KATEGORİLER

KELEBEKLER- TOLGA KARAÇELİK



SİNEMA GÜNLÜĞÜ 74. FİLM


Bir önceki yazıda bahsettiğim konu ile irtibatlı olarak aklıma gelen bir filmi bu yaz izlemiştim. Kısaca ifade etmek gerekirse zaman kaybından başka şey değildi. "Bir daha bu kadar vaktimi bir Türk sinemasına verecek değilim" diye söylenerek izlediğimi belirtmek isterim. Kötü filme denk gelmek çok rastlanan bir şey, hele de yerli yapım izliyorsanız ama bu kötüden öte tam bir anlamsızlık, kafa karışıklığı, hatta tür bunalımı olan bir yapım. Tarif edecek kelime bulamayıp yapım dedim, şimdi emek vermiş yapmışlar ama olmamış. 

Spoiler uyarısı

Annesi intihar eden üç kardeş yaşadıkları köyden bir şekilde kurtulup İstanbul'da hayata tutunmuşlar hatta en büyükleri Almanya'ya gidip astronot olmuş. Babaları ile 20 yıldır görüşmüyorlar. Ancak adam içine doğmuşcasına hepsini birden köye çağırıyor. Onlar yolda iken de ölüyor. Ne neden çağırdı belli, ne de yüzleşme gerçekleşiyor. Bu üç kardeş de rutinde birbirleri ile görüşmüyor. Babalarının ölüsü başında rakı sofrası kurup şarkı söyleyip alem yapıyorlar. Defin işlemleri sırasında imam acaba ahiret var mı falan diye sorgulamalar yapıp defni bitirmeden gidiyor. Köylülerin hepsi ayrı alem. Komedi desen değil, dram desen değil.

Filmin ana ekseni yukarıda linkini verdiğim önceki KIŞ IŞIĞI yazısındaki gibi inanç-inançsızlık ama o filmdeki sağlam senaryo olmadığı için birbirinden kopuk sahnelerle ne demek istediği belli olmuyor.

Türkiye'de dininin gereklerini yerine getirsin ya da getirmesin herkes inandığı dinin ritüellerine göre cenaze töreni yapılsın ister. Ve sanırım hiç bir evlat babasının ölüsü başında, sırtımdaki dağ dediği adamı kaybettiği gece, ona ne kadar kızsa da rakı alemi yapıp şarkılarla coşmaz. Bu ölüye de acıya da saygısızlıktır. Filmi yapanlar nerede yaşıyor, nasıl bir kafa yapısına sahip, bu tarzla ne söylemek istiyor anlamış değilim. Türkiye'de öyle bir köy olacağını, şarkıların geldiği ölü evinin kapısına kimsenin gelmeyeceğini düşünemiyorum. Hiç bir inancı, saygısı olmasa da mahalle baskısından kimse bunları yapamaz. 

İmamın inançla ilgili sıkıntıları olabilir. İnsanlar işlerini yapıyor ama sevmiyor olabilir. Tabi ki, bu imamlık gibi devlet memuriyeti dışında yeterlilik şartları olan bir meslekte kabul edilebilir bir durum değildir. Önceki filmde kilisedeki rahip inançlı ama imansız bu işi yapmaya çalışırken kendine de rehber olması gereken insanlara da faydası dokunmuyordu. Hatta intiharın eşiğindeki adamın bu sürecini hızlandırıyordu. 

Bizde bir atasözü vardır hani: "Yarım doktor candan, yarım imam dinden eder" diye. Doğru. Bazı mesleklerde hata toleransı azdır. İnsana dokunan, kalbine temas eden işler böyledir. Gençken iyi bir öğretmene rastlamak nasıl mucizevi bir güzellik ise okumayan doğu toplumlarında imam da köyün ileri gelenlerindendir. Hoş hukuken ülkemizde köy kalmadı, hepsi bir kanunla mahalle adını aldı ama en büyük şehirlerin merkezi bile hala köy zihniyetinden çıkabilmiş değil. Bir de hızla değişen demografik yapımız işin içine girince bireyden ziyade lider merkezli yapılanmalar güçleniyor. Bir nevi küçük birimlerde dirliği sağlayan kontrol mekanizması olan muhtar, öğretmen, imam, komutan da önemini koruyor. Hal böyleyken herkesin beraber kafayı sıyırması kolay olmuyor. Film hayali bir yerde çekilmiş, absürt statüsünde sayılacak bir yapım olduğundan vakit kaybetmeyin derim. 

Neyse ki, imamın söylediğini yap, yaptığını yapma diyen basiretli atasözlerimiz de var. 

Birey olalım, ne dediği belirsiz insanların söylediklerindense kafamıza takılan konuları araştıralım. Bu insanın sanatçı, yönetmen, yazar, imam, öğretmen olması arasında da fark yok. Kendinden kendini doğurmak ne uzun bir süreç...         
         

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder