KATEGORİLER

NEVER LEAVE ME (BENİ BIRAKMA) 2017


SİNEMA GÜNLÜĞÜ 105. FİLM 

Bosna sinemasının en önemli yönetmenlerinden Aida Begiç'in üçüncü filmi olan Bırakma Beni adlı yapımı TRT2 Film kuşağında, Film Önü ve Film arkası programlarının da katkısı ile izledim. Çok etkileyici bir yapım olan filmden sonra yönetmenin KAR adlı filmini de merak ettim. Gerçi bu film önceki iki yapımdan epey farklı imiş ama ilk fırsatta onları da izleyeceğim.



Kendisi Bosna'da savaş mağduru olan, ülkesinin acılarını beyaz perdeye aktarma başarısı ile tanınan bir kadın yönetmen. O yüzden, herkesin gözü önünde yaşanan bu savaşa ve çocuklara da duyarsız kalamamış ve bu işe soyunmuş. 

Filmi izlerken, biz de ara bir nesil olarak ne çok acının taşıyıcısı olduk dedim kendi kendime. Orta okul yıllarıma  denk gelen Bosna Katliamını, İran Irak savaşını, ekranlardan izlemiş, ihtiyaç sahibi ülkelere yine yardım etmiştik. Bosna'da eşini kaybeden, çocukları ile Türkiye'ye sığınan çok aile olmuştu. STK'lar yardımda yarışmıştı. 

Bizim nesil de televizyondan savaş, darbe, ölüm, yaşam, saldırı her türlü zulmü film izler gibi seyretti. Bu bir zaman sonra gerçeklik kurgu, oyun, tiyatro dengesini yitirmemize sebep oldu sanırım. Algı operasyonlarına kurban gitti koca bir dünya. Sadece ucundan bucağından acısına temas ettiği zulümlerin gerçek olduğunu anladı insanlar. Ateş evine düşmeyenler yine susup izledi. Kimsenin olanlardan haberim yoktu diyemeyeceği zamanlarda yaşadık, yaşıyoruz. Herkes her şeyin farkında ama bana dokunmayan yılan bin yaşasıncılık bu coğrafyanın insanının öyle kanına işlemiş ki, görmezden gelmede ustalaşmış artık. Nasırlaşmış vicdanlarda yeniden bir yumuşama olabilir mi bilinmez ama sinema ve edebiyat acılara tercüman olmada en iyi enstrümanlar. 

İşte yönetmen de, bizzat yaşadığı acıları, travmaları ona tekrar yaşatsa da başka coğrafyadaki acılara duyarsız kalamamış ve bu filmi çekmiş. Çünkü acı çeken hiç kimse bir daha aynı kişi olamaz. 

Mağdur olduğunda sesi duyulmayan insanlar iki hareket tarzı geliştirir. Biri sesine ses vermeyenler gibi duyarsızlaşmak, her şeye herkese gözünü kulağını kapatıp tıpkı zulmedenler gibi olmak, diğeri kim mağdursa onun yanında yer alarak, cinsiyet, düşünce, yaşam tarzı, cinsel tercih gibi farklılık noktaları yerine acı, ötekileştirilme ortak paydasında birleşip insan hakları aktivist olarak her türlü gücü karşısına almak. Elinden ne geliyorsa,  demokratik haklarını kullanarak, yazarak, insanlara destek olarak, film çekerek yalnız olmadıklarını hatırlatmak. Çünkü,  yaşadıkları sonrasında yalnızlık, çaresizlik en iyi bildikleri, ölüm kıyısında dolaştıkları hallerden olmuştur.    


Savaşların da mağdurları her zaman o topraklarda yaşayan insanlar olur. Aileler dağılır, hayatta kalma iç güdüsü ile çocuklarını alan kadınlar bilinmez yolculuklara çıkar.  Bu günlerde herkesin tattığı bu bilinmezlik denen kuyu ne kadar derindir. Ama işte tarih boyunca bizler yani bu topraklarda yaşayan halk, bunca acının taşıyıcısı olsak da bize sığınanlara yine elimizden gelen desteği veririz.  

Ancak şimdilerde kendi ülkemizin sıkıntılarının tavan yaptığı günlerdeyiz. Hele bir de küresel salgınlar, ekonomik krizler, yanlış politikalarla hem mülteciler hem vatandaşın mağdur edildiği dar ve karanlık bir tünelden geçiyoruz. Gelen günün gideni arattığı, tünelin sonunda bir ışık var mı diye düşündüğümüz zamanda bir de 2020 yılının felaketlerle dolu günleri umutlarımızı kırıyor. Uzak topraklarda evlatlarımızı şehit veriyor, bayraklara sarılı genç bedenlerle geleceğimizi toprağa verirken ayrı üzülüyoruz. Derken bir başka büyük acı gelip bir öncekini unutturuyor. 

