Geldim dedi, geldim işte!


1

Bordo üzerine mavi puanlı çoraplarını, adamın gri, desensiz çoraplarının yanına asarken çimlere yansıyan gölgeyi fark edince gözü daldı. "Gölgelerimiz hep bizden uzağa düşer, kimi zaman küçük gösterir bizi bize, kimi zaman haddinden büyük." diye düşünürken "Ama hepsi aynı renktedir gölgelerin; karanlık. Renklerin ve boyutların gücünün kaybolduğu kara bir yansıma." dedi. 

Sonra durup kendi kendine güldü, sabahın bu saatinde ne işin var gölgeler ve asıllarla diye kendine söylendi. Asıl, gözün daldı, gelecek var, onu düşün. Bak kocakarıların öngörülerinden türeyen bir gerçek daha, "Çocuklar yolda" diye mırıldanırken güldü. Küçükken belletildiği gibi titizlikle yıkadığı, iyice sıkıp silkerek, hepsi aynı yöne bakacak şekilde burunlarından astığı çorapları düzeltti. "Git biraz uyu da kafan yerine gelsin kadın" dedi kendi kendine. 

Her yıl bu vakitlerde tuttukları eve ancak sabaha karşı gelmişlerdi. Havalar birden değişmiş, yaz, yerini geceleri ürperten hoş bir serinliğe bırakmıştı. Ama hala sonbaharın ilk günlerindeydi ve gündüzler ılık geçtiğinden denizin keyfini sürmek mümkündü. İzin gününden harcamamak için gece yola çıkmışlar, sağanağa yakalanınca  yolculuk uzamıştı. Araçtan sadece bavullarını alıp eve koşmuşlardı ama bahçe büyüktü ve sırılsıklam olmuşlardı. Gece yolculuğunun verdiği gerginlikle yorgunluk tüm hücrelerine yayılan adamın yine huysuzluğu üzerinde idi. Oraya buraya söyleniyor, kapıyla koltukla kavga ediyordu. Kadının kendisine neden cevap vermediğini merak edip arkasını dönünce üzerindekileri çıkarmasını beklediğini gördü. Huzurlarının tek kaynağı suskunluğu ödüllendirmek için "Üç gün tatile geldik, bir de hastalanmayalım şimdi, sen de değiştir üstünü, iyi ıslandık," dedi. “Hep ıslaktık” diye içinden geçirdi kadın. Elindekileri kış bahçesindeki sandalyelerin üzerine serdi. Çoraplar çok ıslak olunca kokmasınlar diyerek hemen elinde bir kaç kez sabunlayıp bahçeye astı. 

Gün doğmuş, yağmurun çekildiği göğü ele geçireceğini ilan eden güneş göz kırpmaya başlamıştı yeryüzüne. Kadın yine de korkuyla baktı göğe, yağmurun ürkütücü sesi hala kulaklarındaydı. Pijamalarını giyince “Yol yorgunuyuz hemen yatalım” diyen adamın panjurları kapalı odada sızıp kaldığını gördü. Güldü, “Başını yastığa koyar koymaz uyumuştur, dayanamaz hiç” dedi. Yanına sokuldu. Pikeyi üzerine çekti, dönüp durdu yatakta. “Yeter artık, kıpraşma uykun yoksa kalk” diye homurdanan adama itiraz etmedi. Çayı ocağa koyup bahçeye çıktı.

“Yağmurlardan sonra büyürmüş başak 
Ve insan sabırla olgunlaşırmış, 
Gözlerimin ta içine bak, 
Anlarsın ölüler niçin yaşarmış” diye mırıldandı. 

Böyle miydi o şiir, artık mısraları karıştırır olmuştu. Mona Rosa; büyük aşkın, şairin, erkeğin maşukuna duyduğu o derin tutkunun simge olmuş şiiri. Kadının umurunda olmayan bir aşk, fark edilmemiş bir adamın acısı. Yokluktan fışkıran varlık. "Bir zamanların kadim tartışması, kadınlar aşık olur mu yoksa hep maşuk olup aşkına düşülsün mü ister? Peki erkekler? Sahiden erkeklerin peşinde olduğunun adı aşk mı?" diye mırıldanırken acı acı güldü. "Çözülmeyen bu soruyu şimdilerde sorun etmiyor kimse! Çözülüyor birbirine, sonra toplanıp gidiyor" demişti kızı. Kimse yağmurlara dayanamıyor. Başaklar umurunda değil, sevda sabır işiydi eskiden, şimdi "Sevdim" diyemiyor kimse "İstiyorum" diyor sadece.  "İsterim, alırım, vermezse başkasından alırım..." 

