HAYAT ŞARKIMIZI BESTELERKEN



Dünya denen bu tehlikelerle dolu çöle gönderilen her gönül bir yolunu bulup suya ulaşmak ister. Herkesin, mutluluk diye aradığı şey bu olmalı: Suya ulaşmak, onu çoğaltmak, onunla çağıldamak. Ama işte kimisi diyar diyar gezip o gönlünü yeşertecek suyu bulamadan, hatta geçtiği yerleri de çorak bir araziye çevirerek yaşar. Kimisi ise uğraşır didinir ve o hedefe ulaşır. Su, derinlerde de olsa onu çıkarır. Her damlasının da kıymetini bilir.

Bir de, suyu bulunmuş, tulumbası kurulmuş verimli arazilere doğanlar vardır. Her istediklerinde suyu içebildiklerinden, yokluğunu bilmezler. Derinleri kazıp suyu çoğaltmanın  peşine de düşmezler. Keşfedecek bir şey kalmamış diyerek sağda solda dolaşırken kendi topraklarından uzakta susuz kalırlar. Sonrası daha kötüdür. Geri dönmeye üşenirler, bulundukları yeri kazmaları gerektiği akıllarına gelmez. İşte böyle arafta kalanların hali yıkıcıdır, yorucudur. Kendini bulması, yeniden temiz kaynaklarına dönmesi de ciddi bir niyet ister. Ama insan, susuzken yürüyemez. Kendinden de kolay kolay kurtulamaz.

Böylece herkes bir arayışın içinden kendi ölümüne doğru yürür. Hayat yolu uzun ve yorucu olduğundan bir gönülde konaklamak da gerekir ki, devam edecek güç toplansın. İşte o zaman hayat arkadaşı denen ve aslında kaderin önümüze çıkardığı kişi gelir bizi bulur. Kimi aşk elbisesi giyip gelir hayatımıza kimi bu ilişkinin devamı için gereken en önemli unsurlardan mantığa bürünerek yoldaşımız olur. Her nasıl geldiyse fark etmeden herkes içten bir “Hoş geldin”i hak eder. Ancak yolculuğumuz bu noktadan sonra uzun soluklu bir maratona dönüşür. Yapılacak teknik hatalar, yanlış nefes alış verişi, gereksiz enerji kayıpları yarı yolda kalmaya sebep olur ki, bu insan için büyük hayal kırıklığıdır. Çünkü yolculuk ona eşlik edecek bir arkadaşla daha keyifli geçecek diye umutlanılmıştır. İlk zamanların sarhoşluğu ile ayakları yerden kesilen taraflar böyle bir zorluk yaşayınca bir vakit oldukları yerde yığılıp kalırlar.     

Aslında kadınlar ve erkekler başka dünyalara ait varlıklar gibi dursa da, tıpkı bilinç ve bilinçaltı gibi birbirini tamamlayan enstrümanlardır. Bilinçaltı dişi enerji, bilinç ise eril enerjidir ve bu enerjiler bir bütün olduğunda sağlıklı bir metabolizmanın yöneticisi olurlar. Onun gibi eğer kadın ve erkek de önce kendinin sonra karşısındakinin nasıl bir enstrüman olduğunu keşfeder ve beraber bir şarkı bestelemek isterse kaliteli bir birliktelik ortaya çıkar.  
Hepimiz özgür iradeye sahip insanlar olarak bir çok tercihte bulunur ve bedellerini de öderiz. Ama doğmayı, ölmeyi ve bunların vakitlerini seçemediğimiz gibi evlilik için de kaderin tayin ettiği takvimi ve kişiyi beklemek zorunda kalırız. Her ne kadar ben kendim seçerim desek de aşka da, evliliği de nasiple düşeriz. Bunu gösteren en güzel örnekler, çok sevseniz de kavuşamamak, başta istemeseniz de sonra biriyle kendini evli bulmak ve mutluluğu yakalamak olabilir.

