar, "Kurban dilinin manası dünyanın en ahlaksız sorusuna kapı açar. "Peki bu neden oldu?""Çünkü, çünkü, çünkü... "Çünkü" diye açıklamaya başlar ve çok ahlaksız bir tartışmanın içinde bulursunuz kendinizi" diyor. 

Bu nokta çok önemli. Ortada bir haksızlık varsa hukuka, insana, demokrasiye inandığını iddia eden herkes tırnak içinde "Kendinden görmediği, ötekileştirilmiş" diğer insana yapılanları görebilmeli, yanlış olduğunu söyleyebilmeli, "Oh, iyi oldu, onlar da şunu yapmıştı" gibi nedenler sıralayarak ileride daha büyük sorunlara yol açacak kurban dilini pekiştirmemelidir. Sonuçta herkes ayrı bir bireydir, kimse, anasının, babasının günahı, bir kaç had bilmezin yanlışı üzerinden bireyselliği yok sayılarak, suç olarak nitelendirilen eylemlere kişisel katkısı tartışılmadan topluca mahkum edilmemelidir. 

Hele de katledilmek, sistematik işkenceye tabi tutulmak, tecavüz, yaşam hakkının elinden alınması, yaşam sevincinin bitirilerek sözde yaşayan özde ölü haline getirilmiş insanların çoğaltılması kabul edilemez. Bu anlayış geliştirilip insana, büyük acılara, kitlesel haksızlıklara karşı evrensel değerlerle bakıp herkese eşit mesafede durabilmeyi başarırsa insan, kendine karşı dürüst olabilir. Ancak bu seviyede insanlığı hisseden "Olgun"luğa yaklaşır, başını yastığa koyduğunda vicdanını ahlaksız "çünkü"ler, aklını ve kalbini saf dışı bırakan acımasız gerekçelerle ya da buna yardım edecek maddelerle uyuşturmadan rahatça uykuya teslim olur. 

En sevmediğimizin hakkını koruduğumuzda sistemin çalışmasını sağlayarak herkesin kendi hakkını kendi almasının yaratacağı kaostan kurtulmuş oluruz. 

Maalesef toplum olarak bu açıdan son derece kötü sınavlar verdik, veriyoruz. Ahlaksızlığın öyle bir boyutu ki bu öldürülmüş bir kadının ardından onun mahremine giriyor, bir mevtanın hak ettiği saygıyı hiçe sayıp gece dışarıda olmasını, alkol almasını tartışıyoruz. 

Maalesef meslek yaşamımda bu tarz çok olayla karşılaştım. Ne olursa olsun kadının haksız olduğuna kafadan inanmış eril bir karar verici kitlenin tartışmalarını izledim. Bu nedenle meftaya saygı yazarken bile acı acı güldüm. Birhan Keskin'in Penguen şiirini hatırlayıp "Biz bu dünya üzerinde yürüyemiyoruz bile" diye mırıldandım. 

Bu çağda, kişisel verilerimiz kurumlarca her yere saçılmışken, şantaj yapılan bir kadının feryatla başvurduğu makamda ve akabinde yapılan yargılamada, suçun unsurları amiyane tabirle kabak gibi ortadayken, ceza vermeden önce, kadının telefon numarası adamda ne arıyormuş diye soranlar gördüm. Bunlara karşı dursak da sonucun değişmediğini görünce "Dilerim senin karının da başına gelir" diyerek ah eden kadınların, yine bir kadının canının yanması üzerinden içini soğutmaya çalıştığına şahit oldum. 

Bu yüzden bir şeylerin bizim canımızı yakmadan değişmesini istiyorsak canı yanan insanları göreceğiz, acılarını dinleyecek, haklarına beraber sahip çıkacağız.

Yoksa, yok olacağız. 

Şule Çet için adalet, tüm masumlar için adalet...   

      



6 yorum:

  1. Gözlerimizi ve aklımızı açmamız lazım bir an önce. Ötekileştirmek bir yerden sızıyor içimize içimize. Dikkatli olmalıyız.

    Kadın olmak ise başlı başına bir suç oldu bu topraklarda!

    YanıtlaSil
  2. bilemedim. belgesel pek izlemiyom, ay konu da çok yabancııı :) kurgucuyum işteğğ :)

    YanıtlaSil
  3. Sema Kaygusuz'un konuşmasını izledim, harika. Aslında herkes gerçekten yılgın ve bıkmış durumda. Coğrafyamızda acıdan başka bir şey yaşanmıyor son zamanlarda..

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. evet artık acıdan başka şeyler düşsün bahtına bizlerin

      Sil

Bırak Dağınık Kalsın sitesinde Çam Ağacının Gölgesinde vardı

  *Çam Ağanının Gölgesinde, Handan Kılıç’ın 2022 yılında çıkan romanı. Yazarın bu ilk roman fakat daha önce yayınlamış öyküleri var. Bir ilk...