Bahçede çayını yudumlarken gözü çorapların salınışındaydı, mırıldandı. "Böylesi daha iyidir belki, sevdadan hayır gören mi var, elinde kalan ortada, ciğere hasar, kalbe yüktür sevda" 




2
Telefonunun sesiyle düşüncelerinden sıyrıldı. "Yola geç çıkacağız bizi beklemeyin" deyince kızı "Öğlene kadar uyanmaz bu adam şimdi, iki lokma yiyeyim" diyerek mutfağa gitti. Dolabın boş olduğunu hatırlayıp arabanın bagajındaki yiyecekleri hatırladı.Gidip topladı, taşıdı, yerleştirdi. Pişirdi, bir kaç lokma yedi, annesi aradı. "Geldik sayılır, bir saate oradayız" Çayını tazeleyip varendaya çıkarken mırıldanmaya başladı.

"... Geldim dedi geldim işte

Sana kendimi getirdim belki unutmuşsundur 

Döndüm dedi döndüm işte

...

Ayağın dedim derin bir nefes aldı 

İçeride dedi bir bakır tas bıraktım 
Kehribar bir tespih, birkaç kitap, 
Tüketilmiş bir ceza, 
Birkaç sağlam arkadaş ve bir ayak

Güldü sonra, 
Dedemin yemen çölünde bıraktığı ayağı
Ben içeride bıraktım 
Kurban olsun ikisi de memlekete” diyen şiiri de unuttuğunu fark etti. 

İçindeki geveze konuşmaya başladı. "Artık her şeyi unutuyorum. Memlekete feda ettiğim gençliğim ve vardığım yer; koyu karanlıkta derin bir yalnızlık... Kimsenin dindiremediği bir sızı... Sızlayan yerlerimi de unutuyorum, sızlatanları da" dediğini dinlerken yumruğunu sıkmış, kendi tırnakları ile avucunu deldiğini fark etmemişti. 

Dostlarım, derken gözleri doldu... Özlem kelime olup dökülemezken dilinden adeta yanık kokusu yükseldi ciğerinden. Nefessiz kalınca yerinden kalktı, bahçede volta atmaya başladı. Dostlarım, canlarım, arkadaşlarım, neredesiniz dedi. Yanına geldiği incir ağacının gölgesinde "Peki ama onlar kimdi?" diye mırıldandı. Unutmak değildi bu, anlamaktı. Artık biliyorum ki, herkes bir başkasına dönüşür yaşarken. Kime döndük, neye benzedik? Şimdi şurada aniden birini görsem, can dostlarımdan birini... Sarılsam sıkıca gövdesine, bilirim ki içindeki kalbe yabancıyım. Bir nehirde iki kere yıkanılmaz, kimse son görüştüğün gibi kalmaz. Akışına bıraktığı hayat geçer giderken üstünden suyun şiddetiyle şekil değiştirir insan. Onlar da beni tanısa, heyecanla koşsa yanıma bu bedene sıkışmış bir garipten başka karşılarında kimi bulurlar ki? Göz bebeklerinden geçen film şeritleri bile her gün değişirken insanın, telefonu retinadan tespit etse de o isim, o kimlik ne kadar tanıtabilir sahibini?    
Derin düşüncelere dalmış, özlem çöllerinde hasretin yakıcılığı ile susuz kalmışken adamın arkasından yaklaştığını fark etmemişti. "Ne yiyiyoruz?" deyişiyle irkildi.

"Bir saate burada olacak millet, beraber ederiz kahvaltıyı"
"Yok bekleyemem ben, bana bir tost, melemen falan bir şeyler hazırla, onlarla da yerim" deyince kadın mutfağa yürüdü.

Başı dönüyordu. Uyusaydım keşke diye düşündü. Tezgaha dayandı. Sanki bir anda dünya kararmıştı. "Hava serinmiş, ceketimi nereye koydun" diye arkasından gelen adam tutmasa başını yere çarpacak olduğunu saatler sonra öğrendi.
 
Kızlar gelmiş, yemek faslı bitmişti. Herkes kendi havasında muhabbete dalmıştı. Bunca gürültünün içinde nasıl uyudum diye düşündü. Kanepenin karşısına denk gelen konsolun aynasında yüzünü görünce korktu, kireç gibiydi. Sanki canı çekilmişti içinden.

Elinde yiyecek dolu bir tabakla yaklaşan annesi, "Bir şeyler ye, kalk hadi" dedi. Sonra başladı anlatmaya. Buraya ilk zamanlar halamlarla gelirdik. Rahmetli annem şu tepeye tırmanmadan yürüyüş yapmış saymazdı kendini, hatırlar mısın? Sen daha yeni yürüyordun peşine takılırdın almazdı, ağlardın. Hey gidi yıllar ne çabuk geçiyor. Doğan büyüyor. Gelen gidiyor."

"Mevsimler can çekişiyor, dünya göçüyor artık anne, insan mı kalacak" dedi.

"Güneş çekiliyor, gölgeler gün batımlarında uzuyor. Işınların dik geldiği öğlen saatleri geçti artık, her şey olduğundan farklı görünüyor... " derken tabaktan bir lokma aldı. 