Ancak işte nasibimize düşen yoldaşımızın kendini ne kadar tanıdığı, gönlünü çağıldatacak o suyun peşinde gidecek bir hayalinin olup olmadığı hususunun ortak hayatla ilişkisi vardır. Nasiple bize gelen bu kişi, hayat şarkımıza en önemli notaları verecek insandır. Bizler genel olarak, bilinçaltımızdaki travmaların el altından seçtiği insanlara çekiliriz. Bu bize sorun yaşadığımız konuların tekrarı bir hayatı yaşatabileceğinden dikkat etmek gerekir. O nedenle olumlu düşünür ve bunu dilimizle hayatımıza hayat kılarsak seçtiklerimizin iyi yönlerine odaklanır ve göze batan kısımlarını törpüleyebiliriz. Böylelikle zıt olduğumuzu sandığımız biri ile yolları ayırmak yerine ortak noktalara odaklanır, beraber bir hayat şarkısı besteleyebiliriz.

O zaman yine dönüp dolaşıp akışa güvenmek konusuna geliyoruz. Mutluluk için yapılması gereken ilk şey sanırım kaderimizin bize getirdiği enstrümanı kabul etmek, çalmayı öğrenmeye çalışmak. Bir neyden ses çıkarmak bazen üç yılı alıyor derler. Kolay bir iş değil bir müzik aletini çalmak. Ciddi emek, özveri, çokça alıştırma gerektirir.

Bir de, karşındakinin çalabileceği bir alet olmayı öğrenip varlığını kabul etmek, onun senin virtüözün olmasına izin vermek var ki, bu bir enstrümanı çalmaktan zor olabilir. Onun için günümüzde her yerden ahenksiz gürültüler yükseliyor. Oysa herkese iyi bir müzik yapma şansı veriliyor. Her aletin sesi farklı ama müziğin dili evrensel. Her parça, farklı farklı aletlerle çalınabilir. İyi bir müzisyen aletini konuşturur. Daha iyisi birlikte bir ezgiyi çalmayı becerir. İşimiz elimizdeki aletleri kullanmayı öğrenmek ve hayat şarkımızı bize eşlik eden hediyelerle beraber en güzel haliyle çalmak, onlara da, insanı, müziği, ritmi öğretmek. Böylece arafta kalıp kendilerini keşfetmeden yaşayıp gitmesinler. Kendi şarkılarını bestelemek için en çok ihtiyaçları olan enstrüman onlara geldiğinde fark edemeyip gürültünün içinde kaybolmasınlar.

Hayat çok çabuk geçen bir yolculuk. Hele bu topraklarda ne istediğini ancak yolun yarısı denen noktada anlıyor insan ve her şey için çok geç diye hayıflanıyor. Sonrası zaten daha hızlı geçiyor ve tercih hakkı tanımadan insanı mecburiyetler ırmağında sürüklüyor.

Bunun için yapabileceğimiz ilk şey, suyun hafızası olduğunu unutmadan besteleyebildiğimiz en güzel hayat şarkısını beraber çalabileceğimiz yanı başımızdaki kıymetleri fark edip her halimizle bir olma niyetine girmek. Sonra da, bir damla su içinde geldiğimiz bu dünyadan geçerken çorak beldelerde kuruyup kalmadan okyanuslara karışacak bir yolculuğa talip olmak.

Ahmet Hamdi Tanpınar, “Hiç kendini denemeyecek misin? Ne olduğunu, kim olduğunu öğrenmeden mi öleceksin?” demiş. Denemek kelimesinin zihnimizde ilk yankısı yanılmak olduğundan, insan düşe kalka, deneye yanıla kendini tanıdığından, yaşadıkları üzerinden kendini yargılamak yerine “İlginç bir deneyimdi, bana öğretecekleri vardı” diyebilirse yoluna devam eder, tekrar akışa bırakabilir kendini.

Israr ya da iddia yeni ve daha zorlu etapları kendine çağırmak, güvenmediğin akışın altında kalarak boğulmayı istemek olacağından böyle zamanlarda en çok kendine, kendi aynasından bakmalı insan. İçindeki çocukla göz göze gelip gönlünü almalı, kucağına yatırıp saçını okşamalı, onu gülümserken görmeden, kendisiyle yürümeye razı olduğunu duymadan ayağa kalkmamalı. Onun gönlünü yapınca, kendinden başlayıp anne babasını, eşini, evladını, dostunu, arkadaşını affetmeye, onların da kendisini mazur görmelerine kalben niyet edip hayat şarkısının notalarına yoğunlaşmalı.  

Bu gün bulunduğum yerde dönüp kendime ne istiyorsun diye sorduğumda, kalan zamanımda güzel parçalar bestelemenin peşinde olduğum cevabını alıyorum. Artık huzurlu, gece ve gündüz döngüsü içinde gökyüzünü gördüğüm, karanlık kuyulara inmediğim, beni en iyi versiyonuma taşıyacak o bestenin arayışındayım.

