OKUR /YAZAR HASBİHAL

Merhaba,

Bir kara insanı olarak, denize uzanmış kentlere bölünmüşlüğümü anlamaya çalışıyorum. Denizi /ufku olmayan, dolayısıyla insanda çekip gitme arzusu doğurmayan coğrafyaların insanı kendini tutuklu, sınırlandırılmış hisseder.

Sırtını dağa dayamış bir ihtiyar gibi, derin düşüncelere dalmış mekânın hüznüyle kalır. Durduğu yer kendisine yetmemekte, çekip gitmek istediğinde de dağ önünü kapatmaktadır.


Kendinde dağa doğru yürüme, doruğa çıkıp oradan görünen dünyaya gitme gücünü bulmaz. Çareyi içinde bulur, ona sığınır; bir yolculuk başlatır orda. Bu yüzden kara insanı, çöl gibi, masal içerir.

İkinci bir Moğol saldırısına maruz kalmış gibi geçirdiğimiz şu günlerde, şiddetli yağmurda saçak altı arar gibi kalbimle yerleşeceğim cümlelerin peşinde olduğum bu mevsimde, açık unutulmuş radyo olmadığımı hissettiren, duyulduğumu duyuran karşılıklar için teşekkür ederim.

Sonuçta, kıyı ve kuytuların ısırıcı ıssızlığına yazılmış kalbi kırıklarız; dizleri yara bere içinde olan... Teslim olmayan, ele geçirilmeyen, bir itiraz olarak fotoğraf veren, sömürge(n) olmak istemeyen... Kurduğumuz cümleye layık ağız olmanın hazzı yetiyor bize.

Nihat Dağlı


Merhaba Sevgili Yazarım,

İkinci bir Moğol saldırısına maruz kalmış gibi geçirdiğimiz şu günlerde, şiddetli yağmurda saçak altı arar gibi kalbimle yerleşeceğim cümlelerin peşinde olduğum bu mevsimde açık unutulmuş radyo olmadığımı hissettiren, duyulduğumu duyuran karşılıklar için teşekkür ederim.” dediğiniz satırlar içime dokundu.

Nasıl güzel bir tarif. Bir yazarın işi başka nedir ki? Çevresinde/içinde onu saran/sarmalayan, boğan, ruhuna temas eden ne varsa onları yeniden tanımlamak, mecazlarla hakikate yürümek. Bu yolculuğa okurlarını şahit kılmak.

Sizi uzun yıllardır takip eden, okuyan ara ara hatırınızı soran bir okunuruz olarak “Açık unutulmuş radyo olmadığımı hissettiren, duyulduğumu duyuran karşılıklar” dediğiniz insanlar arasında yer almak, aynı şehrin havasını solumanın keyfini daha verimli bir şekilde sürmek isterdim. Ama hayat gailesi dedikleri bir karadeliğin yuttuğu günlerim arasında kendimden çıkıp birine varmak çok mümkün olmuyor.

Açık unutulmuş radyo. Çok ironik. Çok acı verici ama bazen de gerekli. Hepimizin istediği sesimize ses verilmesi değil mi? Elbette bu, önümüzü kesen bir dağın eteği ya da vadinin ortasından gelen kendi sesimizin yankısı değil. Duyulduğunu hissettiren bir kıpırdanış, kalbe değen bir ses, az sonra hatıra olacak an(ı)da kalış. Bir yazar için satırlarının gönle değdiğinden haberdar edilmesi belki.

Bir vakit tek başıma yaşadığım bir evde mutfakta yemek yaparken bile evin diğer ucundaki odada televizyonu ya da radyoyu ses olsun diye açardım. İşten gelmiş, yorgun argın bütün gün insana dair bir meslekte sürekli insanla temas etmiş olsam bile sessizliğe tahammül edemezdim. Yaşlıların ve yalnızların evinde kapanmayan televizyonun sebeplerini o vakit anlamıştım.

Yani, açık kalmış bir radyo ve televizyonun yoldaş olduğu zamanlar da yaşadım tamamen sessizlik duvarı ile çevrildiğim zamanlar da oldu. Yazdıklarımın bir kalbe ulaştığını bildirenler de çok oldu, hiç okuyamıyorum çok uzun diyen de. Hep hüzün yazıyorsun biraz da komedi yazsan nasıl olur diye akıl veren de! Yorumlarıyla üzen de yorumsuz kalmasını sallamadığım da. Hepsi de riyakâr yüze gülüşlerin sarmalamasından iyiydi. 

