Sözlü vasiyette bulundum dün gece, nefes alamıyordum bir yandan
öksürük bir yandan ter. Soğuk soğuk terliyorum günlerdir. Üzerimi değiştiriyorum, beş dakika geçmeden giydiğim yeniden ıslanıyor. Twitter’a giriyorum; ölmeden önce
şunu yazdı, şu tweeti attı haberleri çıkıyor karşıma. Dönüp bloga bakıyorum en son ne yazmışım; bir film yazısı, hiç film görecek halde değilim, biraz toplasam, ben de bir
şeyler yazsam diyorum. Ne yazacaksın yat yerinde bir sabah uyu da dinlen
diyorlar, hastayım ama uyuyamıyorum.
Vasiyet diyorum gülüyorlar, neyin var da neyi vasiyet
edeceksin diye. Defterlerim diyorum ve hard disklerim. İki isim veriyorum ikisi de hem beni gerçekten seven hem de sorumluluk bilinci yüksek meslektaşlarım. Bayan olan yakınımda, toplar düzenler, didikler, düzeltir. Diğer arkadaşımı şahsen tanımıyor ama gıyaben çok anlattım, bilir. "Bu işi en iyi ikisi yapar" diyorum, evdekilere bildirdikten sonra onlara da mesaj yazıyorum
ayrı ayrı. Kadın olan hiç itiraz etmeden neler istediğimi soruyor, yazıyorum.
Diğer arkadaşın telefonunu istiyor, gözüm arkada kalmayacak belli. Erkek
olan "Saçmalamayın" diyor. "Bu dediklerinizi kendiniz yapacaksınız." Gerisini
dinlemiyor. Kendim de yapsam sizin desteğinizi isterim, iyi ki varsınız diye geçiriyorum içimden.
Ertesi gün “Koşuşturma içindeydim, kardeşimin düğününde idik, detaylı yazamadım, nasıl oldunuz, biz de inşallah düğünden hastalık kapmamışızdır" diye mesaj atıyor. Ah benim canım arkadaşım, hemen cevap verdin ya, daha ne olsun, biz neler gördük, nelere katlandık, ne sessizliklerle kevgire döndü ruhumuz, senin gibi düşünceli kaç dost var diye mırıldanıyorum.
Ölmek bugünlerde kolay diyorum; bir tanıdık aradı eşinin
kuzeni bir düğünde ailecek korona kapmışlar. On iki kişi karantinadaymış, anneleri
entübe olarak yoğun bakımda. Üçüncü gün sonunda da ölmüş. Şimdi bu karantinada
olması gerekenler de annesinin cenazesinde. Korona olmayanlarla beraber baş
sağlığı dileklerini paylaşıyor. Yorulduk tamam, pandemi zorluyor ama bu hal hal değil, kurtulmak isterken
batıyoruz. Sokağa bakarsan kimsenin umurunda değil gibi. İkinci dalga çoktan başladı, önümüze düşen sayıların eksik olduğunu bütün sağlık çalışanları söylüyor Hatta
şu anda durum ilk pik yaptığı sayının çok üzerinde imiş. Zaten yıllardır haberlerde duyduklarım arasında "Allah bir" beyanından başka hiçbir cümleye inanmıyorum.
Bugüne kadar geçen zamanda yaşadım mı yoksa önüme konan gereklilikleri yerine mi getirdim, buna yaşamak denir mi bilmiyorum. Hep yetişecek işim vardı mesela, hep bir koşturmaca... Ölmeden önce yapılacaklar listem de yok aslında... Sadece yazmak ve onları basıp okunduğunu görmek, bunca yılın emeğinin karşılığını maddi ve manevi olarak almak ve tabi ki daha çok yurt dışı seyahati yapmak. Üç ay, altı ay gibi sürelerle başka bir ülkede, güzel bir şehirde yaşamak istiyorum. Üç-beş gün bir şehri gezmek değil de o şehri hissetmek, mesela Barcelona ama bu pandemiden dolayı hiçbir yer güvenli değil artık. Hele İtalya, İspanya, Türkiye pandemi de pik yapan, vur dedin mi öldürmekte mahir Akdeniz insanı serkeşliği ile artarak devam ediyor. Kimi dünya temizleniyor diyor kimi yeniden dizayn ediliyor diye seviniyor. Neler oluyor bilmiyorum ama ölüm korkusu her yeri sardı. Bugün ay akrebe geçmiş, gökyüzünde çok sert açılar varmış, iki hafta boyunca. Gizem, ölüm, kavgalar, ayrılıklar, ilişkiler, evler, şehirler, meslekler terk edilebilirmiş. Bir astrolog olabildiğince esnek olun, bambu ağacı gibi esnek. Fırtınaya karşı dik durmayın kırılırsınız, rüzgârın gelişine göre hareket edin yazmış.
