ULAY ÖLDÜ DİYELER ... MARİNA ABRAMOVİC'E YA DA AŞKA BAŞSAĞLIĞI




Ben dün hastanelerde kendimden geçmiş koştururken duymamışım. Bambaşka bir şey yazmak için bilgisayarı açtığımda fark ettim haberi, Ulay ölmüş dün. 

Ölümlerin gözyaşı olup aktığı bu günlerde acıdan dilsizdi yüreğim. Büyük acılar sessiz yaşanır çünkü. Lakin dışarı çıkınca yeniden fark ettim ki, hayatın bir döngüsü var ve ateşin düşmediği her yere bahar gelmiş. İnsanlar nefes almak için kendini güneşli sokaklara atmış. Koca bir cenaze evi gibi olan memleketimin dağlarına, kırlarına, caddelerine gelen erken baharı kutluyor. 

Hayat hızlı akıyor, yaslar da aşklar da kısa sürüyor artık. Bu benim canımı yakan bir durum olduğundan belki de Ulay'ın ölümü haberi dikkatimi çekti.


Herkesin birini bulup birbirini bulmasının mucize olduğu bu dünyada, hele de şimdilerde pek rastlanmayan bir aşkın uzun yıllar taşıyıcısı olmuş bir adam Ulay. Öyle olunca benim de yanaklarımdan bir kaç damla yaş süzüldü, yitirdiğimiz her şeyle beraber aşk için, geride kalan aşıklar için... Ulay için.  Oysa onu hiç tanımıyorum. Adını da 2010'da Marina'nın performansına aniden çıkıp gelişinin tüm dünyada TT olması ile duydum, herkes gibi. İzlemeyenlere mutlaka tavsiye ederim. 

Ölüm haberini okur okumaz Marina'yı düşündüm hemen. Otuz bir yıl önce ayrıldığı adamın arkasından ne hissetti kim bilir dedim. Bir kaç kelam edip başsağlığı dileyeyim istedim. Bir o eksikti demeyin de kulak verin, videolara göz atın. Aşkın en duru haliyle sığındığı o damlada kalbi terk edişini izleyin. 

Acaba bu ölüm haberi ile, yirmi bir yıl sonra onu gördüğü gün tutamadığı gözyaşları yine istemsiz dökülmüş müdür? Yoksa bile isteye birlikte geçen zamanların anılar gelgitinde hüngür hüngür ağlamış mıdır?, diye düşünmeden edemedim. 

Bunca zaman sonra, artık ölmüş birinin ellerini eskisi gibi sıkıca tutma isteği duymuş mudur?, diye de merak ettim.

Uzun yıllar ayrı hatta birbiri ile davalık olan yetmiş dört yaşındaki eski çiftin 2018 de barıştığı haberleri de çıkmıştı. Bir kitap hazırlayacaklardı ama sonra Marina'nın kitap haberi geldi. Dünyanın en cesur gösterilerini yapmış bir asi, üzerine kurulmuş her baskıya karşı durmuş bir kadın olarak yetmiş yılın muhasebesini yapan Marina, hayatını evrelere ayırıp doğrusu yanlışı, aşkları ve pişmanlıklarını tıpkı performanslarında olduğu gibi tüm çıplaklığı ile yazmış İngilizce yayınlanan kitapta. 

Verdiği röportajda Şöhretin başını döndürüp döndürmediğini soran gazeteciye "25’imde şöhret olsaydım belki durum değişirdi. Aman canım, 50’sinden, 60’ından sonra gelen şanı şöhreti kim ne yapsın… Değişecek halim mi kalmış? 60’sından sonra ünlü olmak angaryadan başka bir şey değil. Woody Allen’ın dediği gibi: “Doğru. Bugün bir yıldızım. Yarınsa koca bir kara delik” diye cevaplayan kadın kendini hiç bir yere ait hissetmediğini de şöyle ifade etmiş: "Amerikan değilim. Sırp değilim. Hollandalı değilim. Ben kimseyim. Göçmenim. Benim memleketim dünya. Ülkelere, bölgeleri ayrılmamış, tek başına kocaman bir memleket olan dünya." 
Bu arada sanatçının büyük annesi de Türk imiş. Kendisi de Yugoslavya'da büyümüş. Hayatı boyunca iki büyük aşkı olmuş. İşte Ulay bunlardan biri. Bilmeyenler için hikayenin kısa bir özetini geçelim, detay isteyenler burayı tıklayabilir.

