Ben Sonbahar Kızıyım

 



Henüz uykusunu alamamıştı ama çalan alarmla yataktan fırladı. Elini yüzünü yıkayıp çaycının düğmesine basarken ocağa da kahve koydu. Pişince alıp bahçeye çıktı, masaya oturdu. 

Defter akşam bıraktığı yerdeydi. Mevsime göre havalar sıcak seyrediyordu. Yazdan kalma dedikleri günlerden daha bunaltıcı bir hava vardı bir kaç gündür. 


Serinlemek lazım diyen herkes kendini dışarı atıyordu. Saadet ise evden çıkmamak için bahaneler üretiyor ama yine de kendiyle kalamıyordu. Kahvesinden ilk yudumu alırken "Bu gün bu işi halletmeliyim" dedi. "Ertele ertele nereye kadar" Defteri açtı, kaleme sarıldı, başladı onlarla koşmaya. 

"Ah kendim! Uzun zamandır seninleyiz ama bilsen seni nasıl özlüyorum." diye ilk cümleyi kurduğunda yüzünden düşen bin parça özlem, kağıda, masaya, havaya, bahçeye, yapraklarını döken akasyaya kadar ulaştı. Derin bir nefes alıp devam etti: 

"Aslında her gün yazabilirim sana; kafamın içinde akıp giden, gürültüsüyle beni boğan birkaç ayrı nehrin coşkusu yerine hepsinin usulca döküldüğü deniz olabilirim. Sürükledikleri toprağı kucaklayarak verimli tarlalardan toplanmış bu alüvyonlarla bir kıyı ovası yapabilirim değil mi? Ama olmuyor işte, bazen rüzgâr bazen güneş bazen suyun debisi kimi zaman dalgaların yüksekliği izin vermiyor. Kendimle dertleşecek kadar bir zaman bile bulamıyorum. Ne yapıyorum dersen hem hiçbir şey hem de her şey, diye yanıtlarım. Hiç bir şey, çünkü yaptığım her şey hayatın kargaşasında yok olup gidiyor. Hem de her şey... Kendi başına hallolmayan öyle çok sorun var ki! Yaşam yolunda ne zaman yardımcım oldu zaten, tek başıma her şeyi ve herkesi taşımaya çalıştım. Hala da çabalıyorum ama kendimi karşıma alıp dertleşecek bir zamanım bile yok. Daha doğru ifade ise ne bunun için dermanım ne de hevesim var. 

"Belki de bahane lazım." derken kahveden son yudumu alıp masadan kalktı. Mutfağa yürürken telvelerin siyahlığına takıldı gözü. Karadır bahtım kara, Sözüm geçmiyor yara" diye türkü mırıldanmaya başladı. Çaydanlığı ve bardağını yerleştirdiği tepsi elinde bahçeye dönerken, "İnsanın oturup dertleşebilmesi için ötekine mi ihtiyacı var hep?" dedi. Güldü. "Galiba evet, öteki bize aynadır. Ses vermese bile görüntümüzü yansıtır bizi bizle karşılaştırır. Varlığı bilinen, orada olduğu hissedilen, yanından kalkmadan saatlerce konuşacağın, sözünü sürekli bölmeyen, seni dinlemeyi zul görmeyen, yargısız, yalansız bir yoldaş olabilir mi ayna? Yansımasında kendimizle karşılaştığımız parlaklık, hayatımızı aydınlatacak o ışığı sunar mı? Biliyorum çok lüks bir istek ama başka da bir şey de istemedim ömrümde. Bazen hakkettiğimi, yaklaştığımı, rastladığımı düşündüğüm de oldu ama yoklar, kayboldular belki de içimin dehlizlerinde. Neymiş, olmayınca olmuyor. Baht sonradan değişmiyor. Derin bir nefes daha aldı. Bardak elinde uzaklara daldı. Sustu, sustu, sustu... Neden sonra çayı fondip yapıp yazmaya devam etti:

Konuşmaktan da geçtim artık... "Suskunluğumdan anlayan biriyle konuşmak nasıl da güzeldir" mi diyordu Cem Mumcu... Çok uzun zamandır ne kelimelerimi anlayan, özleyen, bekleyen bir dost, çıkarsız bir kalp var ne de susup yanında dinlenebildiğim biri... Sadece kafamın içindeki nehirlerin yükselen debisi ve kuraklık baş gösterdiği vakitlerde o nehirlerin etrafına konuçlanmış, benimle beslenenlerin çığlıkları, bunaltıları kırgınlık ve kızgınlıkları. 