Ben yıllardır öyleyim, yıllar yılı süren bir fırtınada, denizin içindeyim. Yapabildiğim tek şey yerimde durup dalga geldiğinde gözlerimi kapatıp zıplamak ve sonra gülmek. Bu da geçti diye oh çekerken yeni bir dalgayla su altında kalmak, tekrar çıkıp tekrar ıslanmak, gülmek, ağlamak kimi zaman oyun kabul edip zıplamak... Dalgalarla dövüyor deniz, sınavlarla sınıyor hayat; ölümle düğün, gençlerle yaşlılar, hastalar ile sağlıklı insanlar, kış ve yaz, gece ve gündüz, fırtına ve sakinlik, hepsi aynı zaman diliminde aynı dünya üzerinde farklı şiddetlerde beraberce yaşanıyor.
Şimdi "Yüreğimden tut" diye bir şarkı çalıyor Eylem Aktaş söylüyormuş, bunu da ilk kez dinliyorum ama beni çok yıllar öncesine, Hatırla Sevgili dizisine götürüyor. Orada fragman şarkısında "Hatırla sevgili, o mes'ud geceyi, çamların altında verdiğin buseyi/ Beni Mecnun ettin, sen de olasın/ Aşkımı inkar edersen Allah'tan bulasın" diye inleyen bir nağme idi sesi.
(Not: Yazı içindeki linklere tıklarsanız yeni pencerede açılan şarkıları da aynı anda dinleyebilirsiniz)
Darbelerin perişan ettiği bir ülkenin, 1960'larına denk gelen acılarının 2006 yılına düşen minik bir gölgesi. Yani bir sabah vekil olan babasının ertesi gün hapsedildiğini gören, onu oradan çıkarmak için çaba sarf eden bir genç kızın zor yıllara denk gelen hayatı, ayrıldığı sevdiği, mecburi evliliği ve hiç bir gün yüzünün gerçekten gülmediğinin anlatıldığı o şahane diziyi hatırladım. Tam 46 yıl sonra mağdurlarından birinin hayatı senaryolaştırılan bu hikaye yayınlandığında hepimizi ağlatmıştı. Yasemin'le Ahmet'in gurura yenilmiş aşkları, hayatın çıkardığı engeller ve acılar... Amin Maalouf'un dediği gibi "Ortadoğu insanı, her şeye üzülen ama hiç bir şeyle ilgilenmeyen kişiler" olduğu için darbelere karşı olanlar da darbe mağdurlarını hep görmezden gelmiştir bu ülkede. Herkes yaşadığı ile kalır. Kimse hesap vermez. Bunu bilenler de hukuksuz davranmaktan çekinmez. Tarih tekerrürden ibaret, nice acılar yaşandı bu topraklarda, yaşanıyor ama insanımız yine dizisini bekliyor ağlamak, fark etmek için... Coğrafya kaderdir, burası safi keder... Herkes kendi derdini kendi çeker, kimse bilmez ne çektiğini...
Bir yandan ailenin doktorlarından mesaj geliyor, bildirimler sürekli dikkatimi dağıtıyor. Hastalık yatış istatistiklerini göndermişler. Hasta olunca bakamadım duramadım: Hastalığın en yüksek seyrettiği bahar aylarından çok daha aktif ve yükselerek devam eden bir çizgide ilerlediğini görüyorum. Tehlikenin farkında mıyız, çember daralıyor.
Öksürüyorum, yazmaya çalışıyorum. Bu gün dinlen yarın sabahtan denize gideceğiz diyen öfkeli bir çift göz uğruyor yanıma. Düğmeye basayım, sabaha iyileşeyim çıkarız, emredersiniz diyorum. Hasta olmanın zamanı mı tam tatil vakti söylemine okul başlayacak sesleri karışıyor. Öksürüyorum, boğazım acıyor, kulağım da. Soğuk soğuk terliyorum, "Sen evde kal madem iyileşmessen de biz gideceğiz" "Bilgine" diyorlar, gülemiyorum, öksürüyorum.