Ama yalnızlık yalnızlıktır. Kalabalıkta ya da tenhada fark etmez, kalpte yaşanır. Boşluğuna denk gelecek sandığın insanlar tek tek yerleştirilir hayat yap bozunun içine ve dolar her yer. Ama resme bakınca kocaman bir anlamsızlık görürsün. Renkler desenler hepsi birbirine karışmıştır. O vakit anlarsın ki sadece boşluğa şekil olarak uyması yetmez hiçbir şeyin. Olması gereken bütünlük hem renk desen hem de şeklin beraber denk gelmesi ile mümkündür. Hayat binlerce parçalı bir yapboz. Ve örnek resim verilmiyor. Herkes kendi resmini çizmek zorunda. Anlamsız parçaları söküp atmalı. Hatta boş kalmasını bile göze alıp uzaktan baktığında eksiklerine rağmen anlamlı bir bütünlüğü yakaladığında tam görünenlerden daha iyi sonuca ulaştığını fark etmeli. Ama bu herkesin harcı değil.

Siz her zaman bırakıp gidebilen, toplumun dayatmalarını umursamayan, bildiği yoldan dönmeyerek herkesin arayıp bulmak için çabaladığı yap boz parçalarının elinde olanlarından bile vazgeçebilen biri oldunuz. Gün geldi yapbozun tabanını da kaldırıp attınız. Silkerken dökülen parçalar size o güne kadar renk veren yoldaşlarınız bile bir yük olmuştu ruhunuzda, arındınız. Bu bazen seçerek bazen gönderildiğiniz çöllerden geçerek oldu. İnsandan, kitaptan, cümleden hatta kelimeden, ötekileştirilmekten, yolunu gözleyen Yakup’tan, kardeşlerince kuyuya atılan Yusuf’tan, kuyudan, zindandan, sessiz bir güruhtan, korkudan arınmaktı. Ve geri kalanla yeni bir varlık inşasına taslaksız, tabansız, beklentisiz şekilde koyularak hayata devam etme gücü verdi size.

Bir zaman dost bildiğim insanlardan şikâyet ettiğim bir vakitte dediğiniz gibi “Hepsi dökülecek üzerimizden biz kalacağız geriye. Bir tek bizi duyan, terbiye eden. Ona açacağız derdimizi.” Bunu o zaman anlamamıştım. Yap bozumda hala anlatırım, bir çare olur diye güvendiklerim vardı demek ama sonra anladım. Tablayı elime alıp silkip atamadım sizin gibi bir cesaretle ama ben de epey yalnız kaldım. Radyoyu açtım ama dinleyecek bir şey bulamadan oradan oraya savruldum. Bazen sert müziklerle tutundum hayata bazen kalbimden yumuşak tınılarla. O yüzden açık kalmış radyonun da hakkını vermeli derim.

Bir de bahsettiğiniz deniz şehri kara şehri mevzuu var ki ömrümün yarısını birinde yarısını diğerinde geçirdim. Nerde değilsem orayı özledim. Denizin kenarına gelirsem ufku görürüm nefeslenirim derdim. Geldim, belki istediğim şartlarda olmadı ama artık deniz de bitmiş gönlümde, gelince hissettim. Kara şehrinde neyse içim burada da öyleydi. Hatta orada umut vardı denizin kıyısında ise sınır. Buraya kadar gelebilirsin diyen dalgalar, kabaran deniz, sisli gökyüzü, umutsuz bir ufuk.

Hasılı kelam dağ da içimizde deniz de. Radyolar her daim gerekli. Yazan kişi de yazardır, okurunu ne zaman bulacağı belirsiz olsa da kelimeler yoldaştır yalnızlığına.

Siz gönül ilmeği ile dokuduğunuz satırlarınızın okurun kalbini sardığını, güçlü bir bağ kurduğunu bilen samimi bir insansınız. O yüzden bu satırları kaleme almak radyonuzun dinlendiği, kitaplarınızın okunduğunu söylemek, kaç kişinin kalbine değmiştir bilinmez bunca yıldır yazdıklarınız ama burada bu temastan mutlu bir okurunuz, okurken yazmayı da ihmal etmeyen bir kalem yoldaşınız olduğunu unutmayın.

Varlığınıza şükranla.

29 Ekim 2021

Handan Kılıç

(Buradaki ilk mektup yazarın twitter sayfasındaki paylaşımlarından alınarak kurgulanmış ve ikinci mektup cevaben yazılmıştır.)

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Bırak Dağınık Kalsın sitesinde Çam Ağacının Gölgesinde vardı

  *Çam Ağanının Gölgesinde, Handan Kılıç’ın 2022 yılında çıkan romanı. Yazarın bu ilk roman fakat daha önce yayınlamış öyküleri var. Bir ilk...