Bana her şeyi yapabilirsin” adlı birperformans çalışması ile 1974  yılında adını duyuran Marina Abromovic’in 1975’te aşık olduğu adam Ulay. 1976'da ilk eşinden boşanan sanatçı, tam on iki yıl, yani 1988 yılına kadar filmlere konu olacak derinlikte bir aşk yaşadığı Umay ile Çin Seddinde bir performans sergilemek ve orada evlenmek istiyor. Ama çok bilinmeyenli bir denklem olan hayat, performans sanatlarının ustası olan kadına bambaşka bir sürpriz hazırlıyor. Çin Seddi performansı için bir türlü gerekli izinleri alamıyorlar. Bir gün bekledikleri o iznin haberi geliyor ama ikilinin ufak dedikleri bir sorunları var. Ulay, büyük aşkını aldatmış ve beraber olduğu kadın hamile. 

Ulay, insanlık halleri üzerine sanat yapan, insan seven büyük bir sanatçı ve yaratımın mucizesi olan yeni bir insanın dünyaya gelişinde babası ile olması gerektiğine inanıyor. Büyük bir fedakarlık yaparak aşkından vazgeçiyor. 

Ama birbirlerine uzun yıllar tutku ile bağlı bu çift kendilerine yaraşır bir karar alıyor. “Her ayrılık vedayı hak eder” diyerek 6000 kilometre uzunluğundaki Çin Seddinin iki ayrı ucundan birbirlerine doğru yürümeye başlıyorlar ve iki buçuk ay sonra buluştukları noktada vedalaşıp ayrılıyorlar. 

Neye niyet neye kısmet dedikleri bu olsa gerek. Evlenmeyi istedikleri yerde ayrılmak... Ulay o kadınla evleniyor, Marina tek başına performanslarına devam ediyor. Belki de, uzun zaman onda tutuklu kalıyor ama ne de olsa hayat yalnız yürünen bir yol. Kimse kimseye sonuna kadar eşlik edemiyor. Bazen eşlik ettiğini sandıkların da yollarda kalıyor işte.

Şimdi olayın bir başka boyutu üzerine sesli düşünmek istiyorum. (Eşlik etmek isteyenler okumaya devam ederken bir yandan da, linkleri de tıklayıp yeni sekmede açılan şarkıyı dinleyebilir.)  

Bağlı olmak, bağımlı olmak hep tartışılan, bağlılık idealleştirilirken bağımlılık kınan bir olgu. Oysa birçok ilişki pataolji barındırır. Bunu anlamak için Sezen Aksu parçalarını dinlemek kafidir. Aklı başında yaşanacak bir şey değildir aşk. Ya da aşk sandıklarımız hep bir eksiğin yeri dolsun diyedir. Bireyler, anne ve babalarından alamadıkları ya da alırken çeşitli sebeplerle kesilen, yarım kalan, eksikliğini hissettikleri ilgi ve sevginin peşinde bir ömür geçirirler. 

Bu yolda bir çok kalbe girer çıkar, her ne kadar “Uzak benden aşk uzak artık” deseler de kilidine uyacak anahtarı aramaktan vazgeçmezler bir zaman. 

Ama sonra bir gün vazgeçmek zorunda kalır "Mutlu ol sevgilim, ben olmasam da yanında hayat gülsün sana, günahın boynunda ağlayan bir çift göz bıraktın arkanda" derken bile çelişkiye düşer, "Git, git, gitme dur yalan söyledim, daha şimdiden deliler gibi özledim" diyerek oldukları yerde mırıldanırlar acıtan, kanatan şarkıları. "Ah bu şarkıların gözü kör olsun" diye sitem yollarken "Gel gönlümü yerden yere vurma güzel ne olursun" diye de eklerler. Aslında "İyiyim"lerin arkasında nice acılar saklıdır da kimse nasıl olduğunuzu gerçekten sormadığından her şey içte yaşanan bir fırtına olarak kalır. 

Kendinde olmayanı ararken insan, tabi ki travmaları üzerinden hareket eder. Sonuç her aşk patalojiktir. İki kişinin arasında ne yaşandı, ne yaşanamadı kimse bilmez ama biraz tahmin yürütsek de ders çıkarsak kendimize hiç fena olmaz. 

Marina Abramovic baskıların yoğun olduğu bir dönemde çok da sevgi ve ilgi görmeden büyümüş, baskılara karşı duruş olarak sanatı seçmiş özgür ruhlu bir kadın. Sanki bir yanı her şeye karşı durmak istiyor ama bir yandan da kendine işkence yapılmasına müsaade edecek kadar bilinçaltı yaralı. İnsanların kötülüğünü, duyarsızlığını gösterirken kullandığı yöntemler de patalojik ama sanatın olduğu her yerde çılgınlık da bulunduğundan kabul ediyoruz kimsenin cesaret edemeyeceği şeyleri deneyen bu insanı. Bütün gençliği boyunca bedeninden nefret ettiğini söyleyen sanatçı onu çırılçıplak performanslarda sergileyerek başka gözlerden onay aradı ve buldu belki ama bunu ileri yaşlarına kadar kendinde hissedemediğini, ne zaman kendi ile aşk yaşamaya başladı ancak o zaman bedenini de sevdiğini itiraf ediyor. Belki de o da tüm kadınlar gibi tek kalıba sokulmak istendikçe, özünden uzaklaşmasına sebep olan eril düşüncenin iktidarına onların dediklerine karşı gelerek direniyor. Bir yandan da seçtiği performanslarla farkında olmadan kendini eril dilin kendisine layık göreceğini düşündüğü şekillerde cezalandırıyor. 