Peki ya benimkiler ne olacak ben kırgınlıklarımdan sızıp sızıp giden hayat suyumu nasıl bulacağım?

Yeni bir sabaha uyanamamaktan o kadar yorgunum ki! Doğan güneşlerin dünyayı ısıtmaktan başka bir şey yapmadığı, yeniden, yeniden sorumluluk yüklediği günler üst üste yıkılıyor ne zamandır... Ne bir gelecek vaad ediyor ne de hasbelkader girdiğim bu tünel bitiyor Ne de geri dönecek kadar girişe yakınım. Tam bir karanlık! Önü, arkası yok, umudu kalmadı, özlemi anlamsız, ne yana dönsem yalnızlık batıyor dediği gibi şairin üstünü neyle örtmeye çalışsam da kapanmıyor. Derin, dipsiz bir kuyu... O bulunduğun yeri fark etmek sadece Sancılarını artırıyor. Hiçbir doğumun ön sancıları değil bunlar, hastalığın inleten ağrılı, ateşli, yalnız, bitimsiz, sanrılı bir çıkmazın vücuda yansımaları. Gözü toprağa bakan bir kimsesizlik. Her şeyin boş, herkesin ağırlık olduğu ve artık yük taşıyacak halimin kalmadığı bugünlerde "Biz bu dünyadan nereye gidelim" diye haykıracakken o kelimelerin de boğazımda düğümlenmesi... Ve yine susuş... 

Kelimelere aşık birinin susması daha bir ağırmış. Tam bir kayboluş, acıtan bir savruluş. Çilenin, sabrın da bir istiab haddi varmış. Haddini aşan her şeyin ağırlığı çöktü üzerime. Artık ne sabah bekliyorum ne de tünelin bir ışıkla aydınlanmasını. Ne dost bir el ne de beni anlayacak, olduğum halimle sevecek, yargılamadan, eleştirmeden, akıl vermeden, huzur verecek bir kaç insanla desteklenecek yol arkadaşlığının olacağına inancım kaldı. 

Evet yoruldum bir adım daha atamayacak, bir nefes daha alamayacak kadar... Ne diyordu Didem Madak “Ya siz nasıl bilirdiniz çocukluğunuzu ey cemaat/ Nasıldı öldürdüğünüz birinin cenaze namazını kılmak ” ya da “Vasiyetimdir: En güçlülerinden seçilsin beni taşıyacak olanlar. Ahtım olsun yükleri ağırlaşsın diye tabutumun içinde tepineceğim” diye söylendiğim zamanlar da mazide kaldı. 

Geriye dönüp baktığımda ne elle tutulur ne gözle görülür bir şeyler bırakabilmişim buralarda, ne de beni tutacak bir şey var. Herkese ve her şeye karşı vazifemi yaptım. Hatta üstüme vazife olmayan çok tulumbaya da su taşıdım ama ben bir damla suya hasret kaldığım günlerde gecelerde bir yudumu çok gördüler. Hep almayı bildiler. Vermeden almak Allah'a mahsustu, ben de bunu bilemedim, böyle böyle tükendim.

Yalnızlıktan, kimsesizlikten, duyulmamaktan, görülemeyecek kadar küçük olmamak için genişleyip yine de fark edilememekten kurtulamadım. Yalanlardan, gizlenenlerden, ne derdini ne sevincini paylaşmaya layık görülmemekten, bencillikten, hiç kimseye tam bir güvenle sırtını yaslayamamaktan, ruhumun yiyip bitirilmesinden, gönül tepelerime yağan karlardan, her şeyden ve herkesten nasibimi aldım. Ne kadar nasipsiz biriymişim anladım.