Tabi insan o bestenin notalarını ararken sadece hayat arkadaşı ile beraber değil. O nedenle yaşamı boyunca eşlik eden, hikayemize uğrayıp geçen dost ve arkadaşlara da teşekkür etmek gerek. Buna hep özen gösterdim. Bana armağan ettikleri notaların hepsi çok değerli, sus işareti, bir boşluk bırakmak, sol anahtarı, inişli çıkışlı bir ritim, bize yaşadığımızı hatırlatan, bizi büyüten, ışığa yürüten o melodinin ayrılmaz parçaları.

Şarkıma katkı sunan, bundan sonra da sunacak olan herkese sonsuz teşekkürler. Sevgiyle, akışta kalın…      
  



8 yorum:

  1. Yazı bitti, sonda mail adresi... Bir duraksadım, bir garip his oldu içimde. Diliniz çok akıcı, bu yazının üstüne ne yazsam sönük olur. Ancak ifade biçiminiz okuyan insanı içine alıyor, söylemek isterim... Ekim duygusallığı ile ayrılıyorum şimdilik... Kaleminize sağlık:)

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. teşekkür ederim . aslında blog yeni olsa da ben ilk blogumu 9 yıl önce açmış epey de yazmıştım. Sonra çeşitli gerekçelerle kapattım. Bu günlerde yeni bir yolculuğa çıkmak geldi içimden ve bir yazı yazarken bitmedi yazdıkça yazdım derken bloga isim oldu umarım keyifli uzun ve kalabalık bir yolculuğumuzu olur blogu tanıtarak katkı sunarsanız sevinirim:)

      Sil
  2. Çok güzel kaleminiz var yazmayı hiç bırakmayın :)

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. teşekkürler yazı da bizi hiç bırakmaz umarım :)

      Sil
  3. Sevgili Hayat, öyle güzel yazmışsın ki, tatlı bir melodi gibi geldi her bir kelimen.
    Yalnız anlayamadığım, neden teori ile pratik birbirini tutmuyor? Çoğumuz bu anlayışı mantıklı bulurken , neden azımız sonuca ulaşıp doğru ritmi yakalıyor?
    Neden haklılığımızdan bu kadar eminiz de kendimizi sorguya çekmeye gerek görmüyoruz?
    sorulara devam etme hakkımı saklı tutarak, sen hep yaz canım benim diyorum .

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Bu konuda şu an aklıma gelen düşünce canının istediğini yapmanın kolaylığı. Oysa irade göstermek zor iş, tıpkı kas yapmaya benziyor. Geliştirmezsen üç gün sonra o spor salonuna nasıl gitmiyorsa insan ya da nasıl hangi saiklerle diyet bozuyorsa burda da teoriyi bilmek işe yaramıyor. Kas yapmalı, buna göre beslenmeli, kendini önemseyen önceleyen bir bakış açısı geliştirmeli uçaklarda oksijen maskesini çocuğundan önce kendine takman gibi. Önce kendini topla evinin önünü süpür ortamını değiştir ki etrafındaki beş kişinin ortalaması olacağını unutma güzel bak olumluya kanalize ol,yani kas yap canın acıyarak gün gelecek vücut alışacak

      Sil
  4. herkes öğretmenimiz de mi işteeeğğ :) hayatıma giren çıkan herkes birer öğretmen :) evlilik eh genelde çoğunluk kötü besteler yapıyor :) evliliklerin onda dokuzu insanı evlilikten de ilişkiden de soğutuyor aman aman :) hele bizim ülkede, evliliklerin çoğu sevgi dışındaki bi ton amaçla yapılıyor. ev kadınlarına iyi bir maaş bağlansa kadınlar hemen boşanır yaa :) ahu bu evlilik şeysi ülkemizde pek zor bir şey :)

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. kesinlikle evlilik zaten zor bir kurum bir de bu ülkede adetti gelenekti o ne dedi bu ne dedi derken fena...

      Sil

Hayattaki yerini arayıp bulamayanlara samimi bir yol arkadaşı: Çam Ağacının Gölgesinde

  Elif Arslan  Ah şu merak yok mu şu merak? Sayfaları arka arkaya çevirip başladığımız kitabı bir çırpıda bitirmemizi sağlar. İşte böyle b...