Herkesin başka bir mağduriyeti yaşadığı, herkesin haklı olduğu yer burası. Ama çözümler yetersiz. Bu sefer de herkes birbirini suçluyor. Dostluk yerine düşmanlık üretiyor kutuplaşmalar. Mağdurların zayıflıklarını kullanan kötü niyetliler de çıkıyor, yardım edip onlara nefes aldıracak faaliyetlerin içinde sadece insanlık görevini yerine getirenler de. 

Ve biz toptancı cezalar keserek mültecileri de, kendi öz vatan evladını da,  yani bu topraklarda yaşayan herkesi bir çuvala koyup salla salla vur duvara demeyi adet edindiğimizden hiç bir hikayeye dönüp bakamıyoruz. Bunda hızla değişen gündem, üzülecek konuların çokluğu, beterin beterinin her gün güncelleniyor oluşunun da etkisi var. Yorulmuşluğumuzun duyarsızlaştırması ile giderek o eski yardım sever halimizden milletçe uzaklaşıyoruz. Kalbimizde o merhamet adlı çınar artık eski heybetini korumuyor. Alınan darbelerle herkesin içinde ayrı bir yere devrilmiş kütükler var. Köksüz, yapraksız, yağmursuz, sevdasız günlerde nefes almayı yaşamak sanıyoruz. Sonra bir virüs geliyor herkesi eşitliyor, denizde boğulanlara kulak tıkayanlara karada boğularak ölmek var diyor. Herkes bir şeylerin bedelini ödüyor. Sezen Aksu yıllar önce inletmişti ortalığı masum değiliz hiç birimiz diye ama meğer o zamanlarda ne kadar masummuşuz. Çağ yangınında kül olmamış içimiz. Hem biz de düştük, kalkmamız için kimse el uzatmıyor. Düşenin dostu olmadığını hepimiz başka bir konuda sınanarak yani yaşayarak görüyoruz. 

İşte bu nedenlerle çok da mağdur edebiyatı yapmadan geleceğe dair umutlarını yitirmemiş çocukların hayatlarından kesit sunulan filmden kısaca bahsetmek, empati geliştirmemize katkı sunacak iyi film peşinde olanlara bir öneri sunmak için bu filmden bahsetmek istiyorum. 

Daha önce Andaç Haznedaroğlu'nun ödüllü filmi MİSAFİR'i de yazmıştım. O da en mağdurlar üzerinden anlatmıştı derdini. Aida Begiç de aynı şekilde çocuklarla yola çıkmış, gurbette kaderin bir araya getirdiği bir grup çocuğun öyküsüne değinmiş. Bunu yaparken de kendi yaralarının tekrar kanamasına müsade etmiş. Bir duyarlılık geliştirmek istemiş. Bütün politikaların üzerinde filme insana, çocuğa, yaşanan büyük travmalara odaklanarak, yani ön yargılardan uzakta ve bir gün herkes mülteci olabilir diyerek izlerseniz yüreğinizde iz bırakacağını garanti ederim.  

Çocukluk, her şeyin mümkün olduğuna inanılan, hepimizin dönmek istediği bir dönem. Ama bir çocuk için de öyle mi acaba? Travmatik çocukluklar yaşayanlar, şiddet, savaş, yalnızlık, acı kayıplar gören, anne-babasını yitirip kolu kanadı kırılan küçükler için belki de çaresizliğin dipte yaşandığı bir dönem. 

Film bir yarışma ile başlayıp bir yarışma ile bitiyor, çember gibi. Star olmak istediğini sandığımız çocuk ile son sahnede bize ters köşe yapıyor yönetmen. Spoiler olmasın diye filmin akışından çok da bahsetmeyeceğim.

Yapım, çocukların masum hayalleri, kalacak yer sıkıntısı olan, anne babasının nerede olduğu belli olmayan yetimlerin maddi manevi sorunlarına da değiniyor.   

Urfa'da çekilen filmde kendi isimleri ile rol alan çocuklar yıllar önce babalarını kaybedip anneleri ile Türkiye'ye gelen, halen Gaziantep'te yaşayan kişilerden seçilmiş.

Suriye'lilerin kendi aralarındaki zorbalığı, herkesin hayatta kalmaya çalıştığı, büyük travmalarla acıların taşıyıcısı olduğu yerde neler hissettiğini hiç düşünmedikleri çocuklara davranışlarının kötülüğü yanında akran zorbalığına da yer verilmiş filmde. Buradan bakınca çocukluk tam bir cehennem. Ama yine de birbirinden alakasız yerlerden gelen insanların zor anlarda kenetlenen halleri, kadınların fedakarlıkları, biz Suriye'nin geleceğiyiz, diyerek çocukların okula gitmesi yönünde çaba göstermeleri de seyirlik.