Ne çok "Bilgine" dendi bu hayatta bana! Hep olacaklar söylendi, ültimatomlar verildi; kardeşlerine bakılacak, itina ile örnek olunacak, bu dersler yapılacak, okula gidilecek, bu ütüler bitecek, yemeye arkadaşım gelecek. Tatile gidilecek, iyileşilecek, dosyalar bitecek, toplantı başlayacak, duruşma bu salonda olacak, adli tatil uzayacak, kısalacak... Hep bir bildirim. Hayat ne kadar çok zorunluluğu barındırıyor. Neyi seçiyoruz diyorum durmadan, iyiden iyiye kaderiyeci oldum. Yıllardırhissettiğim tek şey ağacından düşmüş bir yaprak gibi rüzgârın önünde savrulduğum. Sonunda debisi yüksek bir nehre düşüp akıntının götürdüğü hızda yaşadığım. Ara sıra benim gibi suya düşmüş yapraklarla yan yana düşüp halleşiyorum. Herkes de aynı sıkıntıları görmek üzüyor. Üzülmek de değil artık hissettiğim tek şey sıkıntı. Fena halde kendim dahil herkesten, her yerden, her şeyden sıkıldım. İçim bomboş, ne doldurabilir, hiç bir şey cazip gelmiyor. "Benim dünyaya mesajım yok" diyen kuzenim gibi mi oldum? Onun haklı gerekçeleri var, on yıldır bir odadan çıkamıyor, MS ağır bir hastalık... Benim de haklı gerekçelerim yok mu? Herkesin var, ne olacak! Ne diyordu şarkıda, “Yaşamaya mecbursun”
İnsanın elinin değmediği her şey şahane, insanın kirletmediği bir dünya, insanın insandan çaldığı umutlar olmasa, özlemden görülen rüyalarla beraber gündüzler ve geceler kanatlandırırdı insanı. Ama şu anda hiçbirinin önemi yok benim için, hastayım ve nefes alırken boğazımdan geçen hava bile canımı acıtıyor...
Ruhen ve bedenen tükenmiş hissediyorum kendimi. Mücadele etmek, beklemek, vazgeçmek hepsi etkisiz eleman, tek bir şey var, ne yaparsan yap buluyor seni... O da malum, yazılan...
Yazı önemli, Allah iyi yazılar yazsın, yazdırsın...
Handan Kılıç
Güzel bir yazı. Tebrikler. Son cümleden yola çıkarak, tüm iyiye güzele, umuda amin diyorum.ra
YanıtlaSilTeşekkür ederim 🙏 R. Bey
SilRuhen ve bedenen tükenmiş bir insan böyle mükemmel bir deneme yazamaz.Zaten sadece öyle hissediyorsunuz ve bu hissinizde yanılıyorsunuz.Hayatımızın son nefesine kadar her konuda mücadelesizlik olmamalı.inandığımız değerler için,evlatlarımız için,tüm insanlık için mücadele,mücadele.Bıkmadan,yorulmadan.
YanıtlaSilYanılmayı umuyorum ama son yılların en kötü tükenmişlik sendromu dedikleri halini yaşıyorum, iyi dilek ve dualarınızı beklerim
SilYazılarınız iyi geliyor,dualarımız sizinle.
YanıtlaSilTeşekkür ederim sizin de yorumlarınız Türker Bey :) 🙏
SilGerçek duyguların mı? biraz şaşırdım sanki. Tükenmişlik sendromu herkeste var. Yazı güzel olmuş , kısa zamanda toparlanman gerek , bilgine:)))) şaka bir yana oluyor bazen öyle çokta şaaapmamak lazım:)
YanıtlaSilEvet gerçek 😬 yorgun ve bıkkınım ama bırakmıyorlar çok şükür
SilEvet evet ara ara oluyor dün sabah toplu yazı saatimizde üstü üste müziklerle yazınca daldan dala oldu ama :)) dediğin gibi çok da şaspmamsk lazım
Geçmiş olsun!
YanıtlaSil