Dünyadan ve herkesten alacaklıyım. Ama artık gün gelip o tahsilatın yapılacağına dair de bir umut taşımıyorum. Herkes dökülse de üzerimden öyle ağır ki bıraktıkları, kendimle beraber bu kadar yükü taşıyamıyorum." dedikten sonra kalemi atıp masadan kalktı. Kısa mesafeye aldırmadan bahçede bir kaç volta attı. Komşular uyanmaya başlamış, yan binanın zemin katında oturan oynak kadın hemen radyoyu açıp rastladığı türküye eşlik etmeye başlamıştı. Saadet, durup sözlerini dinledi:

“Ben baharın kızıyım” diyordu. Hareketli Kafkas türküsü devam ederken çayını tazeleyip kalemi yeniden kaptı:

"Ben baharın kızıyım" diyemediğim öyle çok zaman var ki! Ben Sonbahar kızıyım. Gele gide bana hazan mevsimi düştü. Yaprakların yerlerde ağladığı, ölmeden önce son nefeslerini insanların ayaklarının altında verdiği bir yaprak kadar çaresizim. Kalabalık bir cadde ile bağlanan merdivenlerden in çık yaparken son basamakta durup nefeslendikleri o sokağın başına düşmüşüm. Bazısı için sokak sonu tabi, geldiğin yere göre değişir. Değişmeyen tek şey; yerdeki yaprak, kimsenin umurunda değildir. İnsanlar düşe kalk devam eder yoluna, üzülse ağlasa da tekrar kalkabilir ayağa. Ama düşen bir yaprak yapayalnızdır. Ne bir sıcak el uzanır ne düştüğü yerden alıp havalandıracak rüzgar eser. Ne de dalında tutamayan ağacı sahip çıkar. 

Günü selamladığım bir sabah, ne olduğunu anlamadan düştüğüm kaldırımda, ezilmekten canım çok yansa da, çürüyüp toprağa karışmadım daha. Peki neden hala canlıyım, bahar dalları kırılalı çok oldu... Ben Sonbahar kızıyım, eteğimde rengarenk yapraklarla beklerken soruyorum şimdi: 

Kış ne zaman gelecek?"

Saadet, son cümleyi yazdıktan sonra mürekkebi tükenen kalem elinde çöpe doğru yürüdü. Çalan şarkı değişince eve girdi.


Handan Kılıç

06/10/2020 

08:00

İzmir

6 yorum:

  1. Selam çok güzel. Her satır her kelime ne kadar anlamlı. Sanki beni mi anlattınız. Yaşadıklarım, duyduklarım yazılanlarda. Sevgiler

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Selam, teşekkür ederim. Beğenmenize sevindim ama bu ızdırap dolu satırları yaşıyor olmanızın ağırlığı hususu üzdü. Çok acıydı benim için yazarken... Sevgiler

      Sil
  2. Kış bitti mi ki?

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. :)) Dönüp dolaşıp kışa geliyoruz. Dünya dönüyor ama eskisi gibi değil,mevsimler,sıcaklar,zulumler, kalpler her şey alt üst ama sıra nefes alıyoruz ya onları kış harici hayal ediyorum...

      Sil
  3. Sonbahar kızı beni muştu ediyor,zemherinin oğluyum.Bende kardelenleri müjdeleyeceğim ve herkesin umutla beklediği baharları göreceğiz.

    YanıtlaSil

Bırak Dağınık Kalsın sitesinde Çam Ağacının Gölgesinde vardı

  *Çam Ağanının Gölgesinde, Handan Kılıç’ın 2022 yılında çıkan romanı. Yazarın bu ilk roman fakat daha önce yayınlamış öyküleri var. Bir ilk...