Bir kızın güvercin merakı, memleketinde bir sürü güvercini olduğundan para biriktirip bir çift güvercin alma çabası, alabildiği tek güvercinin uçamayışı, diğer çocuğun da "Belki korkuyordur uçmaktan" dediği sahneler de insana dokunuyor doğrusu. 

Babası ile yakaza benzeri bir hal yaşayan çocuğun boynunda ölen babasının atkısı ile kaldığı yere geri dönüşü, metafizik unsurlara da yer veren yönetmenin tipik bir enstrümanı imiş.

Filmin sonunda şu bilgiler akıyor:

"Suriye iç savaşında 6 Milyar Suriyeli vatanını terk etmek zorunda kaldı. Türkiye Cumhuriyeti, 4 milyonu aşkın sığınmacının barınma, eğitim, sağlık ve diğer ihtiyaçlarını üstlendi.  Savaş sebebiyle yetim kalan 1 milyon çocuğun yarısından fazlası Türkiye'de yaşıyor. "Sekiz yıldır vatansız olan bu insanların bir o kadar çocuğu da Türkiye'de dünyaya geldi. Göz ardı edilmeyecek kadar büyük ve mağdur bir nüfusun aramızda olduğunu unutmamalı. Onlar da, kimse kucak açmazken, kendi imkanları kısıtlı bir ülkenin onlar için vatan olduğunun farkındalığı ile hareket etmeli ki, dostluk ve kardeşliğin tesisinde katkıları olsun. Yoksa bu kadar travmatik acıyı üst üste yaşayan mülteciler ve dahi vatan evlatlarının acılarla dolu günlerden geçip gelecek inşa edeceği bu yerde yaşam giderek zorlaşır. Filmin jeneriğinde akan bu sayılar ve emek verenlerin çokluğu bana bunları düşündürttü.

Tabi insanın başına gelen acıların bir istatistikte yer alması ile hayatının orta yerinde durması farklı zorluklar. Bunu ancak yaşayanlar bilir.

Bu nedenle birbirlerinin acılarını bilen insanlar daha kolay anlaşır. Kolu kanadı aynı zulümle kırılanlar birbirine yaklaşır. Kimse onları anlamazken, herkes kendi derdinin taşıyıcı olmuşken yaralı insanlar bir araya gelir. Ayakta durmaya çalışır. Hayal kurar, soydaşına sahip çıkar, anasız babasız kalanları gözetir.  Film bu noktada da duyarlı hale gelmemizi sağlayacak bir yapım.
        
Zayıf yönleri yok mu filmin? Elbette var. Bazı hikayeler açıkta bırakılmış. Keşke hikayesini izlediğimiz çocukların sonlarını da görseydik. Ama belki de bu bilinçli tercihtir. Geriye sadece umut kalsın istemiştir. Film Arkası programında, senaryoda asla eksik bırakmayan usta yönetmenin montajda filmi kısaltırken bazı kısımları çıkarınca bu boşlukların kalmış olabileceği yönünde fikir yürüttüler, mantıklı. Bu yapımlara da Youtube üzerinden ulaşabilirsiniz.  

Ayrıca blogta daha önce mülteci/iltica kavramları için bir kaynakça oluşturmuştum. İlgilenenler için link burada. 

İyi seyirler.
  

12 yorum:

  1. Ne güzel yazmışsınız, emeğinize sağlık👍 "Nasırlaşmış vicdanlarda yeniden bir yumuşama olabilir mi bilinmez ama sinema ve edebiyat acılara tercüman olmada en iyi enstrümanlar." cümlesine bayıldım bu arada🤗

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Teşekkür ederim hayata dair ☺️ Yorumla katkınız için de sağolun umarım o enstrümanları kullanıp yaralarımızı sağıltırız

      Sil
  2. Tebrikler, güzel ve açıklayıcı bir yazı olmuş.

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Çok teşekkür ederim Ramazan Bey , her seferinde buradan geçtiğinizin izini bırakmanız ve bunu da bildirmeniz çok zarif , var olun kıymetli meslektaşım

      Sil
  3. Tanıtım ve bilgilendirme için çok teşekkürler.