"Yaşlanmak işte böyle kızım" dedi, derin bir ah çekti annesi.

Kadın uzandığı kanepeden kalkarken "Aynı anıları yeniden karıştırıp karıştırıp başka tablolarda gölgeleriyle yine hayata yerleştirmek. Bir daha bir daha..." diye mırıldanarak bahçeye yürürken sendeledi, bu sefer annesi yetişti. Tansiyonun düşmüş, hemen düzelmez öyle yat biraz"

"Çoraplar!" dedi. "Şu çorapları alın, akşam olmuş hala orada sallanıyor. Biriniz de rahatsız olmuyor musunuz? diye bağırdı ama kimse duymadı.    



3

"Üzerimi değiştireyim bari" diyerek merdivene yürüdü. “Ağır ağır çıkacaksın merdivenleri, kucağında bir dolu yaprak” diye seslendi annesi, "Yavaş kızım, yavaş." 

"Yok yahu öyle değildi o şiir... Bari bu şiiri unutma be kadın... Bunu ezberlediğim yıllarda ne uzak gelirdi merdivenlerden ağır ağır çıkacağım vakitler... Üçer beşer çıkardım basamakları. İnerken de atlardım, ne cesaret! Esnekmişim meğer. Zihnim olmasa da en azından vücudum söz dinliyormuş, beklediğimden fazlasını veriyormuş. Şimdi her yerimden çıtırtılar geliyor. Yağlanması gereken eski bir kapı menteşesi gibi sürtüyor anılar birbirine. Her dokunduğunda rahatsızlık veren o gıcırtılarla beraber yükseliyor gölgeler... 

Başka türlü olabilir miydi? O yolda ilerlesem, şu kavşaktan dönmesem, önüme çıkan o koca ağaçtan korkup geri gideceğime bir cesaret tırmansaydım, yukarıdan baksaydım geleceğe, kollarımı doladığım dostları elekten geçirip katıverseydim hayatıma, sarılıp bırakmasaydım gerçekten seven, dost dediklerimi, bir başka çorabı yıkasaydım, renkli bir çorap mesela yine de o gıcırtılar rahatsız eder miydi şimdiki gibi? "Cevaplarını bilmediğimiz sorular önümüze düştükçe eksiliyoruz. Unutuyoruz her şeyi, devam edebilmek için... Devam etmek zorundayız... Feda ettiklerimizin gölgesinde, kendi karanlıklarımızla yüzleşe yüzleşe yolu bitirmek... Ve sonra da çekip gitmek, istesek de istemesek de... Unutsak da her şeyi, dün gibi hatırlasak da..."

Üzerini değiştirdi. Aşağı inmek gelmedi içinden. Yeniden yatağa uzandı, gönlünde özlediklerinin resmi geçidi vardı.

Not: Bu yazı Yeşim Cimcöz'le sanal yazı evi çalışması olarak 6/9/2020 tarihinde yazılmış, 12/Eylül/2020 de düzenlenmiştir.

Handan Kılıç
İzmir

 

4 yorum:

  1. Okuduğum her yazıda zaman tünelindeki yolculuğum başlıyor.Hatırlayamadığım tarihleri yeniden yaşıyorum.

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Ne güzel böylesi bir tat bırakmak okurda, şanslıyım hissedenlerim var, sadece harfleri görenlerim değil teşekkür ederim Türker Bey:)

      Sil
  2. Çok güzel bir hikâye, İç konuşma, ya da insanın kendisiyle karşılaşması. İnsanın gerçeği yaşadığıdır. Yaşanmamış ihtimaller içimize ateş gibi dokunan birer gizdir. Bu yolda yürüdükçe “acaba”lar hiç bitmez.
    Yazıyı çok beğendim. Tebrik ederim. Kelamına, kalemine, gönlüne sağlık olsun...
    ...
    bak bu benim ateşe değen ilk parmağım
    bu ilk kesik izi, sedef saplı bıçaktan
    bu ilk yürek yangınım, karanlık bir zamandan
    bu ilk kaçışım kendi canımdan
    bu ilk aldığım yenilgi dünyadan
    bu ilk..
    bu...

    her ayak sesinde ürperen
    geri dönüşler taşıdım içimde
    son bir yara daha alırım
    yanılırım belki diye
    şimdi sadece ikimiz kaldık
    fırtınaya tutulmuş bir düşün
    orta yerinde

    olsun
    ben hep sana inandım...
    ...
    AG / Ben Hep Sana İnandım

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Çok sağolun Adnan Bey sizin seveceğinizi tahmin etmiştim zaten :)

      Ben de şiirinize bayıldım elimize yüreğinize sağlık

      Sil

Bırak Dağınık Kalsın sitesinde Çam Ağacının Gölgesinde vardı

  *Çam Ağanının Gölgesinde, Handan Kılıç’ın 2022 yılında çıkan romanı. Yazarın bu ilk roman fakat daha önce yayınlamış öyküleri var. Bir ilk...