Her gösterisine "Bu sefer öleceğim" diyerek çıkan kadın, hem bir 
meydan okumanın hem de kendini yok etmenin yollarını aynı yerde arıyor. Kendinden soyundukça karşılaştığı benliği ile var oluşunu kutluyor. Bu esnada hayatına değip geçenler olduğu gibi uzun yıllar eşlik edenler de oluyor. Ulay da onlardan biri, belki en derini. 

Gerçek bir sanatçı olan Marina mazoşist yanı ile bağlı olduğu sanatının yanında Ulay’a da bir bağımlık geliştiriyor.  Önce rakibi iken birlikte bütün olmayı başarıyorlar. Bunda ikisinin de muhteşem insanlar olaması değil etkili olan. Bilakis marazi bir ilişki, biri bağımlılık düzeyi yüksek mazoşist, tutkulu, çılgın bir kadın diğeri de muhtemelen bu denklemin ihtiyacına cevap veren X kişisi. Adının Ulay olması bir denk geliş. Bir bağımlının aynasında kendini gören, bundan doyum sağlayan narsistik, kendine aşık bir adam. Ve ne zaman Marina ya da onun gibi kadınlar asıl aşkı yaşadığı sanata/çocuğa/hayata ve benzeri konulara daha fazla zaman ayırıp, sevgisine alıştığı adamın egosunu beslemeyi bıraktığında, emmeye alışık ilişkinin tarafı yeni arayışlara giriyordur. Tabi burada kadın/erkek taraflar değişebilir, narsist bir kadın bağımlılık geliştiren bir adamla oyuncak gibi oynayabilir. Dışarıdan sağlıksız olduğu apaçık görülen bu ilişkilerde taraflar istediğini aldığı sürece sorun çıkmaz. Ama biri değişirse dengeler alt üst olur.  

Aslında bütün uyumlu ilişkiler böyledir. Marazlı insanların birbirine iyi gelmesine mutlu aşk diyoruz ama aslında mutlu aşk yoktur diyen Aragon da haklıdır. Galiba yer yüzündeki insan sayısınca aşk var. Birliktelikler kadar ilişki çeşidi ve iyileşmeyi beraber seçmeyince ayrılıkla neticelenen sonlar...

Çeşidi, dozu, bağımlılığı, eziyeti, beni yak kendini yak, her şeyi yak diye bağırışları olsa da bu dünyada aşk var. İnanmayan tekrar izlesin, 21 yıl sonra karşılaştıklarında Marina'nın gözlerinden süzülen o dupduru duyguyu, Ulay'ın yüzündeki özrü, kadınını gördüğünde gözlerinde beliren ışıltıyı.

Dininle dinlen, toprağında Ulay... Başın sağolsun aşkın kadını Marina!    

4 yorum:

  1. Uzun zamandır uğramadığım blog dünyasına, yeni yazını okumak için geldim.Yazını görür görmez ilk tepkim " offf çok uzun" oldu. Ama öyle akıcı,öyle güzel,öyle duygulu yazmışsın ki sevgili Hayat,bir solukta okudum. Aşk nedir,kaç kişiliktir, yenir mi içilir mi orasını bilmem. Bildiğim tek şey; tutku, sevgi, vefa, mutluluk, heyecan kadar içinde hüznü, ayrılığı, özlemi, kederi de barındıran bir bütün olduğu. Tüm bu parçaların bir araya gelişidir aşkı güzel kılan. Ve sen bunu müthiş yansıtmışsın.
    Yazındaki şarkıları zaten severim. "... ve iyileşmeyi beraber seçmeyince ayrılıkla neticelen sonlar..." cümlen en az şarkılar kadar vurucuydu. Kalemine,yüreğine , duyguna sağlık .
    Sevgiyle kal...

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Sevgili kahve telvesi uzun zaman sonra seni görmek ne mutluluk verici yazı kendiliğinden aktı, hiç niyetim yokken... akacak kelimeler kalpte durmazmış

      Sil
  2. Vavvvv çok etkileyici, paylaşım için teşekkürler🤗

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Ben teşekkür ederim gerçekten etkileyici aşk her zaman dokunur yüreğe inancımız tam

      Sil

Hayattaki yerini arayıp bulamayanlara samimi bir yol arkadaşı: Çam Ağacının Gölgesinde

  Elif Arslan  Ah şu merak yok mu şu merak? Sayfaları arka arkaya çevirip başladığımız kitabı bir çırpıda bitirmemizi sağlar. İşte böyle b...