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Ben teşekkür ederim ziyaretiniz ve yorum yazma zahmetiniz için

      Sil
    2. Ben teşekkür ederim ziyaretiniz ve yorum yazma zahmetiniz için

      Sil
  4. Acılar ve zulüm karşısında acı çeken, mağdur bir kesimin susması hakikaten çok kötü, sanırım psikolojik bir şey, belki de korkuyorlar:( bir de herkesin hep bir başkasından beklemesi kötü alışkanlığı var, yani yerde can çekişen bir kedi görmüş benim yeğenim, herkes bakıp ah, vah ediyormuş ama kimse "Yahu alalım, vet. hekime yetiştirelim" demiyormuş eminim hepsi içlerinden "Ben yapamam başkası götürsün" diye beklemiştir sonuçta benim öğrenci yeğenim alıp götürmüş. Belki o seyreden hiçbir şey yapmayanlar arasında maddi durumu gayet iyi birileri de vardı ama eyleme geçmezler:( bu yaşanmış olayı bana telefonda anlatmıştı hep böyle.
    Suriyeliler konusunda ne diyeyim? Olan çocuklara oluyor:( kadınlara oluyor:( evet acı çekiyorlar ve belki mecbur kaldılar buraya gelmeye ama artık orada savaş bitti evlerine dönmeliler daha doğrusu evlerine geri göndermeliyiz diye düşünüyorum. Hele hele Kalifat filmini izledikten sonra bunun şart olduğunu düşünüyorum. Bir de sadece Suriyeli yok, sınırlarımız yol geçen hanı gibi hatta Dingo'nun ahırı gibi Afganlı, Iraklı, Somalili, İranlı, bu 4 milyon yarın olacak 8 milyon! Ben bizim mahallede bir tanesine rastladım gencecik kadın 4 çocukluydu! Böyle giderse biz Suriye olacağız:( işid'lisi, el nusra'lısı, Afganlı eroinmanlar ne hale gelir ülkemiz acaba bir 10 yıl sonra?:(

    Eline sağlık, sana hak vermekle birlikte düşüncelerim bu yönde.

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Birey bazında insan olarak Değerlendirince benim dediklerimle ama genel politikalar ve nüfus yapısının değişmesi açısından bakarsak sizin dedikleriniz önem arz ediyor ve dediklerinize katılıyorum buna da şöyle bakıyorum dünyada hiçbir ülkeye iltica ettikten sekiz yıl Sonra ülkesine Dönen herhangi bir insan grubu olmuyor muş Şimdi bizim de buradan tabiri caizse Avrupa’ya kapak atabilen Çocuklarını orada okutan hangi aile geri dönmüş ki o kendi ülkesinden daha iyi imkanlara sahip olan herkes bir şekilde oraya yerleşiyor doğduğun yer değil doydugun yer dedikleri bu olsa gerek Planlı bir nüfus kaydırılması yapıldığını da düşünüyorum İşte filler tepiniyor çimenler eziliyor her zaman olduğu gibi Ne onlar mutlu ki gördük kapı açılınca binlerce insan ateş açan almayacağız diye bağıran ülkenin sınırına yığıldı ne de bizim ülkenin ayakta duracak hali kalmış burada iş gücü olarak da sömürürülüyor zaten olmayan standartlar vicdansız işverenlerce dibe çekiliyor Hasılıkelam zor konular ama çözmek için sıradan insanların yapabileceği hiçbir şey yok
      Yeğeninizin vicdan gösterip olaya El atması da takdire Şayan Umarım gençler daha duyarlı olup ülkede yaşanan haksızlıklara karşı sıra kendilerine gelmeden susmamayı ama bunu sadece kendi gibi Düşünenler için değil herkes için insan hakları ve demokrasi bağlamında Görerek evrensel değerlere sahip çıkarlar

      Değerli katkınız ve yorumunuz için teşekkür ederim

      Sil
    2. 8 yıl sonra dönen olmuyorsa eyvah o zaman.
      Ah arkadaşım çok çok çok pişman olacağız biliyorum bunu. Birey bazında çok haklısın. :( dediğin gibi filler tepiniyor, çimenler eziliyor. Karşımızdaki apt. bir tip var mesela işid'liye benziyor:( ödüm kopuyor inanın:( giysileri, kara uzun sakalı, bakışları, of Allah'ım! Evet geri dönmezler tabii ki o zaman zorla göndermek lazım tabii bu başımızdakiler bunu asla yapmaz inşallah bunu yapabilecek kadar cesur, kararlı ve ülkenin geleceğini düşünen bir hükümetimiz olur bir gün.
      Rica ederim, ne demek, ben de bu güzel ve önemli konuya parmak basan yazınız için tekrar elinize sağlık diyorum.

      Sil
    3. Ankara’nın göbeğinde gündüz vakti Büyükşehir belediyesinin güvenlik dolaştırdığı parkta kalabalık ortasında başıma öyle şeyler geldi ki bir de arkası ile dolaşmak zorunda kaldım Daha birkaç ay önce Ciddi güvenlik sorunu var zaten ülkemizde kadınlar için bu bir sıkıntıydı bir de gerçekten çok büyük bir sayı ... Tüm kadınlar ve çocuklar için güvenli huzurlu sevgi dolu bir dünya diliyorum bu bir ütopya olsada nasıl bugün korona yüzünden Dystopia yaşıyorsak belki bir gün huzur da görürüz Hatta Daha iyisi nasıl mümkün diye soralım

      Sil